Cumartesi, Eylül 18

ama george bu nasıl yalnızlık...



the american-centilmen
yön: anton corbijn
oyn: george clooney, violante placido, thekla reuten, paolo bonacelli


george clooney her ne kadar ciddi filmlerde, hem de çok iyi oynasa da benim için hafif filmlerin eğlenceli aktörüdür. tipim de değildir, ne bakışları etkiler ne de herhangi bir repliğine yaptığı kişisel vurgusu. yakışıklı bulunan yüzü benim için nefes aldırmaz derecede sıkıcıdır, ki zaten kusursuz yüzler nasıl da sıkıcıdır.

hal böyleyken, dün gece izlediğim centilmen filminde gc, onun hakkındaki fikrimi kendi lehine epeyce bulanıklaştırdı. bir kiralık katili oynuyordu. biz, "ah yalnızım," filan diyoruz ya, nasıl da yalan, yalnızlık denen o trajik duygu ne menem bir şey, onun yüzüne bakın, anlayın.



film, ağır, yavaş, sessiz, konuşmasız. eski casus filmlerine benzer bir hava var filmde. her şey yabancı, binalar duvar gibi, tehlikenin nerden, kimden geleceği bilinemez ve örtülü konuşmaların gizemli havası izleyiciyi gerdikçe gerer. isveç ve italya'da geçiyor film ve diğer oyuncular da o ülkelerin, bizim tanımadığımız yerel oyuncuları, ki bu durum, filmdeki tek tanıdık yüz olarak izlediğimiz gc'nin yalnızlığını destekleyen bir etki yaratıyor. aksiyon yok, konuşma yok, o halde gc'nin yüzüne bakacağız. o, yalnız, yorgun, geçmişinden bıkmış ve geleceğine ilişkin bir plan yapabileceği tek anlamlı sevgi ilişkisi yok hayatında... bu duyguyu tarif ediyor yüzü gerçekten de.  yürüyüşü, duruşu da. işinde uzman. bir silahı daha etkili yapabilmek için uğraşırken görürüz onu uzun uzun, bir sporcununki kadar mesleki çalışma malzemesi olan bedenini kollar filan. italya'da bir kasabaya gelir. bu yabancı kasabada bir iş nedeniyle sabırla beklemesi gerekir. bir yerde yabancı olarak bulundunuz mu hiç yalnız başınıza? berbattır. ben avukatken icra işlemleri, duruşmalar için sağa sola giderdim. hayaletmişsiniz gibidir ya da hayalet bir şehre gelmiş gibi.




gc, meslek icabı da kimseyle ilişki kurmamalı ya, o kasabanın genelevinde çalışan, italyan sıcakkanlılığına sahip, sevimli bir fahişe ile birlikte olur ve sonra sevişeceği zaman da hep onunla birlikte olmak ister. yani onda aslında normal, insani bir sadakat anlayışı vardır. gerçekten bıkmış, usanmış, normal bir hayat yaşayan, sıradan biri olmak istiyordur. kendisiyle aynı meslekten bir sarışın hatun da ziyaretine gelir bazı talimatlar vermek ve denetlemek için ve iki ayrı ırktan iki hatun bu kadar mı insanda farklı duygular bırakır, yahu. baksan ikisi de kadın oysa. neyse.




filmi, gc'nin hep tetikte halini izlerken şunu düşündüm, "şimdi" hakkında bir odaklaşma sorunumuz vardır ya, şimdi, geçmişin ya da geleceğin tacizine maruz kalır hep nerden baksan, özel anlamı olan hallerde bile şimdiye, gelecekte, hatırlanması iyi olan bir geçmiş parçası olarak dikkat kesiliriz ya, bir tetikçi için oysa şimdi tam anlamıyla şimdi yaşanan bir şey. inanılmaz. yaşadığı her şimdi anına ürpertiyle, gerginlikle dikkat kesilmesi yani...

filmi izleyin. sıradan, sabırsız, aksiyon beklentili, george clooney ezberi ile filme gidenler hayalkırıklığına uğramışlar, ama siz seveceksiniz filmi bence.


bu arada sürekli diyorum ki kendime alacağın kitaplar için internette bir kitap satış sitesine gir, sepete at, topluca sipariş ver. daha ekonomik bir yöntem de olsa bunu yapmayı hiç sevmediğimi farkettim. bugün kitapçıda yavaş yavaş dolaşıp,  kitapları kucağımda topladığımda, istediğim kitap alışverişinin bu olduğuna karar verdim.

edward said-joseph conrad ve otobiyografide kurmaca, joseph conrad-narcissus'un zencisi, joseph conrad-talih.

yarın da hava böyle güzel olursa bir parka gidip okuyacağım kitabımı, sonbahar ne güzel.

6 yorum:

ali akay dedi ki...

kadem kadem gece gelişi Naili o mehin... neyse selam ey,

Her şeye tıpatıp uyan ve her şeyi çoktan bilenlerin şarkısı:

bir şey yapılması gerektiğini ve de hemen
çoktan biliyoruz
ama daha erken olduğunu bir şey yapmak için
ama artık geç olduğunu bir şey daha yapmak için
çoktan biliyoruz

ve işlerimizin yolunda olduğunu
ve bunun böyle süreceğini
ve bunun anlamı olmadığını
çoktan biliyoruz

ve suçlu olduğumuzu
ve suçlu oluşumuzda bir suçumuz olmadığını
ve elimizden bir şey gelmeyişinde suçlu olduğumuzu
ve bunun bize yettiğini
çoktan biliyoruz

ve belki de ağzımızı tutmanın daha iyi olacağını
ve ağzımızı tutmayacağımızı
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz

ve kimseye yardım edemiyeceğimizi
ve bize kimsenin yardım etmeyeceğini
çoktan biliyoruz

ve yetenekli olduğumuzu
ve hiç ve gene hiç arasında seçme yapabileceğimizi
ve bu sorunu temelden incelememiz gerektiğini
ve çaya iki tane şeker attığımızı
çoktan biliyoruz

ve baskıya karşı olduğumuzu
ve sigaraların pahalılaştığını
çoktan biliyoruz

ve her seferinde bir şeyin olacağını önceden kestirdiğimizi
ve her seferinde haklı çıkacağımızı
ve bundan bir şey çıkmayacağını
çoktan biliyoruz

ve her şeyin yalan olduğunu
çoktan biliyoruz

ve bir şeyi atlatmanın her şey değilde hiçbir şey olduğunu
çoktan biliyoruz

ve bizim bunu atlatacağımızı
çoktan biliyoruz

ve bütün bunların yeni olmadığını
ve yaşamanın güzel olduğunu
ve bunun her şey olduğunu
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz

ve bunu çoktan bildiğimizi
çoktan biliyoruz.


Hans Magnus Enzensberger

endiseliperi dedi ki...

svediğim bu şiiri tekrar okumak ne güzel oldu. teşekkürler, ali akay.

sevgiler.

ali akay dedi ki...

kadem kadem gece teşrifi Naili o mehin / cihan cihan elemi intizara değmez mi

nedir, teşrifi yerine gelişi yazmışım, hata benim.

endiseliperi dedi ki...

olsun. ister teşrif buyurun, ister gelin... hepsi bir bizim için.

miso dedi ki...

Pericim

Biz de dün gittik bu filme. Ilgaz'ın annemde kalma günü cumartesi; bir aksilik olmazsa ya sinemaya gidiyoruz, ya eve gelip film izliyoruz, ya da Kızılay'daki Göksu'da kafa çekiyoruz. Kararında içiyoruz ama, çok dikkatliyim bu konuda, çünkü orada insan sonsuza kadar kalabilir gibi geliyor geçen ilk saatin sonunda.

Neyse, filmi diyordum, lafı dolaştırdım. Ben George Clooney'e bayılıyorum, aman doktor, gel beni iyileştir diye seslenmek istiyorum
kendilerine :) Dünkü filmi de beğendim aslında. Yalnızlığı çok dokundu bana; hepimizin içindekini o gayet afişe bir şekilde yaşıyor. Cidden insansız; etrafında yüz kişi olup da Oskar'lık oynamıyor. Öyle yani. Bu da pek yaman bir çelişki değil mi sonuçta? Bir de İtalyan Clara'ya bittim; neler oluyor bana yahu dedim müdürüme, o da bana Aydemir Akbaş dedi. :))

marruu

endiseliperi dedi ki...

göksu'yu çakaramadım, miso. benden sonra açılmış olmalı. ankara'ya gidersem mutlaka uğrayayım. nerde acaba tam olarak? yağmur'a sorarım olmazsa. ya, evet, ilk içkiden sonra -içki dediğimde, bira- insan o sarhoşluğun kuşattığı hayal alemine benzer mekanda sonsuza kadar o kendisiyle yaşamak istiyor. sarhoşluğun düşüncelere, duygulara verdiği o aşırılık, o parlaklık nerdeyse sahteleştiriyor onu. gördüğün kendin miydi? ayık halinin yuvarlak hatlı, törpülenmiş zihniyeti ile o sipsivri, alaycı, küfrü zor zapdetmiş, kahkahasını ise hiç zaptetmemiş insan, aynı insan mı? içmeyelim misocan, duralım. hatta nane çayı filan içelim, evimize gömülüp, dünya bizi unutuncaya, biz dünyaya katlanma yolu buluncaya kadar.

hmmm... demek sen de geroge clooney sevenlerdensin. açıkça diyorum, bendeki etkisi zero! hani dünyada bir o bir ben kalsam, allahım yaa, neden yani, diye sızlanacak kadar. nedenini bilmiyorum hiç. ve fakat bu filmdeki yalnızlığı ve mutsuzluğu öyle dokunaklıydı ki bende şehvetin kardeşi şeklinde duran şefkat ayaklanmadı desem yalan olur. eh, şefkat ayaklanmışsa bir kere, duygularının tonlarıyla oynayarak istediğin şeye benzetebilirisn sonrasında onu.

italyan clara'ya ben de bittim, sevgili adaşım aydemir. o çarpık dişleri ile gülümsemesi ne sevimliydi. komşu kız, cavidan gibi sanki, öylesine sıcak. sana diyeyim sevimlilik yoksa, güzele, güzel der misin allah aşkına? ben derim de eğer sevimlilik şeysine hiç ihtiyaç duymayan küstah, zehir gibi zeki, şaşırtıcı, kibirli bir tarzı kusursuz şekilde, dozunda sunuyorsa. bak, o da iyidir şimdi. ama insan çirkinse bile sevimliyse, şahane, güzelliğe gerek bile yok. sevimlilik dediysem de o da dozunda olacak elbette. şakara batmış gibi ne o öyle, bayar insanı.

neyse.

miso'cuğum ne hoş. çocuğu anneye bırakıp koca ile sinemaya, içmeye gitmeler... müthiş sağlıklı bir düzen.

mutluluklar, sevgiler ve ılgaz'a kocaman öpücükler.