peki n'oldu? yani o hareketler, o çok amaçlı, çok parçalı hareketlerden sonra diyorum. aklın seni, elmaya, peynire, yufkaya, naneye ve baharatlara çağırdığında? zaman, bir sevinci serpiştirirmiş gibi geçerken?
içimde bir göl var benim. bazıları kuyu diyor ona. karanlık, derin, dalgasız çünkü. dalgasız kabarır ve içinin duvarlarına vurur. sert vurur. aklın, diyelim ki, markettesin, elmayı avucuna alıyorsun. serin. hissediyorsun. rengi dalgalı kırmızı, iyi bir elma bu, diyor aklın. alalım bunu falan, tamam mı. kalbin, içindeki gölün üstünde çırpınıyor o sırada. bu çırpınış her nasılsa bir hıçkırık oluyor boğazında. tut onu orda. kasadaki kız hiç bir şey anlamıyor, naneyi geçirirken hafifçe burnuna yaklaştırıyor, elinde değil. buna gözlerin doluyor. kızın yenmiş tırnakları var çünkü. o diyor ki, bilmem ne kadarlık alışveriş yapanlara bilmem ne çayı promosyonda. pardon? şu kadarlık alışveriş yaptınız, bilmem ne çayı promosyonda bu durumda. aklın bunu kavrıyor, iyi bir şey, al, diyor.
bir kamera olsa, üstüste kilitlediğim, zincirlediğim şu eve girebilse, koridorlardan, odalardan, karanlıklardan, sessizlikten geçip ücra bu odaya gelse, şu bir tek cılız ışığın altındaki bana ulaşsa, kameraya bakmama yasağını filan iplemeyip, gayet radikal bir oyunculuk çıkarıp, şu şiiri okurdum ona. sesli değil. ses, sahtekardır. içten bir ses, içtenlikle şiir okuyan bir ses çok, çok azdır.
anlaşılan o ki, yemekleri sabah yapacağım. yorgunum. üşüyorum.
sonra ne? sabah! iyi bir gün başlar ne de olsa
tepeden tırnağa beyazlar giyinmiştir kadın
ne var ki bir kadın gibi değil, bir aşk, bir umut gibi değil
bir aralık gibi durur dünyada
işte bir soru!
okurken elinde tuttuğu; okumaz, gene elinde tuttuğu
"önce hep gece vardı" diyen bir kitapla
biz buna bir sorunun sınırsız gerilimi diyoruz
diyoruz; çünkü o kadın
ne yapsa, neye uygulansa
bir aralıktır şimdi dünyada
bir aralık, bir aralık!
yıllanmış ağaç kabuklarında bir yara
bir geçit, bir su akıntısı, bir bıçak izi
ve batık gemilerden şimdiye arta kalan
bir batışın korkunç, ama hiç bitmeyecek izlenimi
tanrım ona bir salıncak!
bir gidip bir geliversin diye boşlukta
umutla, erinçle, tutkuyla
kendine kendine kendine katlanarak
hani görmeden daha, bilmeden darıldığı kendine
tanrım
ona bir salıncak!
tam burda
gözlüklü, kış akşamları yüzlü bir bahçıvan
sorar o sokak kedisinin dilindeki hızla
sorar o çiçekleri -bir çiçek olmayan yalnız- sorar sorar sorar
nereye kadar bilinmez
hani bir sormasa... korkunç!
hani bir çalgıcı vardı, başını çalgısına koymasa uyuyamaz
sonra?
sonra ne? işte bir çamur gibi sıvanmış odaya
karanlık bir kilisenin
ihtiyar zangoçunun ağzıyla
günaydın!
iyi bir gün başlar ne de olsa
-e. cansever, salıncak'tan-
portishead...............................
***
devam edelim... bu gece biraz yıpratacağız kendimizi.
21.30
***
10.30
şöyle yapalım: biraz daha derine, ama neşeli yerlere gidelim. hey dostum, hatırlarken yani. gidemeyiz. kıpırdayamayız yerimizden. çünkü biz neşeyi hatıralarda bulacak kadar, eh, yaşlandık biraz. hareketlerimizin maliyet hesabını insiyaki olarak yapan zaman ayarlı bir aklımız var. tanrının cömert bir kıyağı.
ne diyorduk?... neşeyle sarhoştuk. şimdiki sarhoşluğumuza benzemiyor yani. tahta iskemlelerin, masaların, biranın ucuz olduğu bir bar: tiyatrocular barı. seviyoruz burayı. çünkü, dışarda kar yağıyor! karnını doyurmak için ekmek arası köfte siparişi verdiğinde, hemen aşağıdaki köfteciden kızarmış ekmek içind egeliyor köftelerin. bu iyi. bu şahane. dostların yanında. bir geyik dönüyor: fowles'un büyücüsü mü iyidir, yoksa koleksiyoncusu mu? bakışlar bana döndüğünde, "büyücüsü daha iyidir, ama koleksiyoncusu daha iyi diyenleri daha çok severim," diyorum. gerçekten böyle. yalan yok, sarhoşuz. nasıl ki kafka'yı çok sevip, kafka sevenleri sevmiyorsam.
çakmağın gazı bitmiş, sigarayı yakamıyorum. karşı masada bir kız farkedip bir çakmak fırlatıyor. çakmak alnımda. sakin, yahu. pardon, işareti yapıyor. ah işte sevdiğimiz şarkı tam zamanında.
dans ettiğim zamanlar, o zamanlar. kalkıp, çakmağı atan kızı kaldırıyorum dansa, kimse kimseye darılmaz burada. daracık, tozdan beyaza kesmiş alanda dans ediyoruz. meksika barları gibi beyaz badana ile boyanmış duvarlarda gölgemiz...
Perşembe, Ekim 7
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
6 yorum:
Sevgili Endişeli Peri,
Bu havada Kadıköy'e gelmemişsinizdir umarım.
Yazınız karanlık geldi bana biraz, umarım afiyettesiniz.
Sevgiler,
S
sevgili s,
yok, gelmedim tabii kadıköy'e. dün evi temizleyip, alışverişi de burdaki marketten yaptım. menü filan değişti tabii tümden. sabahtan beri mutfaktayım, her şey hazır sayılır. pirinç ıslatılmış bekliyor ve salata malzemelerini de yıkayıp salata kurucusuna koydum. çok yoruldum. biraz dinleneyim, kendime çeki düzen vereceğim.
dün akşam niyeyse öyle kasvetliydi ruh halim. bazen oluyor. ama sabah geçiyor işte. genel olarak neşeli biriyim. yoksa kendime katlanamazdım.
sevgiler.
sen peri, boyle yazinca, uzuluyorum, Tezer ozlu'nun ruhu sanami ugruyor arada diye....
Çok sevindim. Dün akşam, çekirdek kahve almaya gittiğimde, birden aklıma geldiniz. Kahveli sigaralı Kadıköy günü yazınızı hatırladım. En çok balık pazarında dolaşmayı severim ben.
S
sevgili adsız,
aslında kederlenecek bir şey yok, biliyorsun. ben de biliyorum. bana nedenini sorsan, söyleyemem bile. yağmur gelecek ya, yeğenim, belki kardeşim hür'ü düşündüm... yaşasaydı o da muhakkak gelirdi ve muhtemelen biz mutfakta yemek yaparken tartışıyor olurduk:) ama keşke işte olsa. nedeni bu mu? birazcık belki, ama hiç belirgin değil. inan bilmiyorum. ama kederli, hüzünlü herkesi, her durumu çok fazla seziyorum. teras duvarında üşüyen şu karga mesela, başındaki tüyler kabarmış, ıslanmış... hemen arkasında ahşap orman cafe'sinin kırmızı ışıkları bomboş, insansız bölgeyi aydınlatıyor...bu kederin resmi değil mi sizce de? bütün bunlara direnmek lazım, belki de lazım değil. hüzünlendiğinde hüzünlenirsin, sorun değil. ama diyorum ya, ben neşeyi de çok kolay kavrarım, yoksa üretirim.
üzülmeyin lütfen. sahiden iyiyim şimdi.
sevgiler.
aa ne güzel demek aklınıza düştüm! bir gün belki karşılaşırız. evet, kadıköy'ü seviyorum ben de çok, balık, zeytin, peynir, kahve çekirdeği, ne bileyim kakule mi almak icap etti, kadıköy kucak açar. kitapçıya uğrar, sinemaya gider, istersen içersin, her şey var. hem de hiç öyle gösteriş, fiyaka yapmaz binaları, satıcıları... büyükçe bir kasaba meydanı gibi.
sevgiler.
Yorum Gönder