Pazartesi, Eylül 20

"conrad, varoluşun bütün mekanizmasının içine çekilmişti." richard curle


"conrad'ın 'içine çekilişi', bir yandan bilinçli olarak hayatın karmaşıklıklarına epeyce huzursuz bir tabiyet hissetmesiydi, diğer yandan bu tabiyetle bir oldubitti olarak değil, sürekli yenilenen bir bir yaşama edimi olarak, bir insanlık koşulu olarak değil, insanileştirilmiş bir koşul olarak ilgilenmeye devam ediyor olmasıydı.

(...) conrad ilanihaye geri dönüyor görünen, sayıca sınırlı, katlanılmaz derecede sabit durumlar nedeniyle eziyet gören bir adam olduğunu hissediyordu ve bu gerçeğin onun üzerinde tuhaf bir etkisi vardı."

joseph conrad ve otobiyografide kurmaca, edward said, s.7

dün gece evde tuhaf, neşeli bir gerginlik vardı. okul açılıyor ya, uyuyamadık. conrad kitaplarında dolaşıp durdum. birçok açıdan kendimi ona benzetiyor oluşum, ona düşkünlüğümün nedenlerinden biri belki de. acı, çaba; kendinin gerçek değeri konusunda şüpheler içinde olmak; kendi güvensiz, inançsız, ikircikli, sancılı benliğini gizlemek için neşeli, konuşkan bir dış benlik geliştirmek; kesintili kariyeri, yersiz yurtsuz oluşu ile belki de dünyadaki varoluşunu anlamlandırmak konusunda aşırı gayret içinde oluşu ve buna ikna olamamak vs...



uyuyamadım neticede. yorgundum da çok. bize küçük gelen ahşap çalışma masalarını kaldırıp, sandık odasından büyük, ağır, cam masaları çıkarıp monte ettim, yerlerine yerleştirdim. böylece  bu masalarla hem bilgisayarla uğraşmak, hem de okuyup not almak, istersek yemek yeme olanağı elde etmiş olduk. eh, ahşap masalara yer buldum, sonrasında temizlik... bütün bu mizansen o eğlensin diyeymiş gibi, tina hanım hep tepemde.


sonra arçil'in bu evde değişmeyecek tek şeyin yemek saati olduğu anlayışına riayet edip yemek pişirmeler...ama şimdi, bu sabah iyiyiz. tina, beni sabah uyandırıp tüm odaları dolaştırdı, demek istiyor ki, "bak, gördün mü, arçil hiç bir yerde yok." tina soru soruyor, bir sorunu tanımlıyor, ama yanıtımı dinliyor mu, açıklamamdan tatmin oluyor mu, böylece o küçük, heyecanlı kalbi yatışıyor mu, emin olamıyorum. yapabileceğim tek şey kalıyor geriye, yemeğini her zaman ki gibi vermek, tüylerini her zamanki gibi fırçalamak. "her şey yolunda, tina, bak her şey her zamanki gibi. arçil okulda, merak edilecek bir şey yok."

bir yanıyla katıksız mutluyum. ekzantrik bir ağaç gövdesi bile beni deliler gibi heyecanlandırıp, hayatın ne muhteşem olduğunu kanıtlıyor filan. ama bir yandan da, hayat hakkında bir yorgunluk, yılgınlık, bıkkınlık duygusu sinsice bekliyor. ona karşı hep dikkatli olmam gerek... bu duygu, denizin ihtiyar adamı gibi musallat olmuş bir kez, tümden yok olup gitmiyor asla. denizin ihtiyar adamı da şu: conrad, nostromo kitabında, baba gould'a 'denizin ihtiyar adamı" edebi karakterini söyletir. binbirgece masalları'nda, sinbad hikayesinde, denizin ihtiyar adamı sinbad'ın sırtına yapışır; sonunda sinbad, sarhoş ederek kurtulur ondan. denizin ihtiyar adamı, insanın kendini ancak büyük çabalarla ve şeytanlıklarla kurtarabildiği bir yükü simgeler. insanın bir neşeyi titizlikle oluşturması ve onu koruması gerek.... o insanı bataklık gibi içine çeken umutsuzluk veren duygudan kurtulmak için. anladığım bu.  bir sevgili dostumun dediği gibi, "hayat için ne bedeller ödüyoruz."

 neşelenelim.


Hiç yorum yok: