Perşembe, Haziran 3

bugün senden*

* siteye uğrayan okurlardan zaman zaman çok hoş mektuplar alıyorum. sevinçle, heyecanla okuyorum ya, okuduktan sonra tekrar zarfa koyup kaldırmak acı veriyor. istiyorum ki bazı mektupları burada yayınlayayım. bu sitede kategoriler yok, çünkü her yazı birçok kategoriyi içerebiliyor. sadece başlık olarak belirleyelim istedim bu kategoriyi ve "bugün senden" olsun istedim. aşağıda fotoğrafını gördüğünüz ayça'nın mektubu var bugün. keyfini çıkarın...


Parmağın Halleri

İzmir'de ilk kez boyoz yediğim gün, "gece olmasa Homeros Vadisine giderim" demiştim. Genelde seyyar satıcılar haşlanmış olarak satıyor boyoz yumurtasını, aslı fırında pişiyor. Çıtır çıtır, sıcacık bir poğaçanın yanında veriyorlar yumurtayı, misinayla keserek beş altı dilim halinde. İstenirse bir de üçgen peynir ama onu da mutlaka seyyar satıcı çıkarıyor folyosundan. Büyük bir özenle hazırlanmış kahvaltı gibi, eğer yakınlarda çay ocağı varsa çayını alıp boyozcunun yanına gidebiliyorsun. Çaycı da sormuyor, alıp bardağını nereye gittiğini. Boyoz tezgahının üstünde bir güzel kahvaltı yapıyorsun, tanımadığın başka boyoz severlerle birlikte. Kahvaltı edemeyip evden çıkanlar için bir çare değil İzmir'de boyoz, tercih edilmiş bir kahvaltı. Üstelik ilk yediğimde akşamdı. Homeros vadisine gidebileceğim tek bir taşıt bile bulamazdım.

Ben sesli düşündüğümü bilmiyordum vadiye gitmek istediğimi söylerken, arkamdan bir ses "Bende geceleri boyoz yediğimde Homeros Vadisini düşünürüm."dedi. Arkamı döndüğümde, Sevgi Yolun'nda takı tasarlayıp satan kızı gördüm. Orada performans yaparken, tezgahını bırakıp gelen takıcılardan biriydi. Oyun esnasında gördüğüm yüzlerin bazılarını unutmam. O da unutmadığım yüzlerden biriydi ve şimdi gülümseyerek yanıma geliyordu. Satıcıyla hiç konuşmadan ellerini yatay biçimde, avuç içleri birbirine bakacak biçimde kapadı. "Hemen abla" dedi satıcı. Ben bakıyorum ellerine, o hareket neyi ifade ediyor diye. "Birazdan görürsün" dedi. Satıcı hemen iki poğaça arasına üçgen peynir koydu, ezdi, yanına da hemen bir yumurta dilimledi. Gülümsedi kız, bana dönüp göz kırptı.

Rıhtıma indik, dalgakıranın üstüne oturduk. Çok güzel görünüyordu şimdi sadece ışıklardan oluşan şehir. İskelenin yanındaki midyeciye yürüdüm, ikinci mideyeyi yerken takıcı kız geldi. "İndirim yapmayın ama limonu bol sıkın lütfen.", "hay hay" diyor adam, gerçekten de lafta onay verenlerden değil kandırmadan sıkıyor limonu. "Mardin'in neresindensiniz."diyorum ağzımdaki yağı silmeden. Nereden anladığımı bilmiyor takıcı kız adamın nereli olduğunu, oysa hiç şiveli de konuşmuyor. "Midyat" deyince takıcı kız soruyor "nasıl bir yer", adam sadece "çok güzel" diyebiliyor gözleri dolu dolu. "Sarı... Gri ve çıplaktır." diyorum. Başını hayretle sallıyor adam gözlerime bakıp. Nasıl özlemiş memleketini. Sayıyoruz kabukları, fazladan veriyorum. Tekrar dalgakırana giderken takıcı kız sormak istiyor, o sormadan söylüyorum "Midyecilerin çoğu Mardin'lidir. Onların denizi yoktur ama midye yapmayı onlar iyi bilir." Bu kez ben göz kırptım.

Sessizdik. Takıcı kız şarkı söylemeye başladı, bulutlar çekilince, ay çırılçıplak kaldığında. Deniz kapkaranlık ve ay yakamoz oluşturmayacak kadar yakınımızdaydı. Dalgaları görmüyor ama sesini duyuyorduk. Şarkıyı bitirince küçük bir kağıt attı denize cebinden çıkarıp. Sormadım neden attı, ne vardı kağıtta, gördüğüm tek şey yüzen beyaz kağıdın denizi belirginleştirmesiydi. Ne kadar yüksekti su, nasıl deviniyordu görüyordum şimdi. Karanlık suyun içinde kağıt bembeyaz parlıyordu.

Eve döndüm, çok güzel bir uyku çektim, çay kokusuyla uyandım. Akşam olunca performansa çıkıp, rıhtıma gittim. O midyecii duruyordu orada, gülümsedim. Adam beni görünce gülümsedi, karnım toktu, gece için paket yaptırmak istedim. O midyeleri koyduğu torbaya, peçete ve limonda koymayı ihmal etmedi. "Midyeleri yedikten sonra arkadaşım şarkı söylemeye başladı." dedim. "Arkadaşınız kim?" dedi, anlamadı. "Birlikte midyelerinizi yediğimiz, memleketinizin nasıl olduğunu soran kız." dedim. Hiç bir şey anlamadım.

Midyeleri alıp, oturduğumuz yere koştum. Suda bembeyaz bir parça kağıt yüzüyordu. Parmağımla göstermiş ama konuşamamıştım.

Sevgiyle...
Ayça Yaşıt

6 yorum:

erhan b. dedi ki...

bu yazıda yalnızlığa çok özel bir vurgu var.

izmir'in bir yalnızlar şehri veya belki de ben bu izmir'in en yalnız adamıyım ve izmir bu yüzden bana öyle bi şeymiş gibi geliyor veya bu yazıyı da diğer çoğu şeyi olduğu gibi ancak bu bağlamda okuyabiliyorum ve bu yüzden hemen yalnızlığa gönderme yapan bir metin olarak nitelendirdim.

boyoz süper bir şeydir fakat.
ve izmir'i sırf bu yüzden bağışlayabilirim.

şenay izne ayrıldı dedi ki...

heyy, bugün bana yazdığınız bir mailin bir kısmını arkadaşımla paylaştım. bilinç çakışması oldu. çok sevdim.

endiseliperi dedi ki...

ben boyozu bilmiyorum lakin. yani yumurtayı haşlarsan haşlanmış yumurta olur, evet ateşte pişirince öyle kabuklu filan, boyoz ismini hakedecek kadar ilginç bir şey oluyordur.

ben ayça'nın mektubunu çok beğendim. hiç hüzünlenmedim erhan bey, yalnızlık filan, siz deyince tekrar okudum, vurguyu yalnızlığa yapmak için gerçekten de yalnız olmak lazım, yahu. ben sevinçli bir duyguyla okudum. size tuhaf gelecek belki ama ben en çok, bir şeyi anlamak için onu kontrasıyla değerlendirmek gerektiğine ilişkin olan, beyaz kağıtçık, dalgalı, kara deniz imgesini sevdim.

ayça'nın süper, meteorlu filan bir rüya mektubu da var, belki onu da sonra yayımlarım.

endiseliperi dedi ki...

şenay,
hangi mailimin hangi bölümü acaba? güzel bir şeyler mi yazmışım bari?
hem arkadaşın ne dedi? ödeşmek için onun mailinin bir parçasını da bana göndermelisin:p

ben de sevdim, şenay.

şenay tomar tomar para kazanacakmışsın, ne sevindim yahu. şimdiden zengin olmuş gibi kaybedeceğin duvarına üzülmüşsün ya, seviyorum seni.

mavi dedi ki...

İzmir böyledir işte. Aynen anlatılan gibi. Rahatça gider alıp boyozu, yumurtayı yaparsınız kahvaltınızı. Bir bayan olarak bile dikilip midyecinin başına yerimde yerim. Doygunluk hissi vermemesi ne kötü. Yedikçe yiyesi gelir insanın. Sonunda da peçete ve kolonya ikramı çok ince bir düşünüştür kimi midyecilerde.

endiseliperi dedi ki...

ah mavi balon,
evet! evet, dediğiniz gibidir muhakkak! ne tatlı tatlı anlatıyorsunuz... kimi midyecilerin peçete ve kolonya ikramındaki ince düşücenliliğe ben de sizin dilinizde bayıldım.

sevgiler.