Perşembe, Nisan 22

salata: gece entarisi, pijama, ingiliz anahtarı, güneş gözlüğü, hikmet kıvılcımlı, ali farka toure...



"bilsen ne güzel yakışır gözlerinin rengine
   eskimesin dikkat et çiçekli entarine"

oktay rifat bu şiiri kime yazmış sizce? hayır işte! ölen babası için yazmış. evet. çünkü o zamanlar gece entarisi giyermiş şehirli erkekler; iki tarafı yırtmaçlı, yarısına kadar dikişsiz, açık ve geniş kollu. evde kalınan günlerde hiç üstten çıkarılmazmış. hatta bazen üstüne hırka, kürk giyip dışarıya bile çıkılıyormuş. II. mahmud yasaklamış zamanında bu adeti.

sadece bizde değil, avrupa'da da 12. yüzyıldan sonra bu gece entarisini giyiyormuş erkekler. 18. yüzyılda kadın erkek giyimi farklılaşmış ama. kadınlarınki daha bele oturur hale gelmiş de erkeklerin gece entarisi kısalmış, altlarına da iran'dan getirtilen bol pantolon, yani şalvar giymeye başlamışlar. fransızca'da pyjaamah biçimiyle görülen sözcük, pae (bacak) ve cama (elbise) sözcüklerinden oluşuyormuş zaten.

şu komik bir hikaye. olduğu gibi alayım:

"aka gündüz 1940 yılında yedigün dergisinde pijamanın birinci dünya savaşı sırasında birdenbire türkiye'ye geldiğini anlatır, avrupa'da yaygınlaşmamış bulunan pijamanın savaş zenginlerince ve 'zenginlik modası'nı izleyenlerce nasıl benimsenip dile düşürüldüğünü hikaye eder. ankara'nın ilk yıllarında mebusların ankara palas'ta kaldığı yıllara ait bir pijama hikayesi de vardır. otelde iç donu ve entarilerle dolaşılmasından rahatsız olan atatürk, mebuslara pijama diktirilmesini söyler. akşam otele geldiğinde, mebusların pijamalarını giymiş, yemek salonunda hazır, kendisini beklediklerini görür."

:)

hmmm... nerden geldik pijamaya? hiç.  ingiliz anahtarına bakmak için açmıştım kitabı aslında. çamaşır makinası bozuldu. sıkmıyor. hortumu musluğundan çıkarmak için ingiliz anahtarı lazımdı. herhalde. hiç anlamıyorum ki. ama hevesliyim çok bu işlere. koridorda erkeksi bir yürüyüş tutturup, arçil'e, "ingiliz anahtarı lazım," diyerek hava attım. hatta oduncu gömleği giyen, sarı dodge kamyonetiyle evlere tamire giden bir tesisatçı olmayı hayal ettim. "kargaburun da olur aslında" diye mırıldandım tam arçil'in yanından geçerken gene. arçil'i sırasıyla tesisatçı, elektrikçi, aşçı yanına yamak olarak vermek istiyorum ya, geçmiş olsun artık. çok geç. çalışıp çalışmadığından emin olmadığım bir makina daha var da, bozulanı çıkarıp, onu kuracaktım. yarın komşudan ingiliz anahtarı alıp tekrar deneyeceğim. erkek rolünde başarılı olamayınca, ben de titiz bir ev hanımı gibi makinanın içini dışını temizledim. bu kadar şımartılınca çalışmasını bekliyorum. bakalım.

kışlık kazakları yıkayıp kaldıracağım artık, makinanın sıkma özelliği çok lazım (cengiz han yasasına göre elbiseler hiç yıkanmadan, eskiyinceye kadar giyilmeli, sonra da atılmalıymış. nedenini allah bilir).  yazlık elbiseleri çıkaracağım. çünkü yaşasın yaz geliyor! yalnız yazın gelmesinin kötü bir yanı var; benim güneşe alerjim var. evet, çok fena. yüzümde çiller, boynumda benler çıkıyor. gözlerim parlak bahar güneşinde sulanıyor. çiller gitsin diye güçlü bir krem buldum kozmetikçide. faydasını görürsem size de yazarım. dermatologa gitmiştim, "sizin için çantanızda bulundurmanız gereken en önemli şey güneş kremi. hem de 50 faktör olanlarından," dedi. insanın adanalı olup güneşe alerjisi olması ne tuhaf. bugün kadıköy'e birkaç işi halletmek için çıkmıştım. kocaman güneş gözlükleri aldım. gene siyah çerçeveli. gitmişken bir de yeşil lens siparişi verdim:) valla. bir delilik anıydı, yaptım böyle bir şey. bakalım, yarın gelecek, çok merak ediyorum. bu durumda yeşil bir elbise de almak lazım. olmazsa yeşil bir fular da idare eder. ben her baharda böyle bir süs püs neşesine kapılıyorum. sarı bir sırt çantası aradım mesela geçenlerde. sarı! korkunç... korkunç, ama nedir, anlamadım, sarı converse gördüm bir yerde kendimi son anda durdurdum. sarı istiyorum!

güneş gözlüğü demişken, kim buldu güneş gözlüğünü? elbette onu da çinliler bulmuş. adalet heykelinin gözü batı'da bağlı ya, çin'de güneş gözlüklüymüş. çin mahkemelerinde yargıçların gözlerini saklamak için kullanılmış. 1930 yılında amerikan hava kuvvetleri güneş gözlüğü kullanmını kararlaştırmış. ikinci dünya savaşından sonra da güneş gözlüğü sivillerin yaşamına hızla girmiş. motosikletli polis gözlüğü, mafya gözlüğü, audrey hapburn gözlüğü... dr. hikmet kıvılcımlı, başkasının gözünün içine bakıp, kendi gözündeki anlamı saklamak isteyenlerin sahtekarlığının aracı olduğu için nefret edermiş güneş gözlüğünden ya, 12 mart döneminde tanınmamak için bir seyyar satıcıyla pazarlık yapa yapa almış bir tane. reha çok severdi hikmet kıvılcımlı'yı. o ordu'da küçük bir çocukken, bir vesileyle onlara gelmişmiş, belki babasının arkadaşı filanmış. daha sonra gitmiş ve neden sonra reha'ya hayatında ilk kez onun adına bir paket gelmiş. gönderen, hikmet kıvılcımlı imiş. paketin içinde ne varmış dersiniz? cilt cilt ten ten serisi:) belki ondan sonra okumaya meraklı olmuştur. yani o kıvancı hep hatırlamak için. o çok okuyunca ve yazmak isteyince daktilo almışlar küçücük çocuğa. babası milletvekili olmuş mu o zamanlar bilmiyorum, bir şımarıklık içinde yani,  yoksa o yıllarda daktilo demek, ne demek! reha'nın ilk yazıları cinsel içerikliymiş. evdeki beslemeler kıkırdayarak, gizlice onun yazılarını okurlarmış. reha'nın kitaplarını aradım kitapçılarda, sahaflarda, yok, yok! çünkü arçil geçenlerde, "okuyayım artık babamın kitaplarını," dedi.

hmmm... salata bitmek üzere. şimdi  pijama zamanı. bu akşam şunu bunu dinledim, çoğunu yarıda kestim. hoşlanmadım çoğundan. ama aşağıdaki müzik çok, çok iyi geldi, hiç kesmeden dinledim. geç oldu, siz artık bu müziği sabah dinlersiniz. size günaydın.


bu gecenin müzik fikri için good music box'a teşekkürler.



alıntılar, kudret emiroğlu'nun, gündelik hayatımızın tarihi adlı kitabından. dost yayınlarından.