Cuma, Aralık 3

kırmızının serüveni I




1 Mayıs’ta yazacaktım, ama olmadı. Bilmece hazırlamak için çok uzaklarda Şili’nin kuzeyindeki çöllerdeyim şimdi. Bulunduğum koşullarda size ulaşmam çok zor. Pablo Neruda’nın deniz kabuğu koleksiyonunu görmek için yola çıkmıştım güya, ama olmadı. Santiago’da trende tanıştığım biri kanalıyla kırmızının kaynağını öğrenme fırsatı çıktı çünkü. Hem tarih 1 Mayıs olunca aklıma kızıl renk gelir ve renklere düşkün benim gibi biri de bir fırsat bulursa, kendini renklere bırakır. Zaten ben, sulardan korkan çingeneler gibiyimdir. Onlar gibi gezip tozarım ve onlar gibi deniz ve deniz ürünlerine yüz vermem. Hal böyle olunca şimdi derdim, kırmızının sırlarına erişmek ve sizi kırmızıya çağırmak. Eh, kırmızının çağrı için benim bilmeceme gereksinimi hiç yok. Kırmızı kendi başına en reddedilmez çağrıcı, adeta toplanma buyruğudur ve 1 Mayıs’a kırmızı yakışır. Neden? Çünkü bir bakın kırmızıya, başkaldırı, zulme uğramışlık, haksızlığa direniş ve özgürlük isteğinin sesini duyarsınız. Şu kırmızı lafı nereden türemiş bilinmiyor; onun adı her zaman ve öz Türkçe olarak resmen kızıl. Hani şu sermaye, liberaller ve mukaddesatçıların ürktüğü sözcük.

Kızıl, ateştir, güneştir, filandır ama en çok da kandır. Kızıl, kahramandır ve onurludur. Çünkü tarih sürekli ve hiç usanmaksızın, alınan ve verilen kan ile yazılmıştır. Öyle bir onur ki yensen de yenilsen de onurlusun.

Kızılın özgürlük narasını en bilinen haliyle 1789 Fransız ihtilalcileri atıyor malum. Devrimciler kızıl, külahımsı, aslında kökü antik Anadolu Frigler’e uzanan bir başlık giyiyorlar. Buradan çıkan kırmızı sonradan, kraliyetin beyaz ve Paris kentinin eski geleneksel feodal mavisi ile laik cumhuriyetçi ulusal renkleri oluşturacaklar. Bayraklara değil de sinemaya hayran olan ben, Fransız bayrağını Kieslowski’den bilirim.

Osmanlı’nın sancakta iki asıl rengi var: Yeşil ve kırmızı. Yeşil olanı, güneşte solduğunda maviye dönüştüğünden itibarı düşmüş, zamanla yalnızca kızıl kullanılır olmuş. İsabet olmuş. Kaşgarlı Mahmut bilgenin dediği gibi, “Ağdi kızıl bayrak/Toğdi kara torak” oluverir yani, başımız sıkıştıkça.

İtalyanların faşist Mussolini’sine ve onun Karagömlekli katillerine karşı bir de kahraman yurtsever, cumhuriyetçi Garibaldi’leri var.* Bu gözüpek adam yıllarca İtalyan Birliği ülküsü ile kendi kurduğu Kırmızı Gömlekliler adlı milis gücüyle, liberallerin Avusturya’ya teslim ettiği Roma’yı geri almış ve inatla savunmuş.

Dünyanın pek çok yerinde özgürlükçü ihtilalciler alınlarına, kollarına kırmızı bant takmışlar ve Kızıllar diye adlandırılmışlar. Bu tip örgütlenmenin belki de ilk örneği, 18 yılında Çin’de görülüyor. Kırmızı Kaşlılar! Darbeci General Vang-Mang’a karşı ayaklanıp, giderek zenginlere karşı da savaş açan yoksul, kentli, gizli örgüt üyeleri, birbirlerini tanıyabilmek için kaşlarını kızıla boyuyorlarmış.

10. yüzyıldan sonra Şii Emevi kültürü altında yeşeren Faslılar kızıl başlık olarak fes biçimini kullandılar. Barbaros’un Cezayir egemenliği sırasında pek hoşuna giderek gemicilerine giydirmesi ile bu moda böylece İstanbul’a gelip yerleşmiş.

Özgürlük ve kurtuluşun sembolü olan kırmızı giysi yalnız bir yerde istisnai ve zıt bir durum oluşturur: 1775 Amerikan kurtuluş mücadelesinde son derece acımasız olan İngiliz Emperyalist Ordusu askerleri Kırmızı Ceketliler idi.

Ee.. bir de Kızılbaşlar var. Oğuzlar 9. yüzyıldan sonra Ortadoğu’ya egemen olunca peşlerinden, gelenekleri güçlü ama Oğuzlar gibi politik esneklikleri olmayan Türkmenler yığınlar halinde güneye kaydılar. O sırada İslamiyet tıpkı Ortodoks-Katolik yarışması gibi kanlı ve derin yol ayrımını Şiilik-Sünnilik saflaşmasını yaşıyordu. Uyanık ve politik Oğuzlar halifeden kopmamak için Sünni oldular tabii. Ama yoksul öz Türkmen hakları, zaten Arap kibriyle harici sayıldıklarından, haksızlığa uğrayan Şiilerden oldular. Ayrıca İmam Caferi’nin gizlilik felsefesi, kendi Asyalı yarı şaman inançlarına daha uygun düşmekteydi. Böylece bu insanlar arasında haksızlığa uğramışların rengi kızıl külah giyme adeti yayıldı.

Kızıl başlık giyme adeti, İsa’dan iki bin yıl önceden beri güçlü adalet anlayışını temsilen, Zerdüşt’ün Mazdek rahiplerinde bilinmektedir. Bunlar, Ortadoğu’nun en kutsal meyvesi Nar (içinin kızıl, köze benzemesi özelliğiyle) biçimli, kırmızı, çıkıntılı taç başlık takarlardı. Ateş, bu inançta tek Tanrı Ahura Mazda’nın yeryüzündeki simgesidir. Zaten Athar’dan Ater ve Azer (Hazar), Atharbagdan’dan Azerbaycan oluşmuştur: Ateş yeri! Şimdilerde Ermenilerle aramızdaki hassas ve duygusal sorunumuza ateşle müdahale eden ülkeyi de anmış olduk böylece. İşte Şii Safeviler on iki imamı temsilen on iki dilimli kızıl taç giyecekler, giderek Anadolu’ya göçen Türkmenler’e keçe kızıl külahlarından dolayı Kızılbaşlar denilecek. Sünni devlet güçlerince isyancı kabul edilip takibata uğrayacaklar, gizli gece toplantılarında baskına uğrayıp, tanınmadan kaçabilmek amacıyla çabucak ışıklarını söndürdüklerinden de, “mum söndü” ayini şeklinde ahlaksızlık iftirasına uğrayacaklar.


Yeni atanmış Amerikalı Kardinal Edward Egan Roma’daki atanma töreninden eve döndüğü 2001 yılında kırmızı ipekten gösterişli bir başlık taşıyordu ve bu başlık Papa’nın onu kilisenin prensi yaptığını gösteriyordu. “Kırmızı neyi simgeliyor?” diye soran New York muhabirine Kardinal, inancınızı korumak için o kadar arzulusunuz ki ölümü dahi göze alırsınız, diye cevap verdi. Hıristiyan din adamlarının kırmızı düşkünlüğü Ortaçağ’a kadar uzanır. Ama aynı çağda fahişelere, scarlet woman-kızıl kadın denirdi ve gerçekte kırmızı kumaş giyen kadın demekti. Bunda bir tuhaflık hatta komiklik var. Zira kardinallerin giydiği şapkaya da scarlet hat- kırmızı şapka, kardinal şapkası deniyordu aynı zamanda! Kırmızının oyunbazlığı işte.

1587’de kukuletalı celladına doğru yürüyen İskoç Kraliçesi de kırmızı ve siyahlı bir elbise seçmişti. Siyah ölüm içindi, ama kırmızı renk ölümü karşılama cesaretini simgeliyordu.

Dün, Şili’den Peru’ya geçip Lima’daki Peru Ulusal Müzesi’nin etnik bölümünde ilgimi çok çeken ve sizin de eminim ki bayılacağınız bir nesne gördüm. Gerdanlık gibi, çok renkli, toz içinde bir şerit koleksiyonu. Solgun ipler, bir ana ipten sarkıyorlardı ve daha küçük şeritler garip bir düğüm sistemiyle onlara bağlanmıştı. Bazılarında farklı renkte ipler birbirine dolanmıştı. Makrame gibi görünen bu şey, dünyanın bildiği en incelmiş renk kodu parçalarından biriydi. Durun, heyecanlı kısmını şimdi anlatıyorum: Bu nesne İnka İmparatorluğu’na aitti. İnka imparatorluğu gücünün doğrundayken, 10.000 kilometre yolu denetiminde tutuyordu. Telefon ve e-maili bırakın, tekerlek ve at yokluğunda devlet, mesajı ötekine vermeden önce 20 kilometre sürat koşusu yapan kocaman bir koşucular takımı yolu ile yönetiliyordu. Halkın gelişmiş bir yazı sistemi yoktu ve İnka bürokrasisinin mesajı basit bir koşucunun ezberleyemeyeceği kadar karmaşıktı. Bu durumda bilgiyi, haberi aktarmak için işte bu kodlanmış şeritler kullanılıyordu.

Her renk ve düğümün ayrı bir anlamı vardı. Siyah tel zamanı; sarı, altını; mavi, göğü ve anlam genişlemesi ile tanrıları anlatıyordu. Peki ya kırmızı? Kırmızı, İknaların kendilerini anlatıyordu. Evet! Ordularını ve her şeye gücü yeten imparatorlarını ifade etmek için koyu morumsu kırmızı rengi tercih etmişlerdi. Mesela size İnka İmparatorundan tepesinde düğümler bağlanmış olan kırmızı bir şerit geldiyse, vay halinize. Bu, büyük savaş anlamına gelirdi. Savaştan sonra atılan kan renkli düğümler ise, savaşta kaç kişinin öldüğünü gösterirdi. Ben size Şili ve Peru’da topladığım kırmızı bilgileri sonra, daha ayrıntılı anlatacağım.


Şimdi sorumuz geliyor. Peki, dünyada adı doğrudan kızıl olan bir halk var mı? İpucu: Aklınıza gelen ilk ülke ismi doğru, ama büyük olasılıkla nedenini ya bilmiyor ya da yanlış biliyorsunuz. Onu ben açıklayacağım. Google’a sorabilirsiniz, ama yanıtı orada bulabilir misiniz, emin değilim. Bir tişörtün üstünde gördüğüm gibi ve affınıza sığınarak, “f*ck google, ask me!” diyorum.


Kaynak:
Burçay Anger, en çekici, en kahraman, cafe pazar, 14 ocak 1996, sayı:57, s:12-13)
Victoria Finlay, renkler- boya kutusunda yolculuk, s:139)


not: 
bayanlusin ile zamanlamamız tutmadı. biz şu an kışa hazırlanırken, o bahar sevinci içinde yazmış bu yazıyı.

* conrad'ın nostromo'sunu okursanız garibaldi ile çok hoş bir kahramanın eşliğinde yine buluşacaksınız.

34 yorum:

Paris dedi ki...

O kadar seviyorum ki sizi.. Yayınlamayın lütfen sadece hep okuyorum yazılarınızı söylemeden edemedim..

Umarım her şey sizin ve oğlunuz için çok çok çok güzeldir hatta daha güzel olur

Paris

endiseliperi dedi ki...

paris, söyler misin nasıl yayınlamam bu yorumu!? öyle içten demişsin ki, sevgi sözündeki içtenlik öyle bariz ki... sevinç duydum çok, ama nasıl desem çok da dokunaklı geldi, gözlerim doldu biraz. ara sıra seslensene paris, biliyorum uğradığını; seni, mektuplarını da hiç unutmuyorum. ama seslen bana arada olmaz mı?

kucak dolusu sevgiler.

Eleştirel Günlük dedi ki...

Nicedir sessiz sessiz okuyorum da iz birakmiyorum. Bu defa ses edeyim dedim. Bu guzel yazi icin tesekkurler. Bir de okurken serbest cagrisimin hizinda geldi aklima kirmizi kadini da guzel kilar... Dudaklaridir, yanaklaridir kadinin...

endiseliperi dedi ki...

eleştirel günlük, hoşgeldiniz! sizi gördüğüme çok sevindim. ama sizi görünce yazıya şöyle bir göz gezdirdim de tam sizin için yazılmış bu yazı, gelmeseniz burası eksik kalırmış.

güzel mi kılar gerçekten, yoksa bu güzellik duygusu aslında, onun sağlıklı olduğunu ve bir sürü çocuk doğrurabileceğini imleyip, erkeğin bilinçaltına doğanın gönderdiği bir uyarı mıdır, hiç bilemiyorum. hani sıska ve soluk benizli kate moss'lara filan bakınca doğanın bu uyarısı karşısında modern insanın iradi bir karşı tavır koyduğunu... bir kadının güzelliğinin onun anne olabilme olanaklarıyla ilgili olmadığını filan düşünüyor sanki artık.

dünyanın azalan genç nüfusu karşısında önlem gerektiğini düşünen politikacılar bana kalırsa modacılarla çalışıp, şu kırmızı dudaklı, kırmızı yanaklı, geniş basenli kadınların "güzel" olduğu şeklinde bir moda yaymaları gerekir. zaten bu özelliklere yatkın türk kadınları, eğer devlet kadını anne olarak cezalandırmayıp, doğum iznini iki yıla çıkarır, devlet kreşlerinin sayısını artırıp, niteliklerini düzeltirse üçten az çocuk doğurmaz. kaldı ki çocuk ne güzel bir şeydir, kırmızı yanaklı kadın ne güzledir...

:) uzattım. ama biliyorsunuz siz bende konuşma isteği uyandırırsınız hep.

sevgiler, teşekkürler.

Unknown dedi ki...

Endiseli Peri hala bir giz benim icin sizde konusma istegi uyandirmam... :-) Iyi mi kotu mu oldugundan bile emin degilim acikcasi. Ama umarim iyidir... Kirmizi ve kadin bende estetik ve cinsellik boyutuyla guzel ve cekici. Bir onceki yorumu yazarken asil aklima acaba gelinligin beyazi ve gerdek gecesinin kan sevici gelenegi ile bagintisi da var midir bu kirmizinin diye bir soru da gecmedi degil hani. Ama her ne ise kirmizi ve kadin gorsel olarak guzel...

Adsız dedi ki...

Sevgili Peri, güzel Peri,
O kadar uzun zamandır izliyorum ki yazılarını, sigarayı bile senin etkinle bıraktım.
Hazır böyle, yemleri kapıp uçup gitmeyelim, bi teşekkür edelim geleneği başlamışken, ben de böyle uzun süreli bi blog sürdürdüğün için sana teşekkür etme fırsatını kaçırmamayım dedim.
Gözlerinden öpüyorum.

endiseliperi dedi ki...

kırmızı ve kadın birlikteliğinden doğan cinsel estetik çok ateşli bir aşkı vaadediyor doğrusu ama aklınıza beyaz gelinlik ve gerdek gecesinin kan imgesi geldiyse... ne bileyim o imge artık bambaşka bir şey. acı, stres dolu, derhal aşılması gereken, kısacası estetikle -tam kırmızı bile değil. olsa, hadi bir bir nebze- ya da zevkle alakası olmayan bir işlem. yani o kırmızı kadının başına hep dert olmuştur, o kırmızı ile yanyana anılmak, onun hatırlatılması pek de hoşuna gitmez. sanmıyorum. cinsel saflığı ile onay alan, bir türlü büyüyemeyip, cinselliğin hep çocuksu safhasında kalan kadın artık büyümek istiyor. gerdek gecesinde ya da sonrasında kendi şahsi cinselliğinin bir sürü kavramla birlikte bir sürü, özellikle erkek elemanlar tarafından sözkonusu edilmesinden bıkıp usanmış durumda. hep bir sorun dolayımında yaşanan cinselliği ile barışıp, kendi cinselliğini tanımak, işin artık keyfini çıkarmak istiyor. öyle bir baskı ki kadın cinselliğine uygulanan, onaylanmış ilişki içinde bile "zevk almak" bir namus sorununa dönmüş durumda kadının zihninde. bize gerdek gecesi kanı estetiğinden hiç kimse bahsettiremez. bundan erkekler bahseder, "ne güzel kızsın/kan olur her yer" derler. biz kaskatı olup, sıkıntıyla ürpeririz. kahrolsun gerdek gecesi kan sevici geleneği!

bana bu gerdek gecesi kan sohbeti hep murathan mungan'ın bir hikayesini çağrıştırır. boyacoköy'de kanlı bir aşk hikayesi miydi adı, neydi. orada gelinlik ve ona bir bıçak marifetiyle bulanmış bir kan lekesi vardı. kadınların imgesinde, gelinliğine bulaşan kan hatırası böyle bir hikayeyi çağrıştıracak kadar dehşet vericidir. aman diyeyim, eleştirel günlük.

gene çok uzattım sözü.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili sonvesana,
ne güzel, ne sevinçli yaptınız bir anda beni. çünkü insan duymak istiyor bunları. iltifat için de değil, yahu burda bulunmamın gerçekten bir anlamı var mı, diye sorup duruyor kendine. işte siz, işte anlam! sağolun.

demek benim etkimle bıraktınız sigarayı? ben niye kendime etki edemiyorum acaba? gerçi ben kendi sözümü hiç dinlemem. bir şeye karar verdiğim anda, onun tersini yapar bulurum kendimi. neden bilmem. çünkü verilmiş bir karar, üstünde düşünülüp, öngörülür bir gelecek sunar ya insana, ve baldan tatlı olsun, öngörülebilir olan eh işte sıkıcıdır. bend aha karar verme aşamasında o geleceği de yaşamış gibi olduğumdan, bir bakalım aksi istikamette ne var merakı, bir şeye apansız yakalanma isteği... atıyorum bunları. mutfakta açık radyo da dede efendi'den şarkılar var, hava gri puslu, tina sizinle konuşmam bitsin de kucağıma gelsin diye yan iskemlede beklerken ve siz çok güzel şeyler yazmışken bana, ne güzel her şey.

gözlerimden öpecekseniz, gözlüğümü de çıkarayım:)

teşekkürler, sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

ancak arkadaşlar farkındayım ki iltifata pek düşkün bana güzel sözler söyleyerek, dersi kaynatmakta, sorduğum soruya yanıt vermemektesiniz. zil çalmak üzere. bu durumda eski sınıftan arkadaşlarınızın nefis yorumlarını şuraya yazarsam, bu hazıra konmak olmaz mı?bakalım, şu an saat dörde çeyrek var. bir saat vaktiniz var. beşe çeyrek kalaya kadar düşünüp taşının, hadi peki google'a sorun da şu postla vedalaşalım.

Adsız dedi ki...

Peri, madem ki kopya çekmek serbest, ve madem ki "eski sınıf" dedin, ben de bu aralar dilinden düşürmediğin lusinin bloguna bir göz atayım dedim. Ama Peri, lusinin okuduğu kitaplar, koyduğu resimler, dinlediği müzikler, arkadaşları, ve hatta Ken Parker...Kim bu lusin kuzum, yoksa ikizin mi? (Yine kızıl soruya cevap vermedim di mi, ama ne faydası var kopya çektikten sonra, önemli olan akıl akıla olup araştırma yapmak değil miydi?)

endiseliperi dedi ki...

lusin...
kimsin sen?

ben de bu soruyu sorup duruyorum ona. nasıl ki peri, bu sorunun yanıtını, evinden çıkmayarak, kendi içine katman katman dönen bir kuyuda arıyorsa, lusin de dünyayı dolaşarak ve ona pürdikkat bakarak arıyor. ama kim bulabilmiş ki bu sorunun yanıtını... aynada iskeletini görecek kadar kim bakabilmiş kendine!... doğumdan itibaren sorulan ve tüm yaşam boyu sürse de... işte yine de soruya karşı bu yanıtsızlık bu suskunluk için beni bağışlayın.

bilmeceniz çok zor, sonvesana.
;)

sevgiler.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Doğruluğundan emin olmadığım için yanıt yazmaya niyetli değildim ama hocam "hadi bakalım" gibi tatlı bir baskı yaptınız. :) Kızıl komünistler. Yani kızıl ordu. 1917'den önce, çarlık rusyası döneminde kullanılmaya başlandı kızıl yıldız. Üniforma olmadığı için, sivil kıyafetlilerden ayrılmak ve birbirlerini tanıyabilmek için şapkalarında kırmızı bir yıldız olurmuş. Aklıma bu geliyor.

Sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili atze,
teşekkür ederim bu ek bilgi için ama maalesef doğru değil. şöyle ki; bayanlusin orada bir ülke, devlet ismi sormuş.

ooo süre çoktaaan geçmiş. ben de yemek pişirmeye daldım. bugün pazar diye geç bir vakit, yani, 7.00 de yiyeceğiz yemeğimizi. basit bir yemek. aslında tina hanım zorladı biraz bu menü için. ciğerden sıkıldı sanırım. ben de tüm bir tavuğu, zeytinyağı, tane karabiber, tuz, limon suyu ile ovdum. evet, derisinin altını filan da. içine de hatta sıktığım yarım limonu ek olarak koydum. önce harlı ateşte, sonra çok kısık ateşte pişirdim. yanına da nohutlu pirinç pilavı yaptım. onun da yanına mevsim salatası... onu d ayanına? hmmm meyve suyu sıksam mı? üşeniyorum. ama hadi, nar suyu ve portakal sıkayım. üstelik araya ütüyü ve bir kitaptan bir bölümü de okumayı sıkıştırdım.

hmmm... ben yanıtı bilahare koyayım buraya. şimdi iş başına. üzülme bilemedin diye. işte sana kocaman.... SEVGİLER!

justine dedi ki...

Hey Peri,
sakın yanıt filan yazma şimdi, birazdan gelip cevaplayacağım sorunu. İlgilendiğim bir ülke hem sorunun yanıtı, neden kısa bir cevapla geçiştireyim o zaman?:)

Bugün ıvır zıvırla geçti, şimdi de patates salatası (Ben buna hep "patitis" demek istiyorum, Alıklar Birliği sağolsun!:)) yapacağım, çayın yanında yemek için. Sonra keyifle oturup yazacağım tabii. Olur mu?

Olmazsa da canın sağolsun.:)

endiseliperi dedi ki...

niye olmasın, olur tabii... şurada sahip olduğum yetkiyi hatırlattın ya, justine, çok sağol. yani, ben diyorum ki, justine'i bekliyoruz millet! bekliyoruz. sakın acele etme, yavaş yavaş ye yemeğini.
ben de mutfağa gidip çay, sigara içeyim, sonra bir film bakayım. aslınd akitap okumak istiyorum da, talih bitince yeni conrad kitabım yok, ondan ağırdan alıyorum. hay gidi hay.

afiyet olsun.
.
.
.
justine, ne tatlısın. yetişeyim diye, sakın acele etme, yavaş ye yemeğini. istediğin kadar beklerim.

sevgiler sana.

Lilium Bosniacum dedi ki...

sayfanın tepesindeki saraybosna fotoğraflar hepsi birbirinden güzel...

Ayça Yaşıt dedi ki...

:)) Hayır üzülmedim. Merakla bekliyorum yanıtı. Bir de Tuva Cumhuruyeti var, merkezi Kızıl. Orhun yazıtları ilk orada bulunmuş. Son olarak Al-manya demiyorum, şansımı daha fazla zorlamıyorum hocam. :p (Kendi kendime eğlence çıkarıyorum, aman diyim yayınlamadan...)

Takipteyim.
Sevgiyle.

justine dedi ki...

Geldim!
Hah ha, salatam ve çayım yanımda, Peri'nin sayfası da açık önümde, kısaca şu an -yarını düşününce keyfim biraz kaçsa bile-, gayet iyiyim!

Evet Periciğim, o zaman cevaba gelelim, diyorsun değil mi? Gelelim tamam; aradığın halk "Ruslar" tabii.

Rus adının (Rus-Rusi, Slavcası imiş bu kelimeler.), menşei hakkında ileri sürülen birçok görüş varmış. Benim elimdeki kaynak, en doğrusunun "Norman mektebi" tarafından kabul edileni olduğunu söylüyor. Neymiş o görüş hemen yazayım; Rus adının eski şeklinin Rusi olduğu düşünülürse, bunun fincedeki "Ruotsi"den alınmış olması gerekiyormuş. Finler ise, Maeller gölü (Stockholm çevresi) civarında yaşayan İsveçlilere "Ruotsi" derlermiş. Ve bunun aslında İsveçce "Roeder" (Almanca, Ruderer. anlamı; kayıkçılar, kürekçiler) kelimesi olduğu anlaşılıyor. Finler bugün bile İsveçlilere "Ruotsi" diyorlarmış. Fincedeki Ruotsi Slavcaya ilk önce "Rusi" sonra da "Rus" olarak geçmişmiş:) Hatta Slavlar İsveç'ten gelenlere genellikle "Rus" Rusi dermişler.

Aslında Ross, Rhos ve Rhos kızıl anlamına sadece Vikingler ile ulaşmış. Bunun dışında daha çok kayıkçılar, kürekçiler anlamı biliniyormuş.

Bu kadar yeter, severim ben Rusları, böyle bitireyim de sevgim sürsün en azından:)

Hoşça kal.

p.s.: Lily (yeğenim) İzmir’de, yanımda şimdi ve sanırım buranın havası ona yaramadı. İstanbul daha sıcak olabilir mi? Neyse, hasta oluyor ve devamlı ağlayıp uykusundan uyanıyor. Canım sıkıldı, onunla ilgileneceğim şimdi. Çocukların, onu bırak bebeklerin hasta olması çok tuhaf. İvanlaştım sanırım yine. Gideyim ben, daha fazla saçmalamadan.

tavsan dedi ki...

Madem yanit veren olmadi dedim, ben de google'a sordum, o da bana wikipedia'ya sor dedi. Sunu buldum: Brezilya'nin adi brazilwood agacindan eliyormus cunku agacin rengi kor atesine benziyormus ve bu Portekizce'de brasa demekmis.
Bir de Eritre'nin adi kizil denizin Latince'sinden geliyormus.
Maviye yorum birakicam asil ben bir ara, maviyi cok seven biri olarak ve evet mavinin gelecegi, dus ulkeleri barindiran yanini seven biri olarak ona haksizlik yapmis Bayan Lusin gibi geldi okurken:)

justine dedi ki...

A, dur dur kaynağımı yazmamışım! Türk Tarih Kurumu yayınlarından Prof. Dr. Akdes Nimet Kurat'ın "Rusya Tarihi" kitabı. Ben bu kitabı, yıllar önce master tezim için arkeoloji kitapları alırken araya sıkıştırmıştım, Rusya filan ne güzel olur okuması (seviyoruz ya edebiyatını:)) diye. Kim derdi ki, Peri soru soracak ve kitap işe yarayacak:p

Bir de şunu söylemeden geçmeyeyim, TTK'nın bu serisi (ülkeler, halklar) çok güzel, çok kapsamlı filan ama yazımı ve şekli şemaili çok itici geliyor bana. Okuması zor ve akıcı değil. Tamam, Moğollar, Macarlar, Uzakdoğu'nun yedi ceddi filan falan, her millet düşünülmüş, ellerine sağlık da, azıcık dile önem verselermiş daha iyi olurmuş sanki.

Ama, ben bunu neden sana şikayet ettim ki?:) Lily uyudu ve sakinleşti şimdi, bir film seyretmeliyim.

endiseliperi dedi ki...

çok hastayım. ateşim var. sonra, kendime gelince konuşalım uzun uzun. teşekkür ederim. justine bildin tabi:) sonra daha coşkulu seviniriz hep birlikte:)

sevgiler herkese.

justine dedi ki...

Canım Peri, lütfen iyi ol, hemen iyileş.
Geçmiş olsun.

deniz dedi ki...

Geçmiş olsun.. Acil şifalar dilerim Peri..

endiseliperi dedi ki...

sevgili lillium,
ne güzel memleketiniz var, insanları ne tatlı, iyi... çok seviyorum saraybosna'yı, nerdeyse benim de memleketim.

sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

atze,
yanıtı duyunca şaşırdın mı?:)yani bu kadar basit işte. verdiğin bilgiler için teşekkürler çok.

al-manya, ha?:):)

sevgiler.

not: mektubuna yanıt yazacağım sevgili atze. ama öyle mektup yazamama havamdayım ki bu aralar.

öpüyorum çok.

endiseliperi dedi ki...

justine,
hadi, zıplayalım (öhööö-öhöö...) hoplayalım (öhö...) kutlayalım bunu:) çok güzel yazmışsın. yani her şeyin ismine benzemesi ne tuhaf değil mi? rusya'nın isminin anlamının kızıl olması, diyorum. keşke türkiye'nin anlamı kızıl olsaydı, keşke kızıl devrim bizim ülkemizde yapılsaydı böylece, hepimiz kardeşçe, çok mutlu yaşasaydık hep birlikte.

lily nasıl oldu? çok geçmiş olsun. canım lily. izmir'in havası çok nemli justine. istanbul dan daha nemli bence ve azıcık soğuk olsun, insanın kemiklerine işliyor. ben izmir de ve adana da üşüdüğüm kadar hiç bir yerde üşümedim. bir de bu evde işte. özel soğutma tertibatı var herhalde bu evin. ama şimdi yatağın içinde sabahlıkla filan oturuyorum, o elektrikli sobayı d atam karşıma açtım. gözlerim kapanıyor nerdeyse. şimdi ilaç alacağım. limonlu çay ve limonlu kek bir de. gazetem de var.:)

canım justine, sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

deniz, çok teşekkür ederim. şifaları acil dilemeniz işe yarar ve yarın iyileşirim umarım. şimdi ilaçlarımı içeyim, dileğiniz yerine gelsin çabucak diye:)

sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

justine,
yine ben. bir karışıklık olmuş yorum yayınlama şeyinde de. iyi kitaplarmış onlar justine, yani çok ilgi çekici işte bilgiler. ama sanılıyor ki, sana bilgi veriyoruz, bir de edebiyat mı yapacağız! teşekkürler, ama yapın yani ne olacak ki. şu bilim küstahlığından ne kadar hoşlanmıyorum.

ne diyorum ben yaa:)şimdi düşünüyorum ki justine, keşke izmir'de duruşmam olsa.

lily, ne tatlı, sanki tüy gibi de hafif, insan kucaklamak istiyor. çok geçmiş olsun ona. alnından öp benim için, lütfen.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

tavşan, canım, seni gördüğüme nasıl sevindim. kusura bakma, işte bir takım aksaklıklar olmuş, yorumunu şimdi okuyabiliyorum. çok hoş bilgiler bunlar. keşke daha çok kaynağım olsa, daha çok şey yazarım diyorum ya sizin katkılarınızın olması daha güzel yapıyor burayı. çok sağol.

mavi bitmedi henüz. hiç bir renk bitmedi. hepsi sürecek. devam edecek. maviye haksızlık etmiş görünüyorum ama maviyi sevmeyen yok ki, ona bir de böyle bakın demek istiyorum. yani bir şeyin karakteri saf olmadığı gibi, ona duyduğumuz sevginin niteliği d eçok karmaşık olabilir. justine in son yazısını okumanı çok isterim. ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim böylece.

çok sarılıyorum sana sıkı sıkı. elimden gelse bir sürü neşeyi de postalamak isterim güzel kalbine.

sevgiler kocaman.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Geçmiş olsun sevgili endiseliperi. Taze zencefil çayı öneriyorum, bağışıklık sistemi için, bir de bol C vitamini. Mektup bekler, önce iyi ol olur mu?

Cevaba şaşırdım elbette. Ülke olarak "Rusya" kızıl halk için de "kızıl ordu" yazmıştım. Yanlış olanı anlamadım, şaşkınım.

Neyse hazır sınıfta kalmışken, Justine'nin açık yanıtı ve kesinlikle heyecanına çok sevindim. Tebrik ederim. :)

Bayanlusin heyecan yarattı, daha çok bilmece istiyoruz. :)

Sevgiyle.

endiseliperi dedi ki...

aa sevgili atze,
ülke olarak rus halkını anlamamış, gıcık bir hoca gibi titizlenmişim:) bu durumda sınıfta kalmadın. geçtin! yaşasın!

sevgiler çok.

tavsan dedi ki...

"yani bir şeyin karakteri saf olmadığı gibi, ona duyduğumuz sevginin niteliği d eçok karmaşık olabilir." demissin ya bana cevaben; kesinlikle katiliyorum. Justine'in son yazisini da okudum, ona da katiliyorum. Bircok sey tek tarafli ve tek acili degil zaten. Sadece bazi sInIrlar var; etik ya da inaniyorsan dinsel. Onlar bile bazen o kadar yoruma acik ki. Kendini bile olcut alamiyor insan, kendini karsindakinin yerine koymak da mesakkatli ve hemen hicbir zaman tam olarak yapilamayacak birsey (bu konuyu cok tartismistik biz varlikbilim ve us felsefesi dersinde).
Benim maviye dair yorumumun nedeni onu benimsemis olmamdan kaynaklaniyor, cidden sevmemden; animsattiklarini, vaddettiklerini ve denizi ve gokyuzunu cidden sevmemden kaynaklaniyor. Yoksa onceki yorumumda da kabul ettigim gibi maviye olan bu seviginin guzel bir gelecek, bir dus yasam, dus dunya vaadi oldugunu yadsimiyorum -farkina varilmasi gereken birsey; yuzun simdiye degil hep gelecege donuk yasamak fena birsey cunku.
Sevgi dilekleri icin cok ama cok tesekkurler. Iyiyim ve mesudum ben aslinda (simdilik), gercekten; merak etme. Sen sagol:)
Kocaman sevgiler de benden!

endiseliperi dedi ki...

evet tavşan... tüm bunlardan sonra insan bir kaybolmuşluk duygusu yaşıyor belki. ve sıradan olmanın, yanlış, yetersiz, sığ ama duruşunun olması gereken tek duruş olduğuna inanan o insana gıptayla bakıyor. kafası ne rahat. yani çok karmaşık örneğe de gerek yok, doğuda, bir köyde, kürt olarak doğan biri olsaydım ve başıma da çok gizemli değil, sadece gazetelerde okuduğum şeyler gelseydi. ne hissederdim, o çaresizlik içinde nasıl bir çözüm üretmeye çalışırdım... orda allahın her günü kocandan dayak yesen, kızın namus belasına öldürülüp çukura atılsa... oral çalışlar'ın yazı dizisini okuyorum da... bir seyirci olarak sessiz, gözlerimizi kapatıyoruz olan bitene. oysa güzel memleketinde bu dertlere uğrayan senin kızkardeşlerin... insan olmak ne kadar çaresiz bir şey. olanlar için böyle suçlu hissetmesem, böyle çaresiz kalmasam, keşke elimden bir şey gelse. sonra o dayak yiyen gençler... genç olmak ne güzeldir. nasıl iyi ve sanıyor ki dünyayı değiştirebilir, iyi bir şey yapmaya gücü yeter.

bugün çok dertli hissediyorum kendimi, sevgili tavşan. bu kadar günah için sevaplar ne az, ne yavaş.

iyi ve mesutsan da canını şimdi ben sıktım galiba:) öyle konuşalım istedim işte.

öpüyor, kucaklıyorum seni canım tavşan.

sevgilerimle çok.

tavsan dedi ki...

Disaridan bakip gulebiliyoruz da biz mesela bu yumurta meselesinin "devlet buyuklerimiz" tarafindan ne kadar abartilip buyutuldugune, insan butun bunlarin cidden yasandiginin farkina varinca cok acikli bir hal aliyor memleketin hali. Halbuki, "Bir yumurtam olsa, karsimda Tayyip olsa, bir atsam omlet olsa".
Ben sanirim 14-15 yaslarindaydim; yazlikta cop toplamak icin gecen traktorun ustunde oturan ben yaslardaki bir cocugu gorup dusunmustum bu yazdiklarini ilk defa bu denli bilincli; hayata ne kadar farkli basladigimizi, deneyimlerimizin ve kaygilarimizin ne kadar farkli olacagini.
Gozlerini kapamak evet. Eminim yapilabilinecek seyler var; hayatini tumden tehlikeye atmadan. Sevkilim kocamin teorisi herkesin kendi isini iyi yapmasi yonunde. Bir yandan da bu "Isa"lik hissi, bu herkese yardim etme istegini en yakinimizdakilere bile uygulayamadigimizi gorunce, beklentilerimi azaltiyorum.