Pazartesi, Kasım 8

ısrarla...

ennio morricone

conrad okumak konusundaki ısrarımın bu kadarını belki gülünç buluyorsunuz, sözlerim sizlerde barınacak bir yer bulamadan kablolarda akıp kayboluyor belki. yine de sizi en azından bir conrad kitabı okumaya ikna edebilmek için tuhaf bir tutku besliyor; bu, arkadaşlığımızın bana düşen sorumluluğuymuş gibi hissediyorum. her conrad kitabını okurken yoğun ve derin bir heyecana kapılıyor ve bu coşkum taşarak size bulaşsın istiyorum.  narcissus'un zencisi, bana en yakın conrad kitabı olmakla kalmıyor, okuduğum en iyi kitaplardan biri de ayrıca. neden böyle? görkemli nostromo ya da abartıyla söyleyecek olursam bir hançer gibi yüreğinize saplanan o incecik karanlığın yüreği değil de mesela, niçin narcissus'un zencisi'ni okuduğum her seferinde heyecandan yerimde duramaz olup insan doğası hakkında düşüncelere dalıyorum? çünkü narcissus'un zencisi bir karakterler kitabı. karakter dediğimiz şey insanın biricik hazinesidir. insan karakterinden sorumludur; onu yaratır, onarır, geliştirir... insan öldüğünde arkasında karakterini bırakır. başını yastığa koyduğunda, o yapayalnızlık ve kapkaranlık içindeyken alıp veremediği, mücadele ettiği, sorguladığı karakteridir. insanın başına her şey gelebilir, her şey mümkündür, ama önemli olan o olayların karşısına çıkardığınız şey, karakterinizdir. karakterinizle varsınız, karakteriniz kadarsınız. insan bence yapıp ettiği, düşündüğü ne varsa varoluşunun bir meselesi gibi algılamalı onları. illa bir otorite lazımsa, tanrı iyidir bence bu konuda. tanrıya inanıp inanmamanız da önemli değil bana kalırsa, önemli olan tanrı varmış gibi düşünüp davranabilmek. bir genelleme yapmak yanlış tabii ama tanrıtanımaz olduğunu söyleyen arkadaşlarımın hemen hepsinde o kutsal, düzgün karakter halesini gördüm ben. budalaca bir erdemlilik taslamaktan  bahsetmiyorum, insan görkemli günahlar da işleyebilir. işleyebilir ama o insanın gözüne baktığınızda sisyphos'u görüyorsanız onu kendi cennetinize almakta bir sakınca görmezsiniz.

hmmm... evet, çok heyecanlı yazmışım ve ahkam kesmişim biraz. bağışlayın beni, arkadaşlar (insan sırtına bir cübbe geçirmeye görsün:p)  ama demek istediğimi anlıyor ve niyetimden şüphe duymuyorsanız, derdimin narcissus'un zencisi kitabını okumanız ve okurken o çok nefis karakterlere dikkat kesilmeniz olduğunu da anlıyorsunuz demektir.

edward said, joseph conrad ve otobiyografide kurmaca kitabında narcissus'un zencisi kitabı için çok hoş bir analiz yapmış bir yerde. onu yazdım ki, okumak isterseniz eğer,  kitaba böyle bir bakış geliştirmeniz daha eğlenceli kılabilir okumanızı. ayrıca said'in bu kitabını da edinmenizi çok öneririm. said'in conrad'a yönelmesinde, ona çekilmesinde çok dokunaklı bir hal buluyorum ben. conrad'ın hayatında kendisini özdeşleştirebileceği öyle çok şey buluyor olmalı ki, onu incelemekten alamıyor kendini. ikisinin de anavatanlarından sürülmüş yazarlar olması, kendi anadillerinden başka bir dille yazmaları, ne geldikleri yere ne terkettikleri yere ait olamayıp iki dünya arasında sıkışıp kalmaları ve dolayısıyla insan doğasının çeşitliliği, önyargılarla mücadele, dışlanma vs konusunda bir bilinç geliştirmeleri... bir mülakatında şöyle diyen conrad'ı said'den daha iyi kim anlayabilir ki: "artta yatan anlamlar, vurgular, dil sürçmeleri, dilin içinde ve dışında olma hissi, farklı dünyaların içinde ve dışında olma hissi, şüphecilik, köklü bir belirsizlik, her zaman korkunç derecede önemli bir şeyler yaşanmakta olduğu duygusuna kapılma , ama bunların ne olduğunu bir türlü söyleyememe hissi, kimi açılardan bir yankı odası gibi, beni diğer bütün yazarlardan daha çok avucunun içine almıştır."

uzatıyorum, aşağıda said'in kitabından yaptığım alıntıyı okumanızı tavsiye ederim.

"narcissus'un zencisi'nde, gemi sanki bozulmuş ama parıldayan bir güzellik idealiymiş gibi tarif edilir. narcissus'un katılığı ve zarafeti okyanusun engin, farklılaşmamış ıssıslıklarına meydan okur, mürettebata koruyucu bir toplumsal yapı sunar; ama narcissus'un 'hac'ının menfur ticari emelleriyle, adındaki imaları doğruladığını hatırlatır bize. onun denizle ilişkisi, medeni egoist insanın hakikatle ilişkisine benzer. bir doğu limanından ayrılmadan önce ve ingiltere'ye varışından sonra narcissus medeniyet ve toplum mekanizmasının bir uzantısından başka bir şey değildir. denize açıldığındaysa, saflığa ulaşmak ve üzerinde taşıdığı acıdan kurtulmak, ama bir yandan da yok edilmesine izin vermemek için mücadeleye atılmış olan toplum'dur o.
james wait elbette esas büyük tehdit olarak görünür, ama hikayenin muhteşem griftliği, mürettabatın onun ölümünü istemesine ve bunun önüne geçme konusundaki genel isteğe dayalıdır. o siyahtır ve dolayısıyla karanlık hakikatin bir temsilcisidir; ama o aynı zamanda son derece egoist bir adamdır ve herkesi kendi zor işlerine zorlar. nasıl narcissus insanlarla deniz arasında duruyorsa, aynı şekilde wait de onlarla hakikat arasında durur; hastalığının pençesindeki wait onların gözünde hayatı daimi kılma yönündeki örgütlü çabalarına tehdit oluşturan bir imgedir. bu tür bir imge için narcissus da böyledir. mürettabatın gemiye hizmetle wait'e hizmet arasında çatışması, insanın toplumsal esenlik ile kişisel bireysellik arasında yalpalayışını canlandırır. fırtınalı deniz narcissus'u ve wait'i (hem toplumsal esenliği hem de bireyselliği) yok oluşla tehdit ettiğinden , müretebat onları kahramanca kurtarmalıdır. korkunç donkin bunu bilir ve hem wait'le arkadaşlığını hem de bir mürettebat üyesi olarak konumunu sürdürür, 'sıkıntıya şefkatle yaklaşmanın gizli egoizmi'ni anlayan bir oportünistin kurnazlıklarına başvurur.

wait kurtarıldıktan sonra, sağlıklı gibi bir görüntü çizmesi bireyselliğinin sonuna işaret eder -tıpkı mürettebat gibi, o da bir denizcinin sistemli hayatına geri dönmek ister. ama yalnızca kaptan allistoun (sistemin efendisi) ile singleton'ın onun düzenbazlığının içyüzünü bilmeleri manidardır. wait yalıtılır ve ölür, çünkü tıpkı kurtz gibi karanlık hakikatle yüzleşemez  ve ardından bir düzen fikrinin esiri olarak kalır; bireyselliğinin bedeli ölümdür. dolayısıyla narcissus wait'i yanına çekmiştir. sahile varır varmaz o da ölür ve kısa süreli iktidarını topluma geri verir. adamlar kara fikirlerinin,  geleneksel olarak toplumda yaşandığı şekliyle hayatın bahtsiz kurbanları olurlar.
edward said, 
joseph conrad ve otobiyografide kurmaca, 
agora kitaplığı, türkçesi ferit burak aydar, 
s. 174-176

bu arada:
bugün evdeydim. biraz telaşlı hissediyorum kendimi. sanki yapılacak tonlarca iş var da ihmal ediyormuşum gibi. abuk subuk işler üretiyorum kendime... evde olmadığım zamanlarda evi kontrol edemeyebilirmişim, farkında olmadan evde tuhaf şeyler olabilirmiş gibi bir his. terasın giderlerini 'lavabo aç'la açıp, kışın şiddetli yağmurlarında terası kuru bırakmak, kullanılmış toz bezlerini çamaşır suyunda bekletip asmak, ampulleri ekonomik ampullerle değiştirmek, boşluk yakaladığım anlarda yemek yapıp dolabı yiyecekle doldurmak. ne zaman otursam tina'yı kucağıma alıp sevmek, ki bir bebekten farkı olmayan tina ben evde değilken sevilmediğini, unutulduğunu hissetmesin. çok alıngan bir kedi tina. bugün kucağımdan inmedi ya da beni görebileceği bir yerde  oturdu. hep bakışıyoruz, bakışlarımız karşılaştığında da nazlı nazlı bir şey diyor. 'gel kızım kucağıma,' diyorum, hızla kucağıma zıplayıp, öpüyor. çok tatlı.

arçil cumartesi akşamları ingilizce dersi alıyor. öğretmeni çok memnun durumundan. her akşam küçük bir ödev yapıyor. hafızaya iyi geldiğinden içinde bol havuç bulunan meyvelerin suyunu çıkarıyorum. bu arada, havuç sıkarsanız suyuna bir kaç damla yağ damlatmalısınız, çünkü havucun vitaminleri yağda çözülünce işe yarıyor (bu bilgi ablamdan). sabah bir yumurta haşlıyorum, paylaşıyoruz arçil'le. yumurtanın beyazı kas, sarısı yağ yaparmış (arçil'in arkadaşı riva kilo vermek için bir diyet uzmanından destek alıyor, bu bilgi ondan). ayrıca her sabah kahvaltıda 3 tam ceviz yemek gerekirmiş (evet, ceviz yağlı ama iyi yağ imiş bu. kötü yağların yakılmasını sağlarmış. yine riva'dan). ama canım arçil kilo vermeli ya her akşam sütlü çay ya da bitki çayının yanında kek, börek vs yiyoruz. yok, ben kilo alamıyorum, yine 50 kiloyum. aa tansiyon ölçü aleti aldım, demedim değil mi size? benim tansiyonum hep çok düşüktür, normal insanların baygınlık geçirdiği rakamlarda ben cin gibi dolaşıyorum. aldım ama daha ölçmedim. bir de uygun bir vakit kan tahlili yaptıracağım. tedbir, tedbir, tedbir...

dağıldı sohbet. size başka bir şey anlatacaktım... neydi?...hmm... unuttum.


neyse, hatırlarsam yorum bölümünde yazarım.. dün gece bir iran filmi izledik kaçak'la (tamam aramızda üç bin kilometre var, ama aynı zamanda izledik:). öneririm. yoo hayır, hiç kasvetli değil, sıkıcı bir siyasi göndermesi filan da yok. çok tatlı bir film.

18 yorum:

erhan b. dedi ki...

kitabı okur muyum bilmiyorum peri ama bir hayat metaforu olarak gemi çok çarpıcı geliyor bana.

her şeyden kopuyosun, bir okyanusun ortasındasın, fırtınalar veya rüzgarsız geçen haftalar falan... orada yaşamak için ısrarlı bir çaba..

insan en çok böyle bir atmosfer içerisinde kendisiyle yüzleşebilme cesaretini gösterebilir sanırım.

endiseliperi dedi ki...

okumamanız yazık olurdu. çünkü erhan bey, bir okyanusun ortasında olmak konusunda conrad'la neredeyse birebir aynı algılara sahipsiniz. bence okuyun. özellikle bu kitabında okyanus, denizde olmanın insana etkileri ve onunla kara karşılaştırması çok çarpıcı şekilde yapılıyor.


sevgiler.

çiğdem dedi ki...

ne zamandır nedense okumamışım sizi sanırım 8 gün oldu ve ben bu akşam 3 postunuzu üstüste okuyunca özlediğimi farkettim çok garip oysa sizi tanımaya başlayalı 3 hafta olmamıştır

endiseliperi dedi ki...

zerzavat, ne tatlısınız! çok teşekkür ederim.

sevgiler.

redrabbit dedi ki...

Filmi ben çok beğenmiştim,beğenmene şaşırmadım..Renkler çok güzel gelmişti bana.Filmdeki herşey bir ahenk içinde,birini çekip çıkaramazsın içinden;oyunculuklar,konu,görsellik,müzik...Sanki filmin bir yerinde bir yüzde biraz fazla kalmış olsa kamera,olmayacakmış bu film ya da bir sahnede şehir manzaralarını 1 dakika uzun tutsa biz başka bir şey düşünecekmişiz gibi..Konuda tutmayı başarmış dengeli bir şekilde..Hepimiz aynı şeyleri düşünelim istemiş..Bence düşünüyoruz da..

Adsız dedi ki...

Peri, Peri! (Elektra'nın o çok sevdiğim hitabıyla sana seslenmeye bayılıyorum)

Pazar günü kitap fuarındaydım ve tahmin et ne yaptım? Aklımdan seni hiç düşürmeyerek Narcissus'un Zencisi'ni ve çizgi roman Julia'yı aldım! Satıcı çocuk "Bu çok iyi bir çizgi romandır hanımefendi" dedi, ben de bilmiş bilmiş "Biliyorum, zevkine çok güvendiğim bir arkadaşım tavsiye etti" dedim. Şimdi işlerimin birazcık durulmasını bekliyorum rahat rahat okumak için.

Sevgiler, işinde tebrikler ve öpücükler!

PA

Leylak Dalı dedi ki...

Filmi ben de evvelki yıl Antalya'da Altın Portakal'ın Avrasya filmleri bölümünde izlemiş ve çok beğenmiştim. Kulağınıza İbrahim Tatlıses'in ezgileri geldi mi peki kamyonette (yoksa minibüs müydü, 2 yıl geçti unutmuşum)
Sevgiyle...

tavsan dedi ki...

O kadar israrla:) ve coskuyla yazmissin ki cidden; soz okuyacagim ben de, bir ara bulup alip.
Conrad'i ben ilk The Game filminde duymustum (zaten filmler benim gibi cahil ve tembellere kolay yoldan birseyler ogretmek icin var, ya da daha dogrusu iyi filmler insana neler neler ogretebilir). Karanligin Yuregi geciyordu filmin bir yerinde. Izlemissindir herhalde ama izlemediysen tavsiye ederim The Game'i, cidden iyi bir film:)
Ve aslinda ne kadar cok dusunuyorsun, ne kadar iyi ifade ediyorsun, ve belki de bunlara ragmen ne kadar coskulu ve icten yaziyorsun Peri. Cok tesekkur ederim.

meftun dedi ki...

ısrarla, "Conrad'ı alın okuyun" diyorsun..
-off ya tamam.

(Geçen bir kitapçıya girdim, J.Conrad'ın kitaplarını sordum, niyetim geçen ay önerdiğin kitap ile Conrad okumaya başlamaktı. Kitabın adını hatırlayamadığım için direkt "yazarın hangi kitapları var" sorusu ile giriş yapmıştım, Çakal Kitapçı "kitabın ismini alabilir miyim?" dedi. :) 'Hatırlayamadığımı görürsem hatırlayacağımı' söyledim. Yazarın adını sordu hatta kodlamamı isteyince.. O kitabevi benim için bitti. Mutsuz son çünkü Conrad'ın kitapları yoktu.)

Secila dedi ki...

Blogunuzda "Karanlığın Yüreği" kitabından bir alıntı okudum ve çok etkilenip kitabı aldım... İyi ki de almışım, çok beğendim. Bunun için teşekkür etmek aklımdaydı bugünkü yazınızı görünce vaktidir dedim ;
Conrad'ın Karanlığı Yüreği kitabı için teşekkürlerimle...

SecilAltan

Lilium Bosniacum dedi ki...

şimdi bu yazdıklarım eminim garip gelecek ama son zamanlarda çok değiştiğinizi farkediyorum. eskiden yazılarınızı okurken bir havada asılı kalmışlık hatta hafiften bir şizofrenik hava olurdu onlarda. fakat son zamanlarda o kadar mutlu ki yazılar ve o kadar sağlam geliyor ki şaşırmamak elde değil.. bütün bu değişiklikler size bayyağı yaramış. yanılıyorsam affedin.. amacım tenkit değil.. gerçekten mutlu oluyorum okudukça..

endiseliperi dedi ki...

redrabbit selam,
evet haklısın, filmd eher şey alabildiğine doğaldı, oyuncular, senaryo... hatta devekuşları bile nasıl olmaları gerekiyorsa öyle:)sanki bizim başımızdan geçen bir şeymiş gibi, bir anıyı hatırlıyormuşuz gibi hiç zorlamadan, öyle akıp gitti film.

sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

PA nasılsın?
haberlerini alıyorum birazcık. aldın demek kitabı! narcissus'un zencisi'ni okursan bana haber ver lütfen. ne düşündüğünü çok merak ederim. ve evet julia... ne eğleneceksin onunla. ama biraz daha kışın gelmesini bekle bence julia için ve yatakta tembellik yaptığın gün için sakla.

teşekküer ederim çok, iyi dileklerin için.
öpüyorum. sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

evet, leylak dalı! acaba yanılıyor muyum diye düşündüm. hem de iki kez; ikisi de ayrı kamyonetlerdeyken. çok şaşırdım. ayrıca bir sürü sözcüğü anlamak d açok hoştu. ne diyordu baba; "sakin yahu, sakin!"
:)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

tavşan,
asıl ben teşekkür ederim. evet, o filmi izledim yıllar önce, ama karanlığın yüreği'nin bahsinin geçtiğini farketmemişim. küçük kardeşin adı conrad'tı ama.

seni gördüğüme çok sevindim. lütfen kaybolma.

kocaman sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

meftun,
evet öyle kitaptan bihaber kitapçılar var maalesef. bana da bir seferind ebir kitapçı, aradığınız kitap yok, ama şunu verelim, demişti. kelalaka, abuk subuk bir kitap:) denediğin içins ağol. bence başaracaksın ve yakında conrad kitaplarına ulaşacaksın:)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili secil, beğenmene çok sevindim. bence narcissus'un zencisi'ni d eokumalısın, çok, çok seveceksin.

rica ederim bu arada, ben teşekkür ederim.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili lilium, nasılsın? ne uzun zaman oldu görüşmeyeli. evet, sanırım yıllarca ama yıllarca mutsuzdum. şimdi çok iyi hissediyorum kendimi. yoo, hiç garipsemedim. farkettiğin ve söylediğin için teşekkür ederim hem.

sevgiler çok.