Perşembe, Aralık 2

kıldan tüyden bilmece

Ne zaman bir berber dükkanına ayağımı atsam, midemde uyuklayan korku huzursuzlanır, boğazıma doğru yayılıp beni nefessiz bırakır. Berberlerin bende yarattığı bu olağanüstü korkunun nedenini sanrılar, kabuslar görmeye, dehşetli halüsinasyonlarla kendini kaybetmeye yatkın zihnimin bir oyunu sanırdım. Besbelli deliriyordum. Bu delilik alametlerini utançla saklıyor, bir münzevi gibi yaşadığım hayatımın tek tük tanışlarına bundan hiç bahsetmiyor, bir doktora görünmeyi ise aklımdan bile geçirmiyordum.

Evet, ne zaman bir berbere dükkanına adımımı atsam kadim zamanların insanlarının bilinmeyen bir dilde yaptıkları dua mırıltıları yükselmeye, kanlı ayinlerin kurbanları beni sağır edercesine bağırmaya başlarlar zihnimde. Kahinliğin aynalar bulunmadan önce suya yansıyan görüntüye bakarak yapılanı, burada, karşılıklı aynalarda, kahin berberin emrindedir artık. Eğer berber canı sıkılır da aynayı kırarsa, felaketler, hastalıklar, aynada aksi görünenin yedi yıl yakasını bırakmaz. Bu düşünceler, gözümün önünde bir belirip bir kaybolan muskalardaki berber sembolleri beni telaşlandırır, berberin kapısında bir sara hastası gibi titrerken, hızla oradan uzaklaşır, terden sırılsıklam odama ulaşır, kapıyı defalarca kilitler ve diz üstü yere çökerim. Nefes nefese ettiğim dualar bildiğim hiç bir dinin diline benzemez. Yavaş yavaş kendime geldiğimde mırıldanmakta olduğum daha önce hiçbir yerde duymadığım duayı ayrımsar, delirdiğini fark eden bir akıl sahibinin korkunç acısıyla kendimi yatağa bırakırım.
Her sabah, berber makası değmemiş belimden aşağıya sarkan dümdüz saçlarımı yedi maşrapa suyla yıkar, ilkel çağlardan kalma bir töreni uygular gibi aynanın karşısına geçer, saçlarımı yedi bölüm olarak örer, onları da yedi kez başımın çevresine dolarım.

Deliriyor olabilirdim ama aklım hala başımdaydı. Gerçeği bulacaktım ve deliliğimi bu gerçekle maskeleyecektim. Delilik dediğim hal bana bir tür bilinçakışı yoluyla aktarılıyor olmalıydı. Delilik anlarında tarihin küflü kokusu genzimi yakıyordu çünkü. Okumaya en başından başladım bu nedenle.

İlk edindiğim bilgiler Hammurabi’ye kadar gidiyordu. Yasa koymaya meyilli Hammurabi, saçlar konusunda da düzenleme yapmış. O dönemde, kadın erkek demeden herkese alnın üst kısmındaki saçlarını kazıması emredilmiş. Kakülden hiç hoşlanmayan benim gibi biri için gizemlerden biri aydınlanıyordu işte. Peki ama Hammurabi’nin geniş alınlı halk sevdası nereden geliyordu? Yanıtı bulmakta gecikmedim: Kişinin ait olduğu toplum biriminin sembolü alnına dağlanıyor, mühürleniyordu. Bu, şimdi alın yazısı dediğimiz hadisenin ta kendisiydi. Kişi, bulunduğu toplumla aidiyetini sürdürmek, kurallarına uymakla yükümlüydü. Ve ait olduğu toplum birimi, alnındaki yazı-sembolden okunabilirdi. Kişiye verilecek en büyük ceza ise ait olduğu topluluğun mührünün görünmesini engelleyecek şekilde alnına kara zift sürülmesiydi.


Şimdilerde kullandığımız alındaki kara lekenin kökeni taa o zamanlara dayanıyordu. İslamiyet’te abdest alınırken, başın sadece belli bir bölgesinin mesh edilmesinin nedeni de, fiziki temizlikle ilgili değil, bu eski saç kesim bölgesi ve oraya vurulan damganın kalıntısının ‘mesh’ini hedefliyor olmalıydı. Peki, kendi alınyazım hangi korkunç leke ile yolundan sapmıştı ki ben böyle delilik hezeyanları ile kıvranıyordum! Okumaya devam ettim; Hammurabi’de berber cezaları da var. Müşterisi olan kölenin kölelik görüntüsünü gizlemeye yönelik saç tıraşı yapan bir berber feci şekilde cezalandırılıyordu örneğin.

Peki bütün dinlerde olan başı örtmek de neyin nesiydi? Araştırmalarım gösterdi ki, kadınların saç kesimleri, onların statülerini, sosyal pozisyonlarını gösteriyordu. Saçı örtmenin nedeni, erkeklerde şehvet uyandırmamak değil; saç düzenleme ve tıraşının gizlenmesiydi. Toplum aidiyet sembollerinin gizlenmesi nedeniyle saçlar örtülüyordu yani. Baş örtüsü gizeminin şehvetle ilgisi bu kadar mıydı! Ayrıca, Truvalı Paris’in kaçırdığı Helen, evlendiği gün Afrodit’in ona verdiği altın işlemeli yaşmakla başını neden örtmüştü? Evlenmekle, “başının bağlanması” arasındaki ilinti, olsa olsa kadının artık kocasının toplumuna ait olduğunu açıklamak için, eski toplum birimine aidiyetini gösteren alnındaki sembolün gizlenmesi olarak açıklanabilirdi.

O gece, Kuran’ı açtım ve şunları okudum:
“ister hacca gitsinler ister ‘umre yapsınlar, ihrama girdikleri andan haccın veya umrenin bittiği ana kadar saçlarını kesmekten ve hatta düzeltmekten kaçınmakla da yükümlüdürler”

Peki ama neden? Kutsal bir seyahat ile saçın ne ilgisi var! O gece uyuyamadım, yatakta dönüp dürdüm, ama sabah aklım apaydınlıktı. Alındaki damga başlangıçta, toplum birimlerinin farklarını ifade etme aracı iken, topluluklar arası ilişkide bu ayrılıkların vurgulanması, belirgin kılınmasını gerektirirken, anlamlıydı. Fakat topluluklar arası doğal kaynaşma, sentezleşme sürecinde, eski doğal belirlenim sembolleri bu birliğin önüne engeller çıkarmaya başlıyordu. Topluluk halinde ortak ve tek Allah’a yakarırken, farklılıkları da görünür kılmamak gerekiyordu. Herkes Allah önünde birdi.

Öyleyse, kutsal bir mekana girerken erkeklerin başlarını açmaları, kadınların örtünmeleri de bu şekilde açıklanamaz mı? Böylece, giderek büyük dinsel topluluklar halinde bütünleşmekte olan toplumun, eski küçük toplumsal birimlerinin varlık sembolleri, artık “ortak tanrı”larının önünde ayrılık sembolü halinde işlev görmeye başlıyordu belki de. Birleşme döneminde, eski ayrılık, farklılık bildirim öğelerinin gizlenmeye başlanmış olması gerekiyordu.

Bütün bu bilgilerle donanmış, kendimi en yakın berbere taşıdım (gerçekten:). Artık biliyordum, yüzyıllarca sosyal, dini, ekonomik tanımı saçıyla yapılmış insanoğluna hükmeden, bu yolda gizli bilimler geliştiren berberlerin sırrına yavaş yavaş eriyordum. Neredeyse emin olduğum şeyse, kurdukları gizli tarikat ile dünyayı ele geçirecekleri, saçımızı, aralarında anlaştıkları gibi hep aynı model ile kesip, o robotik görünüşlü insanlar topluluğu hedeflerine ulaşacaklarıydı.Aralarında konuşurken kullandıkları şifreli dillerini, gelecek kuşaklarına aktardıkları sembolleri, küçücük dükkanlarından açılan gizli geçitleri, geçitlerindeki tuzakları, görünmez yerlere gizledikleri, dünyanın gidişatını belirleyen muskalarının varlığını biliyordum.

Berber kapısında yine o korku göğsümü sıkıştırmaya başladı. Ama bu sefer geri çekilmeyecektim. İçeri girdiğimde gizemli müzikleri Serdar Ortaç bas bas bağırıyordu.

Köşedeki koltuğa oturup, aramızdan bazı fanilerin, hayali bir ustura ile aralarında incecik bir deri parçası olan hayati damarlarını ortada bırakacak şekilde uzattıkları başlarının yıkandığını, bir diğerinin başının çevresinde kocaman, pırıltılı makasın tehditkar bir şekilde şık şık şık diye sesler çıkararak dolaştığını, kimisinin de başına korkunç kimyasallar sürüldüğünü görüp, yutkundum.

Önümde duran dergiyi alıp, göz hizamda tutup, olan biteni gizlice gözetlemeye başladım. Kasanın başında oturan, okumakta olduğu gazeteyi bırakıp bana doğru yürürken, kaçıp kurtulmak için çok geçti artık. “Ne olacaktı?” diye sordu. “Saçımı kestirecektim,” dedim sesimdeki heyecanı bastırıp. Başını döndürüp, gizemli bir işaret yaptı ve daha önce fark etmediğim biri karanlıklar içinden çıkıp hızla bana yaklaştı. Birlikte, arkasında musluk olan küçük bir plastik havuza doğru ilerledik. Omuzlarıma dolanan beyaz havlunun armasına bir dedektif dikkatiyle bakıp, aklıma yazdım: Bir makas ve tarak, çapraz bir şekilde kan kırmızı renginde işlenmişti! Cesaretimi toplayıp, başımı, havuzun oyuk kısmına giyotinin altına bırakır gibi uzattım. Berberin saç yıkamaktan sorumlu görevlisi, musluğu açıp ılık su ve nefis kokulu bir şampuanla saçlarıma masaj yaparken, kendimi “uyuma, sakın uyuma, bu bir tuzak!” diye uyarıyordum, ama artık çok geçti. Kendimi, cezası çok ağır olacak bu zevke çoktan bırakmıştım.


O sırada, zihnim uykuyla bulanıklaşmışken duvarda sweeney todd’un afişini ayrımsadım. Tabii ya, neden daha önce anlamamıştım! Şimdi, istanbul’da bir berberdeydim, ama bu adres, dünyanın bütün berberlerine, kanalizasyon, dehliz ve mağaralarla bağlıydı. Mesela, bulunduğum binanın altına insem, bir zaman sonra, Londra’da, fleet street 186 numaranın ikinci katındaki bir berbere ulaşacaktım.. Ve bu berberlerin, gizli tarikatlarını öğrenenleri derhal oracıkta yok etmek için bir düzenekleri vardı. Eminim ki birazdan koltuğumun altındaki kapak dönmeye başlayacak ve kendimi mahzende bulacaktım. Aşağıda beni bekleyen başka bir berber de...


Hayır, böyle olmadı, benden şüphelenmemişlerdi. Gözlerimi açtığımda, havlu, gizemli bir işaret gibi, arması tam alnıma gelecek şekilde başıma dolanmıştı. Bu kez başka bir görevli hızla önümden yürüyüp, bana yol gösterdi. Beni bir koltuğa oturtup, saçımı taramaya başladı.
O süpürge gibi saçlarımı tarıyor, ben yine kendimden geçmemek için mücadele ediyordum, ama göz kapaklarım kendiliğinden kapanmış, bir kedi gibi zevkle mırıldanmamak için kendimi zor tutuyordum. Yine de kafamda tilkiler dolaşıyor; bütün berberlerin saçımı görünce ettikleri cümleyi ne zaman söyleyecek diye düşünüyordum. Sessizlik birkaç saniye sürüp sürmemişti ki, beklediğim cümle sözcüğü sözcüğüne duyuldu:

“Saçınıza biraz hareket verelim mi?

Aklımdan, “A-haa, şimdi konuşmaya başladın işte diye,” geçirip, gülümsedim. “Hayır, o hareketi kaldıracak bir düzenim yok,” diye mırıldandım. Böyle diyerek onların gizli bilimleri hakkında hiçbir fikri olmayan zavallı bir fani gibi görünmek, güvenini kazanmak istiyordum bir yandan da.

Israr etti, tehditkar bir şekilde aynadan bana bakarak, “Saçınız çok düz, biraz hareket versek iyi olur.”

Gözümü açıp, aynadaki gözlerine diktim gözümü, vazgeçmeyecektim: ”Saçımı hep topluyorum zaten, harekete yazık olur.”

Aramızdaki düello amansızdı: “Toplasanız da önünüze düşmeyecek saçınız, hareketi orada keseceğim.”

Kaybetmiştim, “peki,” dedim duyulur duyulmaz bir sesle. Bir anda elinde beliren makasla, saçlarımı kesmeye başladı. İçimden, “ne olacaksa olsun” diye geçirdim.



Kaybetmiştim. Bir kez daha berberler tarikatı kazanmıştı ama saç benim saçımdı, tekrar uzayacak ve gücümü tekrar kazanacaktım. Bu gece eski ahit’i okuyacak; genesis bölümünde geçen hikaye ile cesaretimi toplayacaktım. israil'de yaşayan, Eski Ahit'in yargıçlarından olan, doğumu önceden haber verilmiş ve İsrailliler'i Filistinliler'in azabından kurtaracağı söylenmiş, gücünü hiç kesmediği saçlarından olan o kahramanın bilmece olan adını düşünerek yağlar, merhemlerle saçımı yıkayacak, tez zamanda uzaması için dualar okuyacaktım. Bu kez edeceğim tüm duaların ne anlama geldiğini biliyordum.

-bayanlusin'den-

11 yorum:

gülçin dedi ki...

bu kez eminim! samson.
saç cefadan, tırnak sefadan uzar derler pericim, ama merhemlerle yağların da mutlaka faydası olur :)

sevgiler.

Adsız dedi ki...

Sevgili Peri,
Bahsettiğiniz nazir Samson olmalı. Eski Ahit’te bahsedilen diğer büyük yargıçlar:, Deborah, Gideon, Jephthah, ve öbür yargıçlar: İzban, Tola, Othniel, Shamgar, Jair ve lon abdon’dur.
Sevgiler,
RY

Talisman dedi ki...

Bu kolaymış :)
Samson.
Yazı çok güzel yine , ufuk açıcı.
Sevgiler.

Ipek dedi ki...

Endiseliperi bence sen kitap falan yazmalisin, yazilarini begeni ile okuyor, konularin orjinalligi ve dili kullanimindan dolayi seni takdir ediyorum..
acai_berry

endiseliperi dedi ki...

gülçin,
bu kararlı yanıtla, kazandınız! bildiniz! yaşasın! hem özlü bir söz de eklemişsiniz, daha ne olsun:)

sevgiler çok.

not: salinger öyküsü açıldı. okuyacağım. çok sağol.

endiseliperi dedi ki...

sevgili rüyayastığı,
doğru yanıt ve peşinden gelen diğer yargıç listesini okurken iskemledeki lakayt halimi düzeltip, kendimi ciddiyete davet etmedim değil. yıldızlı pekiyi veriyorum size;)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

ooo talisman,
son bir kaç gündür aklımdasın, ne bileyim, aklımdasın işte... öyle olunca tuhaf, bilimle açıklanamaz bir sinyalleşme durumu oluyor ve işte burdasın! teşekkür ederim güzel sözlerin için. benim için çok değerli.

tabii ki bilmişsin.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

aa acai-berry,
ne ilginç isminiz var. burda, blog dünyasında kardeşim kadar çok sevdiğim asliberry sandım sizi önce. hemen şenlikli sitenizi ziyaret ettim... geziler, fotoğraflar, kitaplar... çok eğlenceli.

iade-i iltifat bölümünden sonra şunu demeliyim ki kitap yazmayı hiç düşünmüyorum. ben burda işte bu kadarcık yazıyorum, siz orda okuyorsunuz, birlikte neşeleniyor ya da hüzünleniyoruz. bu kadarı bana fazlasıyla yetiyor.

tekrar teşekkürler.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili justine,
:)
ya evet, hep önce sen yazıp sonra ben mi yorumunu yanıtlayacağım. ben sana yanıt vereyim, sen de o yanıta göre yorumunu yap, olmaz mı?:)

yine bildin, justine! senin aldığın dersler ne kadar zevkliymiş öyle, tekrar okuma şansı verilse senin okulun da dahil hukuk dışında bir sürü yerde okumak isterdim. heyhat!... senin de kakül sevmediğini biliyorum, evet. saçın bir kısmının manidar bir şekilde kelivermesi ve o kesikten itibaren beliren yüzde varolduğu düşünülen anlamının vurgulanması, ne bileyim, gereksiz geliyor bana.

öpüyorum çok, sevgiler.

justine dedi ki...

http://www.youtube.com/watch?v=HdZNXeRRgGo

Bu, benden sana (duyan da beni Handel'in yasal mirasçısı sanacak yahu!) öylesine bir hediye olsun, şimdi devam edelim;

Hah ha, diyerek başlasam:p Güldüm çünkü, ve sen beni sınırlandırmışsın, yer miyim ben bu numarayı?:) Sanıyorsun ki şimdi sorduğun sorudaki lepiska (Biliyorum sarı değil saçları ama sende o kadar hatırım vardır.) saçlı adam hakkında bütün tarihi dökümü yapacak ve kâkül sevmediğimi söyleyeceğim. Yok efendim, bu sefer başka bir cevap veriyorum:p

Peki sen Peri, biliyor musun bilmecenden bilmece doğuyor? Bu Şimşon (böyle sesleniyorum ben ona, Samson havalı, Şimşon daha samimi:)), biraz rahatsız bir adam. Tarihi filan değil bak bu anlattıklarım hemen dudak bükme, dinle bir. İşte, bu arkadaş biraz küstah, dalgacı, ukala bir erkek. Sevmem ben bu tipleri (Tamam tamam herkesin sevilecek bir şeyi vardır, geçelim şimdi lütfen, şurada yazıyoruz:p), çok uğraştırırlar. Delila (İsim fena değil, bu da havalı.) bu adamı sattı biliniyor değil mi? Hadi, daha kibar olalım, saçlarını kesip ölmesine sebep oldu diyorlar. Öyle olmadı işte, kesti ama neden kesti, sattı ama neden sattı, bilmiyorlar. Kadını korumuyorum al birini vur ötekine, derdim Pandora yerine konan Delila'da filan değil yani. İçimi sıkan, şu Şimşon'un ona adam gibi soru soran biriyle dalga geçip durması! Tamam, sinirlenmeyeceğim, ama Peri haksız mıyım, yattığın adama bir soru soruyorsun (Rica ederim, bana bildir, senin büyük kuvvetin nerededir?) o da sana yalan yanlış, abuk sabuk cevap veriyor, buna kızmaz mısın hiç?:)
Ben sinir olurum, gece saçını da keserim, eee, hah evet içkisine zehir de katarım!:)

Bir de, adam zamanında bir bilmece soruyor, saçma mı saçma;

"yiyenden yiyecek çıktı,
ve kuvvetliden tatlı çıktı."

valla bana biri böyle bir bilmece sorsun ve cevabını da söylemesin, affetmem!

Oysa Peri sen -a, pardon bayanlusin- öyle misin, güzel bilmecelerinle keyfime keyif, hayatıma tat katıyorsun. Aaa, o zaman artık bırak da kadının sayfasına gideyim, yazmış sanırım ve harika bir şey bu!!!

p.s.: Burada anlatılanların hepsi hayali, benim kâkül sevmediğim ise uydurmadır:p Ya, şaka bir yana tam da saçımı kestirmeyi düşünüp durduğum (üstelik kâkül!) bir zaman nasıl da tam on ikiden vurdun! Kuaföre gitme sorunuyla bir halleşsem gidip fıstık gibi olacağım inan:p

endiseliperi dedi ki...

dur, müziği açayım da öyle konuşalım, justine. handel ne iş filan diye düşünüyordum ki, samson overtur'üymüş. hmm... mersi. valla justine ben de hah haa şeklinde başlıyorum, ben de güldüm sana:) yok yahu rekabetçi şahsiyetim nedeniyle değil -hiç değilim öyle. beni gerçekten tanısan, insan değilsin sen, meleksin sen, dersin- komiksin de ondan:)bir kız çocuğusun sen! neden? ben yanıtı yazarken oyun olsun diye yaptım akıllım, seni sınırlandırmak kimin, ama kimin haddine! aklımdan bile geçirmem, istemem de hiç. sen sınırsızca konuş, ben eğleneyim, o derece isterim zıp zıp zıplamasını düşüncelerinin, çağrışımlarının.

hah haaa... evet gerçekten kızmakta haklısın. ben de hiç sevmem öyle lafı dolaştıran insanları. üstelik yatakta filansın-bak justine, peri'nin meleksi dil masumiyetini bozduruyorsun sen:)- aranızda bir hukuk gelişmiş.. ayy sildim valla yazdıklarımı justine. sende hoş duruyor da peri de ne bileyim...:) saçını kesersin de içkiye zehir koymazsın sen justine. var öyle sinsi insanlar ama sen centilmence dövüşürsün. ben de öyleyim. zehir işi bana göre değil. hatta tabanca filan bile değil, resmen kılıçla mücadele ederim. öldürücü darbeyi asla vurmam, neden? "haklısın, özür dilerim, şimdi anladım, gerçekten anladım, kendimden utanıyorum vs" gibi sözleri duymak ve onu daha iyi bir insan olarak topluma kazandırmak:p ama nerdee... kaçak'a diyorum ki bazen tartıştığımızda, yani tesadüfen yaa, bir kez olsun ben haklı olamaz mıyım!:)

neymiş ki o bilmecenin yanıtı? ben hiç bilemem o bilmeceleri.

hmm... bayanlusin biraz yorgun, kendini toparlıyor şimdi yan odada. kavuniçi için bir kaç satır yazdı ama pek keyfi yok. çivit plantasyonlarını ziyaret edeceğim, diye tutturdu. biraz dinlen, acelesi yok, dedim. bilmece kulübü üyelerini artıracak sanırım kısa zamanda. sen de orada olacaksın doğal olarak.

çok konuştum. nasıl da yorgunum. ginko bloba da içiyorum vitaminlerime ek olarak ya, zihnimi de çok yoruyor o.

hadi, öpüyorum çok. bakalım başka gelen olacak mı, orada görüşürüz en kısa zamanda.


sevgiler.