Pazar, Mayıs 30

dağınık


müzik için good music box'a teşekkürler.


zizek’in yorumlarını okudukça, hem film izleme yöntemlerinin çeşitliliği karşısında çok şaşırıyor, hem de hitchcock’a bu kez daha derinden hayran oluyorum.

bugün, planladığım gibi, zizek’in izinde hitchcock’un yükseklik korkusu filmini izleyip, zizek’ten alıntılar yapmak ve bu muhteşem film hakkında konuşmaktı amacım.

ancak birkaç gündür süren dolunay yüzünden midir bilmem, çok melankolik hissediyorum kendimi. gündüz, bu melankoliden birazcık sıyrılmak için size son okuduğum ve çok sevdiğim tatlı hikayelerin yazarı munro/saki’den bahsedecektim. böylece, onun üslubunun neşesine, hiciv yeteneğine, çok acıklı olayları hafifseyerek anlatma alçakgönüllülüğüne kapılır gider, melankoli yerini kaygısız bir neşeye kendiliğinden bırakır, demiştim. yapamadım. içimden gelmeyince de yazık olmasın diye hiç başlamadım. çünkü coşkuyla anlatmak isterim onu. yine de munro için bir şey yaptım bu arada; dün arçil için ingilizce kopyalarını buldum internetten ve bilgisayarına yükledim. bugün, açık pencere hikayesini okudu ve çok beğendi. umarım ingilizce'sini geliştirmekte faydası olur.

hmmm… gördüğünüz gibi keyifsizim, dilim ne yavan.

sıcaktan mıdır bilmiyorum, iki gündür sabah uyanıp, yataktan kalktığım anda sol burnum kanıyor. kaçak, çok endişelenip doktora gitmemi ısrarla öneriyor ama önemli bir şey olduğunu sanmıyorum. Yemek işine dikkat etmeye çalışıyor, birazcık kilo alayım diye akşamları hep bir şeyler atıştırıyorum. bugün öğleden sonra uyudum yine ve her zamanki gibi tuhaf rüyalar gördüm. çünkü uyumadan önce oscar wilde’ın lord arthur savile’in suçu hikayesine başlamış, çok renkli karakterlerin olduğu kalabalık davet sahnesini okumuştum. evet, rüyamda böyle kalablık bir davetteydim, ama elbette benim rüyalarımın kasvet ahengine uygun olarak wilde’ın hikayesindeki davette değil, edgar allen poe’nun kızıl ölümün maskesi hikayesindeki davetteydim ve odalardan odalara geçiyordum. ah...

bütün gün çok sıcaktı. çamaşır yıkayıp durdum. ne güzel çabucak kurudular. katlayıp çamaşır sepetine yerleştirdim. yarın ütü yaparım biraz. kış için bezelye ayıklayıp, poşetlere koyup, buzluğa kaldırdım. sanırım bu yaz, domates ve taze fasulye de depolayacağım buzlukta. ve elbette nanemiz de bitmek üzere, kurutmam lazım. bu işlerin önemi daha çok anlamında. yaşama bağlılık süsü veriyor insana, geleceğe inanç, bir ne yaptığını bilir, yaptığına inanır insan hali, anlıyor musun? yeşil kalsın diye loş bir odada sofra örtüsü üstünde nane kurutmak, mantı üstünde iyi gider diye değil, sana ölümü unutturduğu için çok ama çok iyi bir karardır. bu arada iki gündür çeşitli vesilelerle içinde mantı geçen cümleler kuruyorum. superfresh’in mantısı fena değil de ben annemin mantılarını özlüyorum. yarın ilk kez mantı yapmayı planlıyorum bu yüzden. çok yapıp buzluğa kaldıracağım bir kısmını. bir yerden beni doğal olduğuna ikna ettikleri köy yoğurdu aldım bolca. bir kısmını süzme yoğurt yapıyorum. tel süzgece iki kat kağıt mutfak havlusu yayıp, üstüne yoğurdu koyup dolaba kaldırıyorum. süzgecin altına tabak koyun tabii ki, yaparsanız. hayır hayır, kağıt yoğurda yapışmıyor, kolayca sıyrılıyor, gayet güzel süzme yoğurdunuz oluyor sonra. pratik çok. ben seviyorum sabah kahvaltıda ekmek üstüne süzme yoğurt bal sürüp yemeyi ya, arçil hiç sevmiyor. o sevmiyor diye patlıcan da yapmıyorum. ama sanıyorum en kısa zamanda patlıcan, kabak, yeşil biber kızartıp üstüne bu süzme yoğurdundan sarımsaklı sos yapacağım.

hmm… zizek diyor ki, “bir nesnenin yüce niteliğinin bünyevi olmaktan çok fantazi mekanındaki konumuna bağlı olduğunu söylemek istiyoruz.” anladım, peki, şahsına bağlı değil bu mesele ve sıradan hayatlarımızın alanlarını fantazi mekanı olarak kurgulamamız da abes olabilir. yine de  her insanın yüceleştiği fantezi mekanı varsa, benim ki mantı açtığım mutfak mı, kitap okuduğum kanepe mi, ya da eskilerde ki bol insanlı, bol sözcüklü, bol heyecanlı, işyerleri, cafe, bar, sinema, konser, evlerle dolu mekanlar mı? insan altın çağının hangisi olduğunu nerden bilebilir? insan fantezi mekanlarını bu kadar değiştirip, ölüm duygusunu daha ne kadar atlatabilir? zizek diyor ki, "yüce bir imgenin uyguladığı büyüleme gücü her zaman ölümcül bir boyutun varlığını ilan eder." hmm... ölümü ne çok düşünüyor, ölümden ne çok korkuyorum bu aralar.

size şu an arkamdaki yatağımda, başını yastığıma koyup upuzun uzanmış tina’nın fotoğrafını çekip göstermek isterdim. sıcaklar bizi sefil yapıyor, ama biz istedik bunu, şikayet edemeyiz. şimdi fırçasını sudan geçirip, hoş bir sürpriz yapıp fırçalayayım tina’yı. serinler, çok tüyü var onun, dayanamıyor.

bugün böyle olsun. darmadağınık...

ne kadar sessiz, ne kadar özlem doluydu gün, bilsen...

4 yorum:

parka dedi ki...

Bir kaç gündür yazdıklarınızı büyük bir beğeniyle okuyorum. Yazılanların bende düşündürdükleri, zaten hep öyle olmazmı muhakkak okuyucu yazının bir yanından kelimeleri tırtıklayıp, kumaş sanıp giyinmeye soyunur hemen, işte bende sizi okurken şu ana kadar es geçtiğim kendi hassasiyetlerimi düşündüm uzun uzun. Yaşamımda vazgeçilmez olanlar, hatta değersiz kıldığım, kıldıklarımızın önemleri yanı başımızda dururken, bir hatırlatma oldu yazılarınız. Bu söyler gibi yazdıklarımda abartı falan yok, narin bir kaleme sahipsiniz ki ben her kalemin bir ruhu olduğuna inanan biriyim. Ne ve neyi yazmayı isteyip, yazdığımız bizim için büyük önemler arz ediyor değilmi.

Sevgilerimle

Ahmet

Oya Kayacan dedi ki...

Ne güzel, dağınık olması toparlanmasını sağlamış. Benim aklım gibi, binbir dalda tüneyip tek yuvada uyur hep.

ali akay dedi ki...

dağınık acılardan kapıp aldı onu kuş //bir sevi işi için ormanlara bıraktı r.char
ey için teşekkürler

endiseliperi dedi ki...

kara kalem, ali akay, çok teşekkürler ilginiz için.

oya hanım'cığım, yorumunuz, ali akay'ın r.char alıntısıyla ne güzel uymuş:)

dün mantı macerasına dalarken aklımda siz vardınız. ama asla tek başıma atılmayacağım bu maceraya, hamur yoğurmak mesele değil de açamadım. öyle elastik ki hamur ben zorluyorum o büzülüyor. çok fenaydı. eh, yaptım sonunda ya, biraz kalın oldu sanırım. biraz da büyük. size diyeyim bir kaşığa bir mantı! ama iştahlı arçil mutfağa gelip ne dedi? " aa anneciğim çok nefis görünüğyor, ne güzle, kocamaan":) o halde hiç mesele değil. fırınlayıp dondurucuya kaldırdım. gelecek haftanın hamurişi olsun o.