Pazartesi, Aralık 13

Ken,

Sevgilim...



Sen şimdi Mine Town’da bir berber koltuğunda oturmuş, bekliyorsun. Birazdan sakalın, bıyıkların kesilecek ve kalbim seninle ilk kez o zaman çarpmaya başlayacak. Seni daha önce 1868’in Aralık ayında Montana’da görmüştüm. Kardeşin Bill ile ihtiyar Puncho’ya kürk satmaya gelmiştiniz hani. Yüzünü çevirme, acı hatıraları tazelemek değil niyetim. Seni nasıl üzerim, aşığım ben sana. Kardeşin, kafa derisi yüzen o soysuz beyazlar tarafından öldürüldüğünde seni de artık hep bu acıyla tarif edecektim biraz.





Sana Uzun Tüfek de derler. Bu eski çakaralmaz da, Ken Parker ismi gibi dedenden kalma zaten. Tina’ya, ‘geleneklerine bağlı bir aileyiz,’ dediğinde gülümsemiştim; seni bir anne ve babanın çocuğu olarak düşünmek tuhaf geliyordu. Sanki hep yapayalnızdın. O zamanlar bile hızlı at, hızlı silah hayat kalmanın belki de tek yoluyken, sen tüfeğini sakince doldurur, hedefine yöneltir, hiç şaşmaz, vururdun. Senin için önemli olan hep insanın kendisi, kendi değerleriydi. Silahını bile seni oluşturan, varoluşunun, tarihinin bir parçası gibi gördüğün için severdin. Senin olmak ne güzel bir şey Ken.




Ben, insanın çölde tek başına giderken, Kızılderililer ve beyazlar arasında politik bir mücadelede tavır alırken, bir kadınla uyurken, orduda koğuşta arkadaşlarıyla bir konuyu tartışırken, bir çocukla oynarken bile içindeki iyilik ibresinin hiç şaşmadığını sende gördüm Ken. Önyargısızsın, Kızılderili, beyaz ya da zenci fark etmez, kimseyi sınıflandırmaz, iyiliğin ve kötülüğün çok bireysel olduğunu bilirsin sen. Seni bunlar yüzünden daha sonra seveceğim, ama ilk kez berberin aynasında sana bakarken kalbim çarpmıştı benim.







Tıpkı, Mine Town’un barında gördüğü anda senden hoşlanan, Tina gibi. Öyle masum, öyle doğrudan, öyle nezaket dolusun ki, fahişe olan Tina bile seninle flört ederken bir yeniyetme gibi utanmıştı. Bir itirafta bulunayım şimdi, siz Tina ile yataktayken size bakamamıştım. Aranızdaki konuşmanın, sevginin öyle mahrem, öyle özel bir hali vardı ki, üstünüze bir perde gerer gibi kapatmıştım sayfayı.

Seni annesiz babasız sanmıştım ya Ken, onlarla tanışmak nasıl sürpriz oldu anlatamam. Wyoming’e, eve dönerken sanki biraz daha genç, daha kaygısız, daha neşeliydin. Canım! Annen, sevdiğin gibi çilekli tart yapmıştı. Ah Ken, küçük bir oğlan çocuğu gibi çilekli tart seviyorsun demek! Kardeşin elmalı tart seviyormuş, annen konuyu açar açmaz pişman oldu, ama sen yine onun ölümünden kendini suçlamaya başlamıştın bile.


Ben senin giysilerini de seviyorum. Uzun gömleğinin üstüne taktığın kemeri, dar pantolonunu, uzun çizmelerini, şapkanı… Ama Washington’a Kızılderililer’e yapılan haksızlığı durdurmak için gittiğinde tren istasyonundaki kadın seni görünce nasıl bayılmıştı!:) Ah, Ken, buralarda medeniyetin, centilmenliğin ölçüsü böyle şeyler. Ben, parlamentoya gittiğinde senin yerine biraz tedirgin olmuştum; o adamlar sivri dilleri, kurt zekaları ile seni üzerler diye. Onlar, kiralık katil tutarlar, kendi çıkarlarını Tanrı’nın adaleti diye yuttururlar, yüzüne gülüp arkandan bıçaklarlar diye, sevgilim. Ama sen, çirkinliklerine daha fazla dayanamadığın senatörlerin suratlarına, ‘eğer bu ülkeyi sizler temsil ediyorsanız, Amerikalı olmaktan utanıyorum!’ diye bağırdığında, nasıl gurur duydum seninle, anlatamam.

Ken, biliyorum ki sen böyle parlak sözcüklerle yapılan övgülerden, sevgi gösterilerinden hiç hoşlanmazsın. Burada kesiyorum şimdilik, sonra yine, buradan yazarım sana.

Her zaman senin Lusinin.

Bilmece: Çok sevdiğimiz Ken Parker’ın çizerini ve yazarını soruyorum. Hadi!

-bayanlusin'den-

13 yorum:

Lilium Bosniacum dedi ki...

Giancarlo Berardi ve Ivo Milazzo mi acaba...?

endiseliperi dedi ki...

elbette, lilium! ne hoş, bildin! acaba okuyor musun sen de? seviyor musun ken parker'ı? ne tatlı... geçen gün kaçak'la robert redford'un son zaman filmlerinden birini izledik; hala ken parker'a ne kadar benziyor, dedik. ben ken parker'ı çok severim de ken'in görüntüsünün esinlenildiği robert redford'u o kadar sevmem... yani önemli olan karakter diyoruz:)

sevgiler, teşekkürler.

Lilium Bosniacum dedi ki...

:) pericim ben okumuyorum ama bizim orda meşhur... robert redford da fazla yaşlandı yaw... eskiden belki iyiyidi.. ama benim bir de sarışın erkeklere antipatim var... ordan kaybediyor. the horse whisperer'da fena değildi ama o da kristin scott thomas'la oynamasından olsa gerek :)

Ebru dedi ki...

Peri Hanimcigim, sevginin simdiye kadar okudugum en güzel ifadesi bu. Sizin sade ve güzel üslubunuza pek uymayacak ama yazmadan edemeyecegim.. Sizi her okudugumda Ulysses’in Nausikaa’yi selamlamasi geliyor aklima:” I supplicate thee, O queen, whether 
thou art some goddess or a mortal! If thou art one of the daughters
 of men who dwell on earth, thrice blessed are thy father and thy 
lady mother, and thrice blessed thy brethren." Size sevgilerimi gönderiyor ve biraz önce disarida komsumun bana söyledigi gibi (tipik Alman) "güzel ve rahat " bir gün gecirmenizi diliyorum.

endiseliperi dedi ki...

sevgili lilium,
sarışınları kim sevecek? çoğu insanın yaptığı ve ibrenin sarışınlar aleyhine hep düştüğü bu ayrımcılık ne zaman son bulacak :P belki buralı olmakla alakalı diyeceğim ama bak, bembeyaz tenli, soylarının bahşettiği bir avantajla iskandinav uzuvlu, hemen hepsi çok güzel kadınların olduğu (erkekleri değil nedense) bosna'dan gelen sen de böyle dersen...:)gerçi böyle denilir ama sarışın kadınların, erkeklerin bu yarımcılığa bağlı olarak yalnız kaldığı hiç görülmemiştir. "sarışınları sevmem," demek, "zeki insanları severim," demenin bir biçimi belki, o sarışın aleyhtarı fıkralara bakarsak... ama ne büyük yalan, değil mi sarışınların daha az zeki olduğu... sarışın joniler, tonilerin dünyaya egemen olmanın bir yolunu hep bulduklarını düşünürsek... bilimsel bir desteği hiç yoktur bu ayrımcılığın, ama anket yapılsa, "sarışınları sevmem," cümlesi epey bir işaretlenecektir. tekrar ediyorum; uygulama bunu göstermez, bunun bilimsel geçerli bir açıklaması yoktur... peki ama öyleyse nedir, nasıl, niye?
:)

hah, evet robert redford yaşlandı gerçekten, pek sevmesem de hoş bir adamdır, sarışınlığı iyi taşır:)

kristin scott thomas sahnede görününce verdiği duygu çok tuhaftır. severim ben de. ama onu başka bir zaman, başka bir nedenle konuşuruz.

sevgili lilium, teşekkürler çok.

sevgiler.

meftun dedi ki...

senin güzel hatırın için okudum :) bilmeceyi mi, tabi ki bilemedim..

sevgiler..

endiseliperi dedi ki...

sevgili ebru,
joyce'dan alıntı yapılan bir yorumda benim metnimin övülmesi öncelikle beni nasıl mahcup ediyor ve bu övgüyü hiç haketmediğimi düşündürtüyor, diyeyim.

kitapların okunma zamanı var mıdır? 18-20 yaşlarında çok, ama el yordamıyla okuyan bir insan joyce okumuşsa, onu joyce okumuş sayabilir miyiz? ulysses'i ise cesaret edip okuyamadım. nasıl korkuyorum ondan ve yetersizliğim nasıl içimi hınçla dolduruyor. ben hırslı bir insan değilim kitaplar dışında. joyse'u anlayabilmek ve yazdığı metne tam olarak nüfuz edebilmek olası olacak mı bu ömrümde, hiç zannetmiyorum. ölürken bu yetersizlikle, bu eksiklikle öleceğim. belki öncesinde yeterli bir hazırlık yaparsam, joyce'un derinliklerinde işaret ettiklerini önceden okuyup bilirsem, bir gün bunu başarırım. düzayak, normal bir okur olarak okudum diğer kitaplarını ve sevdim. ama okumalarla bu kadar beslenmediğim bir dönemde okudum işte ve hiç okumamış sayabiliriz beni. bir kitabı onu anlamaya yetersiz olduğumuz bir zamanda okuruz ama bu okumalarla şekilleniriz. 15 yaşında dostoyevski okumuş olmak büyük olasılıkla beni şu an olduğum insan yapmıştır, iyidir bu. ama tekrar tekrar okumak gerek işte o kitapları. bunu yapıyorum, ama defalarca okumalardan sonra bile onun yine de eksik okuma olduğunu görüyorum bir süre sonra.

çaresizlik, yetersizlik, zamansızlık... ah! öleceğiz... herkesin tanrısının sorduğu bir hesap vardır; benimki, "ya joyce?" diye soracak. belki ruhumun kurtuluşu için bir gün joyce'a yeniden döneceğim, yeterince ve dürüst bir çaba gösterirsem bu ibadet yeterli olacaktır. belki.

sevgili ebru,alman komşunuzun dileğine katılıp, size güzel, rahat, neşeli bir gün dilerim. soğuktan şikayet eden ben, eğer ordaysanız, almanya'nın iklimine göre sadece şımarık sayılabilirim.
kendinize iyi bakın.

teşekkürler, sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

allah razı olsun, meftun:) günümüzde çok, çok, çok ender duyduğumuz
"bilmiyorum," sözcüğü kadar havalı bir sözcük yok. sahi diyorum. hepimizin hemen her şey hakkında bilgisi var. olması da gerekmiyor. sanırım insan hafızası bir evrim geçirir şu google'dan sonra. zihninde olmasına gerek yok bilginin, hemen her an elinin altında işte. ve her şey hakkında fikir ileri sürecek, yorum yapacak cüretimiz de var... tüm bunlara rağmen, "bilmiyorum,"demek yine de çok havalı. geçen gün bir kitabı karıştırıyordum, çok ünlü bir düşünce adamına bir soru soruyorlardı da, bilmiyorum, oluyordu yanıtı. öylece kalakaldım ve çok acayip ki, adam bana bilgisine çok güvenilir, çok derin bir adammış gibi geldi bu yanıtıyla.

bıy bıy bıy...

hatırın olmasa uzatırdım daha ama burda kesiyorum.

sevgiler.

justine dedi ki...

Periciğim, araya girsem sorun olur mu?
Hani soruyu filan cevaplamayacağım ya, o yüzden izin istediydim:) Hem sorunun cevabını "bilmiyorum" ben. Nasıl havalı durdu mu bende de?:p

Kısa kesip, uzun bir aradan sonra (faranjit belası boyunca), kahve içmenin keyfini çıkaracağım. O zaman hemen yazayım, ben sarışın severim. Çok severim hem de. Ya tamam, sevgi sarışına, esmere, kumrala (Bu ülkede kumral tanımının bilindiğinden emin değilim, gerçekten! Ya esmersindir ya da diğeri:)) filan bakmıyor, bakmaz da, yine de beğendiğim tipler sarışın çoğunlukla. Brad Pitt sarışınlığı filan değil bahsettiğim, biraz çirkin olacak, sorunlu ama çekici bir şeyler olacak yüzde. Hah ha tam geyik oldu değil mi bu? Olsun, devam edeyim ben; sarışınların ağzı laf yapıyor ve elleri kalem tutuyor evet, ne kadar sevilmedikleri söylense de dünyayı yönetiyorlar valla, orada haklısın. (Obama'yı geçiniz.) Benim beğenim bu özellikleri ile ilgili değil tabii, tamamen görüntü. Ece'nin karaşın bakışını ve o bakışa olan sempatim ve ilgimi olayın dışında tutarsak, sarışın adam hoştur. Daniel Craig var, bildin mi onu, çirkin ama ne güzel adam:)) Sean Bean sonra, bak hatırlamadıysan tiplerini bunlarla ilgili bir yazı yazarım bloğa senin için, söyle yeter:p
Robert Redford'a gelirsek, benim bayıldığım bir oyuncu değil ama This Property Is Condemned filminde Natalie Wood'a nasıl güzel bakar. Çok iyidir orada çok. Dünya üzerinde duruşunun da sağlam olduğunu düşünüyorum ya, hadi orayı geçelim. Bahsettiğim filmde (umarım seyretmişsindir, çok güzel bir film.) öyle cool bir duruşu vardır ki, bayılırsın. Bak, işte bunu da bilmiyorlar, cool lafını soğuk, snob vs. ile karıştırıyorlar çokça. Oysa cool tam da Redford'un o filmde oynadığı karakterdir. Ve hatta The Way We Were filmindeki karakteri de güzel örnek olurdu bu kelime için.
Of ben ne diyorum yine, kısa kesecektim değil mi? Hemen kahve hemen, bu sessizlik ve boşluk her zaman bulunmaz. Çok sarıldım.

Kristin Scott Thomas'ı ise soğuk ve itici buluyorum, Biraz fazla şanslı ayrıca. Hah ha, susmuyorum ben, bu sefer gerçekten gittim!

endiseliperi dedi ki...

:) sen konuş, justine, gülüyorum hep. dur ama şimdi. bayanlusin2den bence hoş bir yazı geldi, onu yayınlayacağım. sanırım, aynı yerde aynı anda, taze taze! bakalım beğenecek misin, henüz düzeltmeleri de yapılmamış ya, yayınlanıp, sonra rastladıkça yapılıyor düzeltmeler, burda usül böyle:) sarışın mevzusunu konuşuruz;)

konu talih'ti değil mi? gündem hep o ama bu anlamda talihsiz bir kitap oldu o. ıyk, kötü espri.


öpüyorum çok. gelirim birazdan.

endiseliperi dedi ki...

selam justine,
arçil geldi, yemek yedik bu arada. yemeği de arçil'in odasına, onun uzun çalışma masasının bir ucuna hazırlıyorum. atta tina'nın yemeğini de burda veriyorum. hani mutluluk tabloları var ya, onlar gibiyiz:) izmir köfte yapmıştım. ben köfte pek sevmem, bir tane köfte zor yedim. pilav, yemeğin patatesi, salata. nar ve portakal suyu da sıktım. mutfakta öylece sepette duruyor meyveler ya, sıkıp bardağa koyduğumda soğuktan buğulanıyor. sonra adaçayı ve kantaron çayını birlikte demledim. seviyorum bitki çayını, çok tatsız, hafif, nerdeyse renksiz, ama seviyorum.

arçil karşımda cem yılmaz'ın soru cevap CD sini izleyip gülüyor, ben de sana yazıyorum işte. bu akşam talih'i yazmaya başlasam, yarın sabah bir saat daha çalışsam, öğleden sonra bir dava dosyasını okusam, harika bir iş yapmış olurum. ertesi gün çünkü duruşma var. dosya okuyup, her dosyanın meselesi ne ise o konuda hukuk okumak üzere plan yaptım, ama uygulayamıyorum. oysa mesela bayanlusin'i bu dosyayı okuyup bundan bir hikaye yazması için kandırsam, bir sürü şeyi daha çabuk öğreniriz:)

justine, öyle sarışın, esmer şeyim yok. valla, yok, atmıyorum. yahu karakteri iyi olsun. bu da zor zaten. yani seven filmindeki gibi bir brad pitt senden hoşlandığını beyan etmiş, diyelim. sarışın diye mesela reddedilmesi mi gerekir?:)hayır! herkes kusurlu olabilir:) daniel craig, sarışın mı yahu? kumral. ve çok, çok çekici. öyle çekici ki korkutucu bu. sonhız uzaklaşmak gerekir.

o-hooo-ooo kandırıyorsun sen beni justine, biraz çirkin, sorunlu ama çekici olacak diyip, sean bean filan koyuyorsun örnek olarak. yok, oynamıyorum.

robert redford güzel bakar, güzel durur, hoştur hep gerçekten. kristin scott thomas'ın haketmediği kadar iyi filmlerde oynadığını düşünebilirisn, ama hangi filminde kötü oynamış ki? sevmem ama insaflı olmak lazım. bir erkek dese ki, öyle klasik güzellikle açıklanmayacak, sorunlu denecek kadar soğuk görünecek, kırılgan ama sağlam bir doğası olacak dese ve kristin'i seçse, bu bence hoş bir seçim olur.

diğer yorumunu sonra yayınlayacağım. şimdi buz gibi mutfağa gidip bir sigara içeceğim. canım deli gibi kahve istiyor ama adaçayı içtim rahat uyuyayım diye, yazık olur.

öpüyorum çok. justine ne yazdım şimdi buraya bilmiyorum, tekrar okumayacğım, araya öyle çok şey girdi ki yazıyı yazarken, tümden saçmalıksa boşver.

sevgiler.

Ebru dedi ki...

Sevgili Peri Hanimcigim, bilseniz ne kadar seviyorum bu yaziyi. Gelip okuyorum sürekli, tipki Tatiana'nin Onegin'e mektubunu okudugum gibi. Bayan Lusin yine yazacak mi acaba Ken'e?

endiseliperi dedi ki...

teşekkürler ebru. belki yazar, bayan lusin'in pek sağı solu belli değil bu aralar. nerelerde hiç bilmiyorum ayrıca. hmm... sanırım ortaasya'da, bir şey araştırıyor yine.

sevgiler.