Pazar, Ağustos 8

sıcak kaçınılmazsa...

fela kuti

Fela Kuti (Tam adıyla Fela Anikulapo Kuti) 1997'de öldüğünde, kimse anlayamıyordu dünyamızdan büyük bir dehanın, olağanüstü bir insanın daha sessizce ayrıldığına. Bir büyük ses daha eksilmişti oysaki kulaklarımızdan, hayatımızdan. Guardian gazetesinin müzik eki geçenlerde ‘ölmeden önce dinlenmesi gereken 1000 albüm” listesini yayınladı. Orta iki sayfası Fela Kuti’ye ayrılmıştı. Gazete Fela’nın iki yumruğu sıkılı siyah beyaz bir resmine yer verdi. Çünkü müzik hiçbir zaman sadece müzik olmamıştı Fela Kuti için. Müzik onun için aynı zamanda bir eylem biçimi, bir ayağa kalkış şekli, bir isyan, bir güçtü. Yani O’nun deyimiyle, “Music is the Weapon…” “müzik bir silahtır.” Nijeryalı sanatçı Fela Kuti şarkıcı, şarkı sözü yazarı, saksofoncu, piyanist, politik bir aktivist ve aynı zamanda bunu inkar etmeyen bir cannabis içicisiydi. Bir şarkısında aynen şöyle sesleniyordu: “Zombie won't go unless you tell him to go. Zombie won't stop unless you tell him to stop”

Kuti bu şarkıyı Nijerya'da iktidarda bulunan General Obasanjo'nun askeri cunta rejimini eleştirmek için yazmıştı. Kuti’nin siyahi vatandaşları zombilerin rejimi altında baskı görüyor, horlanıyor, eziliyor ve yoksulluk içinde yaşıyordu. Oysa Nijerya petrol bakımından dünyanın sayılı kaynaklarına sahipti ve işbirlikçi cunta yüzünden bir türlü istikrarı yakalayamıyordu. Nijerya gençliği ‘Zombie’ şarkısıyla Fela Kuti’yi askeri rejime karşı ayaklanmanın bir simgesi olarak bağrına bastı ve Kuti 1997'deki ölümünden bu yana siyasal ayaklanmanın bir sembolü olarak yaşamaya devam etti.

Fela Kuti, Nijerya’da Abeokuta’da, Ogun State denen bölgede orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Annesi Funmilayo Ransome Kuti İngiltere’ye karşı yürütülen sömürgecilik karşıtı hareket içinde etkili bir feministti. Babası Israel Oludotun Ransome Kuti ise aynı zamanda Nijerya Öğretmenler Sendikası’nın ilk başkanı olan Protestan bir rahipti. Fela 1958’de tıp eğitimi almak üzere Londra’ya geldi. Ama O tıp eğitimi yerine çok sevdiği müziği seçti ve Trinity Müzik Okulu’nda müzik eğitimi aldı. Londra’da Koola Lobitos isimli ilk grubunu kurdu. Yaptığı müziğe daha sonra Afro Beat ismi verildi. Kuti’nin tarzı Amerikan Jazz ve Afrikan Funk karşımı zengin bir müzikti. 1961’de ilk karısı Remilekun Taylor ile evlendi. Ondan Femi, Yeni ve Sola isimli üç çocuğu oldu. 1963’te Nijerya’ya geri dönen Kuti, Koola Lobitos isimli müzik grubunu kurdu. 1969’ta grubuyla birlikte bu kez Amerika’nın yolunu tutu. Orada ‘Black Panther Party’den Sandra Smith ile tanıştı. Bu tanışma onun geleceğine yön verecekti. Çünkü Fela Kuti, ‘Kara Panterler’le birlikte ‘Black Power’ı yani “siyahi güc”ü keşfetmişti. Kara Panterler, dünyada o yıllarda gelişen öğrenci ve işçi hareketlerinden etkilenen bir grup siyah gencin kurduğu, ABD tarihinin en radikal ve en çok ses getiren oluşumlarından biriydi. Onlar Martin Luther King’i burjuva hareketi olarak görüyor ve asıl olanın varoşlara ve şiddete dayanan bir yoksul siyah hareketi olması gerektiğini savunuyorlardı. Onun müziğini ve düşüncelerini çok etkileyen bu yıllar, aynı zamanda Fela’nın politik kimliğinin şekillendiği yıllar da olmuştur. Bir süre sonra grubunun adı ‘Nijerya 70’ olarak değişmiştir. Amerika Göçmenlik ve Çalışma Bürosu yetkilileri onun izinsiz ülkede olduğunu söyleyerek sınırdışı etmeye çalışmaları üzerine, Los Angeles’ta ‘The 69 Los Angeles Sessions’ isimli albümünü çıkarmıştır. Fela Kuti daha sonra Nijerya’ya döndü ve ‘Kalakuta Republic’i kurdu. Kalakuta Republic, müzisyenler, Fela’nın ailesi ve arkadaşlarının bir araya gelmesiyle oluşturdukları, stüdyo faaliyetlerini yürüttükleri ve kendi inandıkları gibi yaşadıkları komünin adıydı. Komünde ücretsiz sağlık hizmeti ve müzik çalışmaları öne çıkıyordu. Kalakuta bir süre sonra Nijerya devletinden bağımsızlığını ilan etti. Fela Kuti bu yıllarda, Ransome olan diğer soyadını da kölecilikten geldiği için değiştirip yerine Anikulapo’yu seçmişti.

Ama Nijerya’da baskılar Fela’yı rahat bırakmayacaktı. Kalakuta Republic’teki stüdyosu sürekli polis tarafından basılıyor ve stüdyodakiler gözaltına alınıp dayaktan, işkenceden geçiriliyordu. En son 1974 yılında yine bir polis baskınında, Fela gözaltına alınmış ve cannabis bulundurduğu için büyük işkence görmüştü.

Bunun üzerine, 1977 yılında Fela ‘Zombie’ isimli tüm dünyada yankı uyandıran albümünü çıkardı. Fela Kuti bu şarkısında, Zombie’yi bir metafor olarak kullanmış ve Nijerya ordusunun halka karşı kullandığı metodları eleştirmişti. Aynı yıl General, Olusegun Obasanjo, Fela Kuti’den Lagos’ta bir festivalde sahne almasını ve şarkı söylemesini istedi. Fela generalin isteğini reddetti. Bunun üzerine Fela’nın komünü binlerce asker tarafından basıldı. Dansçıları ve şarkıcıları tecavüze uğradı. Annesi pencereden aşağı atılarak öldürüldü. Fela’nın Kalakuta Cumhuriyeti, enstürümanları, kasetleri ve içindeki tüm malzemelerle birlikte yerle bir edilip, yakıldı. Fela, cuntaya, annesinin cenazesinde “Coffin for Head of State” ve “Unknown soldier” isimli iki şarkısıyla yanıt verdi.

1978’de Kalakuta baskınının yıldönümünde grubundaki 27 dansçı ve şarkıcıyla aynı anda evlenmişti. Bunu Nijerya devletini protesto etme amaçlı bir eylem olarak açıklamış ve daha sonra ise bunun yanlış olduğunu söylemişti. Aynı yıl Accra’daki konserinde büyük bir isyan çıkmış ve Ghana’ya girmesi yasaklanmıştı. Kuti bir diğer ünlü şarkısı I.T.T’de ise, ‘International Thief Thief’ diyerek, Nijerya’yı soyan uluslararası şirketleri eleştiriyordu.

1979’da kendi politik partisi olan “Movement of the People”i kurarak, yolsuzluklar ülkesi Nijerya’da başkanlık seçimlerinde aday oldu. Ancak adaylığı reddedildi. 1980’de Egypt 80 isimli yeni bir grup kurarak müzik yapmaya devam etti. 1984 yılında askeri rejim tarafından yeniden hapse atıldı. 20 ay sonra insan hakları örgütlerinin yürüttüğü kampanya sonucu General İbrahim Babangida tarafından serbest bırakıldı. Hapisten çıktıktan sonra Amerika ve Avrupa’yı kapsayan başarılı turnelere çıktı. Politik olarak aktif çalışmalar yürütmeye devam etti. Bono, Carlos Santana ve Neville Brothers’la birlikte aynı sahneyi paylaştı.

Afro Beat akımının öncüsü isyankar şarkıcı, Fela Kuti 1997 yılının 3 Ağustos günü milyonlarca Afrikalı gibi AIDS’ten öldü.


yukarıdaki yazı, "açık gazete" sitesinden, ali keskin'e ait. teşekkür ederim.


şu çıldırtıcı sıcağın saldırısıyla mücadele etmek yerine, üstünüze ince bir elbise giyip, elinize hafif bir içki alın ve fela kuti dinleyin. zevk almanız kaçınılmaz.




the visitor
thomas mccarthy


nerden çıktı fela kuti? şurdan: arçil'le anlaşma yapıyoruz: akşamları, oyuna ara verdiğinde bir film izliyorum. ben önce başlamışsam, filmin bitmesini o bekliyor. aynı anda yapamıyoruz." internetin hızını yükseltsek mi?" gibi yorgun bir sohbet başlatıyor aramızdan biri ve ertesi sabah çoktaan unutmuş oluyoruz bunu. indirmeden izliyorum filmleri, fena olmuyor. dün seçtiğim film de çok hoştu. fela kuti'yi o film sayesinde keşfettim. bilmiyordum hiç. filmin adı, "the visitors". thomas mccarthy yönetmiş. yalnız yaşayan, hayatla tüm anlam bağı kopmuş mutsuz mu mutsuz  profesörü richard jenkins muhteşem oynamış. tanımadınız mı? hani "six feet under" dizisinde ölmüş babanın hayaletini oynayan... dizilerden filan bahsediyorum ya, eskiden izleyip hatırladıklarım bunlar. şimdi evimizde tv yok, izlemiyoruz. bazı günler arçil'le "tv alsak mı?" sohbeti de geçiyor aramızda ya, bir esneme ile dondurmayı kaşıklarken bu sohbet de eriyip gidiyor.

profesörün, verdiği eğitimle, öğrencileriyle, meslektaşlarıyla ilişkisi epey kopuk. sevmiyor, mesafeli ve medeni bir şekilde tersliyor, olumsuz yanıtlar veriyor, yazdığı, yazmakta olduğu kitaplar bile ilgisini çekmiyor. connecticut'da yalnız başına oturuyor, aldığı piyano dersini de iptal ediyor, bir konferans nedeniyle new york'a gitmesi gerekiyor, oradaki evinin kapısını açtığında...

suriyeli bir çifte profesörden habersiz kiralanmış evi. tumba çalan genç adamla arasında harika bir ilişki başlıyor, tumba dersi alıyor ondan profesör. bu tumba çalan adam nefis.  öyle önyargısız, öyle teşvik edici, öyle dürüst, öyle neşeli, öyle yetenekli, ama mütevazi ki... film devamında, sınırdışı edilme, insafsız, mantıksız göçmen büroları uygulamaları, insanın vatanı neresidir, gibi sorunlarla devam ediyor. ama hiç bağırmadan, öyle sessiz, içten, samimi, siyaset filan yapmadan... oyuncular iyi oynamış da yönetmen de fena değil yahu diyip, araştırıyorsunuz. amerikalı, yakışıklı, ama nasıl desem sığ, artist görünüşlü gençten bir oğlan bu thomas mccarthy.


the station agent
thomas mccarthy

bir film daha yönetmiş. hangisi? aa izledim ben bu filmi ve çok sevmiştim yahu. the station agent! burda bir cüce var. çok sevdiği arkadaşı ölünce new jersey dolaylarında yemyeşil bir yere geliyor. galiba eski bir tren istasyonunu ev olarak düzenleyip yaşamaya başlıyordu.  bu cüce öyle karizmatik ki, çok hoş bir ses tonu var, derin derin, şekspiryen bir tarzda konuşuyor... çok karakterli, sessiz, işine gücüne bakıyor. inzivaya çekilmek istemiş, ama orada geveze bir satıcı var, bir de orta yaşlı, sorunlu, hoş bir hatun. pek inzivaya çekilmesine izin vermiyorlar. bu sarışın hatunla bizim cüce arasında bir de ilişki yaşanıyor, filan. yani neden olmasın. oyuncunun adı peter dinklage. hayır hayır!... hata yapmayın; "in bruges" adlı müthiş tatlı filmdeki cüce, peter dinklage değil. ben de uzun zaman öyle sandım.

bu sıcaklarda ne yapılır? evden çıkmıyorum. kitap okuyup, müzik dinleyip, film izliyorum. bol meyve, bol su. bir de sabahları aç karnına bir tatlı kaşığı kantaron yağı yutuyorum. mucizevi bir şey olarak tanıtılan bu yağ, mide bulantıma çok iyi geldi. gündüz sıcakta yemek yeme işini meyve ve salata ile geçiştirsem de akşamları gayet güzel yemeğimi yiyebiliyorum onun sayesinde artık. ayrıca tina'nın tırmaladığı yere hemen kantaron yağı sürüyorum, sanki o müthiş pahalı yara kremlerinden çok daha etkili. ayrıca bence yüze filan da sürmek lazım ondan. unutmayın, adı kantaron yağı, aktarlarda filan bulursunuz. bağışıklık sistemini müthiş güçlendiriyormuş.

Hiç yorum yok: