Perşembe, Kasım 18

bir sokak, soğuk mu soğuk... geçiyor vahşi şey homurdanarak

bayanlusin, maceraperest kişiliği onu nereye yönelttiyse oraya gitti ve sonunda kavuniçi yazısının ortasında ve de bir hapishanenin hücresinde derin düşüncelere daldı. onu, o karanlık hücresinden çıkmaya -ki orda tutulması için aslında hiçbir neden yok- ve sevdiği renklerin peşinden koşturmaya ne kadar ikna etmeye çalışsam da boşuna. onu biraz olsun heyecanlandırır, yazmaya yeniden teşvik eder diye aşağıya bir yazısını aktarıyorum. bayanlusin -ki kendisinin benim gibi bayan sözcüğüyle hiçbir alıp veremediği yoktur- bilmece de sever ve ne anlatırsa anlatsın sonunu bir bilmeceyle bağlar. benim için mesela konuştuğum kişinin idrak dolu bakışı yeterliyken, öyle sanıyorum ki bayanlusin anlattığı her şeyin iyice dinlenip kavrandığından emin olmak için bilmece oyununu oynar. zaman zaman onun bazı yazılarını burada yayınlayacağım. tek umudum ve isteğimse onu yazıya, renklerin yuvası doğaya ve resimlere yeniden döndürmeye yetecek şu kadar bir heyacan vermek ona. umarım başarırım, başarırız...



Bilmece geliyorum diyor!

Satranç oynar mısınız? Ben eskiden seyrek olarak oynardım. Satranç oynayan birinin aynı zamanda zeki de olduğu savı beni sinirlendirir ancak. Vasat bir oyuncu olduğum için değil de inanmadığım bu savın çok yaygın ve tartışma götürmez görünmesi yüzünden. Ingeborg Bachmann’ın satranç oynamasını severim.
 


Satranç taşlarına gülümseyerek, tevekkülle bakan yüzünü sevimli bulurum. Kubrick’in gençlik zamanında Central Park’ta para karşılığı satranç oynamasını ve geçimini böyle kazanması da hoşuma gider.


Nabokov’un Lujin Savunması kitabı ve ondan uyarlanan, Emily Watson’ın ve John Turturro’nun oynadığı, Marleen Gorris’in yönettiği aynı adlı film, çok iyi satranç oynayan ancak toplumsal yaşam içinde tuhaflığı ile dikkat çeken ilginç bir karakteri inceler. (Emily Watson, Dalgaları Aşmak filminden sonra yine bir adamı, üstelik kimsenin onaylamadığı bir adamı tutkuyla sevmeyi becerir).


Stefan Zweig'ın Satranç adlı kitabındaki kahramanının kuramsal olarak çok hakim olduğu satranç oyununun ilk karşılaşmasında kazanıp, rövanş maçında oldukça acıklı duruma düşmesi de düşündürtücüdür.
Yaşamdan el etek çekip kitap okuyan ve hayatı kitaplardan öğrenen birinin, hayatla karşılaştığı anda ayvayı yemesinin resmi gibi görünür bana bu, ki biraz dikkatli bakın, o resimdeki hoyrat bir makasla kolu kesilmiş şahıs benim. Ancak bu sisli puslu hüzünlü resmin diğer kahramanları da sizlersiniz, bundan hiç kuşkum yok. Yalan mı? Yalansa, yalan diyin! (-Bayan Lusin bu ne hırçınlık? Savunmaya geçtiğiniz here seferinde böyle saldırgan mı olursunuz? –Kesinlikle!)

Satranç konusunda zihnimin mahzeninde böyle olumlu imgeler bulunsa da içinde kaba bir kibir bulduğum satranç&zeka örtüşmesinden hiç hoşlanmam.

Bilmece geldi!

Hepinizin çok iyi tanıdığı ve çok da sevdiği yazar, bu çok bilinen öyküsünün başında nefis bir analiz yapar. Satranç ve dama oyununu karşılaştırır ve oyunu da damadan yana kullanır, n’aber!:)




“(…) Hesaplamak analiz etmek demek değildir. Mesela bir satranç oyuncusu bir hesap yaparken, diğerini (analiz) yapmaz. Demek ki satranç oyununun zihin üzerindeki etkisi oldukça yanlış anlaşılmıştır. Şimdi bir bilimsel inceleme yazıyor değilim. Sadece oldukça tuhaf bir anlatıya rasgele düşüncelerle giriş yapıyorum. Bu yüzden bunu fırsat bilip, düşünen aklın yüce güçlerinin gösterişsiz dama oyununda satrancın tüm gereksiz detaylılığından daha fazla ve işe yarar şekilde çalıştırıldığını söyleyeceğim. Satrançta taşların farklı ve tuhaf hareketleri, çeşitli ve farklı düzeylerde değerleri vardır ve bu oyunun karmaşıklığı derinlikle karıştırılır (sık yapılan bir hata). Burada büyük ölçüde yoğunlaştırılır. Dikkatin bir an bile dağılması zarar görmekle ya da yenilgiyle sonuçlanır. Olası hamleler sadece çok sayıda değil, aynı zamanda karmaşık olduğundan bu türden hatalar yapma olasılığı katlanır. On oyundan dokuzunda kazanan deha değil, dikkattir. Damada ise tam tersine hamleler eşsizdir ve varyasyonlar azdır, bu yüzden dikkatsizlik etme olasılığı azdır. Dikkatin önemi azaldığından kazananı belirleyen faktör zeka olur. Daha açık konuşursak –diyelim ki bir dama oyununda sadece dört taş kalmış ve bunların hepsi de dama olmuş. Bu durumda tarafların dikkatsizlik etmesi beklenemez elbette. Burada (oyuncular eşit durumda olduğundan) oyunu sadece son derece zekice, zor bulunur bir hamlenin kazanacağı açıktır. Analist her zamanki kaynaklarından mahrum kalınca kendisini hasmıyla özdeşleştirir, onun ruh haline bürünür ve böylece çoğunlukla onu nasıl baştan çıkaracağını ya da telaşa düşüreceğini, bu şekilde de hata yapmasını sağlayacağını ilk bakışta görüverir (bazen gördüğü hamleler saçmalık derecesinde basittir)”

Yazarın ve öyküsünün adını istiyorum.


-bayanlusin'den-

6 yorum:

Adsız dedi ki...

Edgar Allan Poe `The Murders in the Rue Morgue` hikayesinde bir satranc - dama karsilastirmasi yapiyordu diye hatirliyorum ama, yukarida alintiladigin metin o metin miydi, emin olamadim sevgili Peri.

Gerci bir raven resmi var yazinda, eger Lusin Hanim o resmi ipucu diye koymussa, o zaman Poe ihtimali gucleniyor. :))

Passive Apathetic

endiseliperi dedi ki...

PA,
elbette bilmişsin. ama bekleyelim biraz daha. belki bilmek isteyen başkaları da olur. bayanlusin'e sorayım, bilenlere bilenlere hediye versem, onun oyun tarzını gaspetmekte aşırıya kaçmış olur muyum?

sevgiler.

Talisman dedi ki...

Morgue sokagı cinayeti- Edgar Allan Poe. Bu nefis yazı için teşekkürler. Bir de Go- satranç karşılaştırması yazmalı. Sana Go ögreteyim ben endiseli peri :)

endiseliperi dedi ki...

talisman,
yahu ne mutlu oldum seni gördüğüme. çünkü seni çok severim de bunu hiç ifade edemem, edemeyince de içim rahat etmez. galiba PA'ya yazmıştım bir mektubumda, eğer bir site peygamberi seçecek olsak talisman hanım'ı öneririm, diye.

elbette bilmişsin ve yazıyı beğenmen bizi nasıl mutlu etti. bayanlusin'e iletirim;) teşekkürler.

biraz daha bekleyelim, sonra yanıtları yayınlarım, olur mu?

sevgiler. çok!

justine dedi ki...

Ya, şimdi buna cevap verilir mi acaba? Harika bir alıntı, zekice bir soru ama zamanında sorulmuş, yorumlar yapılmış, şarkılar bile hediye edilmiş:))
Ben Poe severim, çok severim hem de. Kuzgun şiiri kalbimi acıtır; "then the bird said 'nevermore'". Aman ne duygusalım ben böyle, hem de bayram filan demeden:p

Cinayet hikayeleri okumaya da bayılırım (ilgisi yok ama, Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet, bir roman olsaydı keşke, başladım, devam edemedim.), üstelik bir de Morgue sokağı denilen yerde geçmişse! Öyleyse saygıyla çekiliyorum huzurundan bayanlusin'in.

Ama devam etsin yazıya, lütfen. Lusin'i de seviyorum ben, eğlenceli üstelik:p

endiseliperi dedi ki...

hey justine!
gözünüzden hiç bir şey kaçmamış yine:) olsun olsun, justine, muhabbet için. değmez mi? değer! bilmişsin. yayınlayacağım yanıtları.

öpüyorum.