Pazartesi, Mayıs 10

yükseltin tavan kirişini ustalar!

barın birinde oturmuş arkadaşımı bekliyordum. orada buluşacağımız konusunda tam bir anlaşmaya varmış sayılmazdık, ama başka bir yer konusunda da anlaşmadığımıza göre orada beklemekten başka bir çare de yoktu. vakit daha erkendi, hem arkadaşımın gelmesi hem de bira içmek için. ancak beklemenin sıkıcılığına da kapılmak istemiyordum. çantamdan arkadaşıma armağan olarak getirdiğim yedi-sekiz kitap arasından, salinger'ın 'yükseltin tavan kirişini ustalar & seymour - bir giriş' kitabını çıkardım. yükseltin tavan kirişini ustalar her okuyuşumda hayranlık, neşe, heyecan, keder duyduğum bir hikaye. bazen defterlere, defalarca, el yazısı ile yazmak isterim bu hikayeyi.

bilenler bilir, salinger'ın anlattığı glass ailesinin yedi çocuğunun en büyüğüdür seymour. ve ben çok düşkünümdür ona. bazen durduk yere aklıma seymour gelir, onu düşünürüm. size yazdım, kendini öldürdü, "muz balığı için mükemmel bir gün' hikayesinde. artık seymour yok. defalarca okuduğum o hikaye şimdiki zamanda geçer ve ben kitapla birlikte seymour'un şimdi'sini yaşarken, ona uzanmayı, onu durdurmayı, onu anladığımı söylemeyi isterim. ama ne kadar okursam okuyayım o hikayeyi, seymour bir sağır dilsiz gibi ya da yaşamdan derinden acı duyan insanların dalgınlığı ile beni duymaz, bavulundan tabancasını çıkarır ve kendini vurur. seymour'ın ölmesine gönlüm hiç razı değil, bu nedenle o hikayeyi daha ne kadar okurum, allah bilir.

garsona bir bira söyledim ve yükseltin tavan kirişini ustalar hikayesini okumaya başladım. seymour'ın 1948'de florida'da, bir otel odasında canına kıymasından altı yıl öncesinde geçiyor bu hikaye. seymour'ın kaderini bilen bir kahin gibi okuyorum hikayeyi bu nedenle. onu öyle çok seviyorum ki, biraz titizleniyorum ve yüreğim hep ağzımda.  sanki tanrı bir iyilik olsun diye beni geçmişe, seymour'ın düğününe götürür bu hikaye ile. hikayeyi anlatan, seymour'dan iki yaş küçük kardeş, buddy. buddy seymour'ı anlamak, onun tuhaflıklarının nedenini bilmek ve ona hayran olmak konusunda beni öyle iyi ifade eder ki, sevgili buddy'ye ne kadar minnet duysam azdır.

aşağıda alıntıladığım hikayeyi, seymour, henüz bebek olan en küçük kardeşi franny'ye okudu. çünkü evde bir kabakulak salgını çıkmıştı ve anne glass, güya karantina bölgesi ilan ettiği seymour'ın ve buddy'nın birlikte kaldığı odaya beşiğiyle birlikte getirmişt franny'yi. gece çığlığı basınca bebek franny, o sırada on yedi yaşında olan seymour, komodinin üstünden el fenerini alıp, kitaplıktan aşağıdaki hikayeyi bulup franny'ye okumuştu. franny büyüyünce seymour'un kendisine bu hikayeyi okuduğu geceyi çok iyi hatırladığını söyleyecekti, ki söz konusu kişi franny olunca buna inanırım ben. franny'yi de çok severim. onu da salinger'ın "franny ve zooey" kitabından yakından tanırım.

hikayeyi okuyup bitirdim. bu sırada üç bira içtim. ancak bakışlarını çevrede tedirgince dolaştıran ve saati dürtükleyen, şu an askıda olan bir poziyonu dolduran 'bekleyen' kişiden çok, seçtiği bir zamanı zevkle geçiren biri gibi göründüğümden olacak, arkadaşım defalarca barı dolaştığı halde beni farketmemiş. telefonum da çalışmadığından bana ulaşamamış. kitap bitince, çantamı toplayıp, bir ihtimal onu bulacağım yere gittim. ordaydı. hafif sarhoştum, aklım seymour'la allak bullaktı, güneş çok parlaktı, o beni bulduğu için çok mutluydu, onu çok özlemiştim.

sanırım o at seçmeye birlikte gidebileciğim bir insan.


chin derebeyi mu, po lo'ya dedi ki: "yaşın epeyce ilerledi artık. ailende senin yerine atlara bakabilecek biri var mı? po lo yanıtladı: "iyi bir at şöyle bir bakınca görünüşünden anlaşılır. ama çok üstün bir at -toz kaldırmayan, iz bırakmayan cinsten- yitiveren, kaçıveren bir şeydir, hava gibidir, ele geçmez. oğullarımın yetenekleri pek o kadar gelişmişs ayılmaz. iyi bir atı ilk bakışta anlarlar, ama üstün bir at için pek bir şey söyleyemezler. bir arkadaşım var, adı chiu-fang kao, odun ve sebze satar, at konusunda benden hiç de aşağı kalmaz. onunla bir görüşseniz"

derebeyi mu, kao ile görüştü ve ardından onu bir savaş atı aramaya yolladı. kao üç ay sonra geri döndü ve bir at bulduğunu bildirdi. "şu anda shach'ida," dedi. derebeyi, "peki nasıl bir at bu?" diye sorunca,, "ha," dedi "boz bir kısrak." ama biri atı almaya gidince hayvanın kömür kadar kara bir aygır olduğu anlaşıld! duruma çok içerleyen derebeyi, po lo'yu çağırttı. "şu senin arkadaşına," dedi, "bir at arasın diye görev verdik; gördün mü yaptığını? bir hayvanın rengini, cinsiyetini ayırt edemedikten sonra bu adam attan ne anlar?" po lo tatmin olmuş halde soluğunu alıp bıraktı. "o mertebeye varmış mı gerçekten? aah, öyleyse, benim gibi on bin at ustası eder o. ben onunla kıyaslanamam artık kao'nun göz önünde tuttuğu şey ruhsal mekanizmadır. özü yakalayabilmek için basit ayrıntıları boşverir; iç niteliklerle uğraştığından dıştakileri göremez. neyi görmek istiyorsa, onu görmeye çalışır; görülmesi gerekmeyenelre bakmaz. nasıl d abir at seçermiş bu kao! demek ki atlardan çok daha iyi bir şeyleri değerlendirme gücüne sahip."

at geldiğinde, gerçekten de üstün bir hayvan olduğu anlaşıldı.

salinger'ın tüm kitapları YKY tarafından yayınlandı. üşenmeyip siteye yazdığım, 'muz balığı için mükemmel bir gün' hikayesi, 'dokuz öykü' adlı kitabın ilk hikayesidir. bu kitapları şiddetle tavsiye ediyorum.

8 yorum:

Hegesias dedi ki...

Haberiniz olsun, Notos'un Haziran-Temmuz sayısının dosya konusu J.D.Salinger.

Adsız dedi ki...

O önünden geçip geçip seni göremeyen arkadaşına çok güldüm Peri, nasıl içi içine sığmaz bir heyecan, nasıl bir şaptirikliktir bu :) Çok yaşayın, e mi? :))

asliberry dedi ki...

Bir keresinde Hanifeyle Saray Muhallebicisinde karşılıklı masalarda oturup, birbirimizi tam 1-1,5 saat boyunca beklemiştik. O zamanlar cep telefonu da yoktu. O cam önünde oturuyordu, dışarıyı seyretmekten beni farketmemişti, ben de her zamanki gibi iç dünyama aşırı odaklanmaktan burnumun ucunu göremeyecek durumdaydım.

endiseliperi dedi ki...

teşekkür ederim, hegesias. salinger hakkında o kadar az şey biliniyor ki. onun bu kendini sakınma halini çok seviyorum. hakkında bilinebilecek ne varsa biliyorum. ama elbette salinger hakkında böyle bir dokümana ulaşmak çok iyi olacak. alırım dergiyi.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

PA,
takdir edersin ki o sırada ben pek gülmedim.şimdi gülüyorum:) yani ona küçücük bir alan ve bir zaman parçası sunuyoruz şurda. o hala mucizelerin rastlantısallığında ya da kesinliğinde oyalanıyor. hey dostum, burdayım, ha!

belki mesele şöyledir: zizek'in yamuk bakmak kitabını okuyorum da, "endişe arzunun nesne-nedeni eksik olduğunda ortaya çıkmaz; endişeyi doğuran şey, nesnenin eksikliği değil, nesneye fazla yaklaşmamız ve böylece eksiğin kendisini kaybetmemiz tehlikesidir. endişe arzunun ortadan kalkmasıyla oluşur."

elbette dalga geçiyorum, arkadaşın endişesi arzunun varlığının onun karşılanmaması sayesinde varlığını sürdürmesi değil, sadece beni bulamamak yüzündendi.

PA, sana mektup yazacağım sonra, tamam mı?

öpüyorum. sevgiler.

Adsız dedi ki...

Sevgili Peri,

Lütfen beni affet, yorumunu okuyunca daha da güldüm. O, Peri'yi böyle tatlı tatlı kızdırmak için yaptım dese bile, inan inanırım, çok tatlı kızıyorsun çünkü. :)

Senin kızgınlığın da, onun şaşkınlığı ve endişesi de çok sevimli, çok güzel. Hah, buldum, siz tam da bu güzel bahar havasısınız.

Bekliyorum mektubunu,

sevgiler, öpüyorum.

endiseliperi dedi ki...

aslı,
sizinki epey komik olmuş gerçekten. aynı yerde oturup birbiirni beklemek... bir kez başıma gelmişti, kemal'ın yeri var ya moda'da, ali ile buluşacaktık, o bir köşede ben bir köşede beklemişim. vakit de azdı, hoş olmadı.

yani ama farkedilmemem tuhaf. dedim ki ona, "herkesin baktığı yöne baksan bile beni görürdün":P

şaka şaka. oluyor böyle şeyler. ne zaman geleceksin bana?

öpüyorum seni, yaman'ı ve memet'i.

endiseliperi dedi ki...

PA,
siteye yazmaya başlamışsın. şimdi farkettim. ama ben iki bira içtim ve aklım hiç başımda değil. çok çabuk sarhoş oluyorum biraz dinleneyim hemen de kendime gelirim. sonra bir kahve içip yazını okuyacağım. okudum şöyle bir ya, birine kızmışsın, kim, nasıl üzmek ister seni aklım almıyor.
canım benim.

hmm... bahar mı? pek bahar değil. zorlu kış koşullarına, her koşulda ve her engele rağmen varlığını sürdürmeye kararlı narin bir şey bu. çok üzülüyorum, her şey ne kadar zor.

çok öpüyorum. bana yaz passive.