okulum
onbeş yaşlarında filan olmalıyım... kız lisesinde, yatılı okuduğum zamanlar. sanıyorum ki o günlerde, dünya beni hiç anlamıyor, hiç de anlamayacak. pazar akşamı okula dönen kızların yüzünde silinmiş makyaj izleri, dillerinde oğlanların isimleri. bense daha üniversiteye kadar hiç gelişmeyecek incecik bedenimle, kırmızı balıklı havuzun başında kütüphaneden aldığım kitaba düşmüşüm. benimle ne konuşsunlar... "evet, kimya sınavı salı günü. defterimi tabii ki veririm."
hiç yeteneğimin olmadığı tiyatro bölümüne girmiştim. tiyatro hocam murat abi ile ne zaman kitaplardan konuşmaya başladık, ben ne zaman dünyadan bir insanın beni anlama ihtimali ile sevindim hatırlamıyorum hiç. valinin uyukladığı moliére'in kibarlık budalası oyunumuzdan sonra murat abinin dersleri bitti ve onu bir daha hiç görmedim. ama konuşmalarımız, ben üniversiteye gidinceye kadar süren mektuplarla devam etti.
içimde aşk yoktu, ancak yazın adana'daki okuldan döndüğüm kasabamızda, o uzun, sıkıcı yaz günlerinde, balkonlarda postacıyı beklerkenki sabırsızlığımda aşk vardı.
geçen gün hiç girmediğim salona bir nedenle girip her şeyi tıkıştırdığım çekmeceli dolabı açtığımda, her nasılsa bir ikisi kalmış mektuplarını gördüm murat abinin. ona gerektiği gibi teşekkür edebildim mi, bilmiyorum... kafası karışık bu küçük kıza yazmak için zaman ayırarak, sorularıyla, önerileriyle, anlattığı kitaplarla biraz daha doğru büyümesine yardım ettiği, yalnızlığını azalttığı için.
girl reading a letter in an Interior
peter vilhelm
16/8/1984
ADANA
peri,
hızla giden bir aracın yavaşlaması gibi oldu mektuplarımız. elbette doğal karşılamalı diyeceğim. fakat nedenini de yabana atmamalı. birincisi birbirimizden uzak olmamız. öyle değil mi? yani birlikteliğimiz somut değil. ikincisi, bundan dolayı kendimizce daha somut olan çevremizdeki güncel sorunlarla uğraşıyoruz. geriye bir hatırlama ya da gönül alma kalıyor.
bunları düşünerek oturdum yazmaya. son mektubundaki o duygusuz, kupkuru psikolojin sanırım bana bunları düşündürdü. istersen canlanalım! şöyle bir silkelenip yine eski günlerin sıcaklığına varalım? gerekirse tartışalım, ama var olanı bozmayalım?...
vedat türkali'ye "birgün tek başına" ile bir kez daha hayran oldum. sanırım onu bizim gözümüzde yücelten o psikolojik analizlerini yadsınamaz gerçeklikle aktarması. daha başka kitaplar da okudum ve okuyorum. voltaire'nin "kandid ya da iyimserlik üstüne" adlı felsefi romanını server tanilli'nin türkçe'sinden okudum. beni mahvetti. mutlaka okumalısın. latife tekin'in ilk romanı "sevgili arsız ölüm" de bambaşka birşey. o geçişi, köy-kent karmaşasını ve yoz kültürün etkilerini öyle anlatmış ki ifade edemiyorum. insan okuduktan sonra şöyle bir düşünüp ilginç diye dudak büküyor. ayrıca orhan hançerlioğlu'nun "özgürlük düşüncesi" adlı kitabını ele geçirdim, okuyorum. mutlaka okunmalı diye düşünüyorum. işin ilginci insan okudukça daha çok okuması gerektiğinin farkına varıyor. "hani bir arpa boyu yol gitmek" deriz ya onun gibi...
sana öykü yazmaya çabala demiştim, düşündün mü? yoksa hiç denemeyi düşünmüyor musun? deneme dedim de; benim yeni aşkım olma yolunda deneme... bilmiyorum hiç alıcı gözüyle bir deneme inceledin mi? çok ilgimi çekiyor. benim de alışkanlığım bu... sanat alanında bir konuda fikir sahibi olmak için bir süre ondan başka bir şey düşünemiyor, onu yiyor, onu içiyorum. bir zamanlar ortaoyunu, şiir, oyun yazarlığı, öykü ve şimdi de deneme. bu "maymun iştahlılık" değil. tam tersine gerçekte hiç uğraşmayacağım bir konu da olsa merak edince öğreniyorum.
farkında mısın artık mektuplarımızda şiir de yok? yoksa behramoğlu'nu eskisi kadar sevmiyor musun?
kanlı canlı mektuplar bekliyorum.
m.y.
6 yorum:
Bence de mektup, her zaman
Keşke hala yazan olsa...
Çok duygulandım mektuba peri abla!
Saygılar,Arda
Peri, peri: Bir de "Sen bana yaz ama ben pek beceremiyorum" diyenler var. Ne dersin, beni kandırıyorlar mı?
(sevgiler)
simdi okuyunca farkettim ve uzuldum mektuplarin hayatimizdan silinisine...
oysa ne guzeldi onlari yazmak, beklemek, okumak... neden herseyin kolayina kacmak hosumuza gidiyor ki.
huzunlendim bak simdi :(
şu koyu satırlarda bir kanal sıçraması mı var;
"yoksa hiç denemeyi düşünmüyor musun? deneme dedim de; benim yeni aşkım olma yolunda deneme... bilmiyorum hiç alıcı gözüyle bir deneme inceledin mi? çok ilgimi çekiyor."
gerçi üstüme vazife olmasa da biraz garipsedim de...
eyvallah arkadaşlar.
Yorum Gönder