Pazartesi, Mayıs 17

katil diyecekler bana*


Eğer “çağdaş kitle kültürünün temel fantazisi” adını bütünüyle hak eden bir olgu varsa, o da bu yaşayan ölülerin dönüşü fantazisidir: Ölü kalmak istemeyip yaşayanları tehdit etmek üzere sürekli geri dönen kişi fantazisi. Halloween’deki psikotik katilden on üçüncü Cuma’daki Jason’a uzun bir serinin hala aşılamamış arketipi George Romero’nun Yaşayan Ölülerin Gecesi filmidir; bu filmde “yaşayan ölüler” saf kötülüğün, basit bir öldürme ya da intikam alma dürtüsünün cisimleşmiş halleri olarak değil, acı çeken, kurbanlarının peşine beceriksizce, sonsuz bir hüzün tınısına sahip bir ısrarla düşen kişiler olarak betimlenirler (Werner Herzog’un Nosferatu’sunda vampir, dudaklarında sinik bir gülümsemeyle dolaşan basit bir şer makinesi değil, kurtuluşu özleyen melankolik, acı çeken biridir). O zaman bu olguya dair naif ve temel bir soru soralım: Ölüler niye geri dönerler? Lacan’ın cevabı popüler kültürde bulunanla aynıdır: Usulünce gömülmedikleri için, yani cenaze törenlerinde bir şeyler yanlış gittiği için. Ölülerin geri dönüşü, simgesel ayindeki, simgeselelleştirme sürecindeki bir bozukluğun alametidir; ölüler bazı ödenmemiş simgesel borçları ödetmek üzere geri dönmektedirler. Lacan’ın Antigone ve Hamlet’ten çıkardığı temel ders budur. Her iki oyunun olay örgüsünde de usulünce yapılmamış cenaze törenleriyle karşılaşılır ve yaşayan ölülerin dönüşü fiziksel yok oluştan sonra bile baki kalan belli bir simgesel borcu temsil eder.

Slavoj Zizek, Yamuk Bakmak, çev. Tuncay Birkan, Metis Yayınları, s.39-40


İyi rüya görmem. Hemen hiç iyi rüya da görmedim. Ya kabus görürüm ya da rüyamda her şey yolunda giderken, karşımdaki adamın, tüm rüyanın gidişatını değiştiren o korkunç bakışıyla karşılaşırım. Uçarım mesela rüyamda güvenle ve okyanusun tam ortasında, yani en olmadık yerde aslında uçamayan biri olduğumu, buna aslında yeteneğimin olmadığını hatırlayıp sonhız düşmeye başlarım, kan ter içinde uyanırım.

Sıkça gördüğüm bir rüya da şudur; bir zamanlar öldürdüğüm insanların cesetleri bulunur. Yıllar önce öldürmüşüm ve Poe’nun hikayelerini hiç de aratmayan bir şekilde duvarlara, çimentoların altına gömmüşüm onları. Neden sonra cesetler ortaya çıkar. Polisler soruşturmaya başlar ve çevremdeki çember daralır. Polislerin benden kaçırdıkları bakışlarıyla, onların kuşkularının derinliğini ölçerim. Ve artık kaçışın olmadığını anlarım. Katilin ben olduğumu bulacaklar. Az kaldı. Sadece soruşturmanın selameti açısından, cineyet anını düşünmeye çalışırım, yani anlamlı bir yanıt vermek için. Asla hatırlamam cinayet anını ve nedenini. Öldürdüğüm adamları bile tanımıyorumdur, ama katilin ben olduğuma adım gibi eminimdir.

İlk kocam Reha ile bu boşanma oyunu sırasında gayet iyi anlaşıyorduk. Yani o bana kötülük yapıyordu bu boşanma süreci içinde, gitmemi istemiyordu, bunu söylüyordu ve "bakalım nereye kadar dayanacaksın," diyordu. Benim hayat beceriksizi olduğumu, insanları, ilişkileri “normal” ölçüleriyle tanımadığımı, değerlendiremediğimi biliyordu."Beceremeyeceksin," diyordu. Şunu da diyordu, “ayrılma nedenlerin konusunda haklısın, ama yöntemin yanlış,” işte bu noktada kaybedeceksin ve ben bu nokta üzerinde çalışacağım. Neyse, gidebilmeyi başardım ve centilmence kutladı beni, “oyunu sen kazandın,” dedi. Ama şu konuda haklıydı; cesetleri usulüne uygun gömmeyi beceremem. Onlar rüyamda bulurlar beni ve öyle ya da böyle hesap sorarlar.

Bedelini ben kendi yöntemlerime göre ödemiş olsam da, çember daralıyor, polisler peşimde. Zihnimdeki suçluluk duygusunun müsebbibi ben değilim. Sensin!

* orhan pamuk, benim adım kırmızı kitabından.

4 yorum:

asliberry dedi ki...

Ben de benzer rüyalar görürüm. Polis hep peşimdedir. Ya çalıntı arabayla yakalanmaktan, ya da kapının eşiğine gömdüğüm cesetleri bulacaklarından korkarak soğuk soğuk terler dökerim. Polis köpeklerinin kapının eşiğinde durup koklamaları yüreğimi ağzıma getirir. Öldürdüğüm kişileri de komşularımla beraber yıllardır arıyorumdur üstelik. Şüphe uyandırmamak için elimden geleni yaparken, bir yandan da bu gerçekle daha ne kadar yaşayabileceğimi düşünürüm. Yakalanmasam da katil olma gerçeğiyle başbaşayımdır.

endiseliperi dedi ki...

hmmm! bende köpek yok. hiç olmaz köpek benim rüyalarımda. hep kedi. sinirli, huysuz, oramı buramı tırmalayan minik kediler. geçen gün de alçak, dar kafeslerinde güvercinler vardı. ben onları izlerken biri pat, diye tüneğinden düşüp öldü. öyle bakakaldım.

yok, ben hemen bir suçlu psikolojisiyle davranmaya başlıyorum, hiç öyle katili arar gibi yapamıyorum.

öpüyorum. sevgiler.

barba dedi ki...

Katil;öldüren...Ceset;ölmüşe ait olan...Gömülmüş;gömen...Gömdüğüm; öldüren.

Bedel;ölüm,olmayış...Bedel;yaşam,bir başka türlü.

"Katil" arkasına bakıyorsa, daha güzel ve daha iyi bir gerçeklik için "öldürmediği" kaygısı vardır. Ceset en fazla burasına dokunur, buradan dokunur. Kaygısız öldürme elbetteki olmaz, ama bu kaygı da öldürmeye dahildir, dahil olmalıdır. Olmazsa; katil katil değildir, aslında bir şey de değildir, öldürmek için öldürmüştür en çok, hatta onun için bile değil, sadece can sıkıntısından belki...

Ve bunu "yine" yapmaya aday olduğu düşüncesi, cesetlerle ilgili değildir ilgili değildir.

Cesetler bunun müsebbibi değildir...

endiseliperi dedi ki...

boşver koray. cesetler, ceset olmayı haketmiştir, emin ol. ve sonrası her hesaplaşma sana dairdir ve onları hiç ilgilendirmez. müsebbibi onlar. onlar çok iyi bilirler bunu. sen rahat ol.