Cumartesi, Şubat 5

hamlet

                                    şuradan

Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine kaşı
Dur, yeter! demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altından inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Ama sus, bak, güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı dualarında unutma beni,
Ve bütün günahlarımı.

Hamlet, Shakespeare
Çev. S. Eyuboğlu

8 yorum:

Ayça Yaşıt dedi ki...

Ophelia çıldırır ve Nil'in azgın sularında "olmama"yı seçer.

Sevgiyle...

endiseliperi dedi ki...

kehanetiniz doğru, atze hanım:p ama sorarım size; çıldırmışların seçeneğinden bahsedebilir miyiz? çıldırmak, aklın ablukasından taşarak kendi bildiğini okutmaz mı insana?
:)
canım atze. hangi yaratığın peşinden, kimbilir hangi alemlerdesin şimdi. öpüyorum. sevgiler.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Ophelia'nın çıldırmışlığı anlayanı hayran bırakır. Kimse üstünde yeteri kadar durmamıştır, Ophelia'da bunu ister zaten. Kediler gibi ölmeyi bilir, kimsecikler yokken, sezdirmeden. Ortalığı velveleye vermez, Hamlet'ine kavuşurcasına süzülür suya, ne de mutludur.

Ben severim delileri, çıldırmışları, birbirimizi tanır, selam veririz. :)

Delinin biri koşturuyormuş meydanda "Yumurtalaaaaaar! Yumurtalaaaar!", o sırada taksiye binen bir şairin camına burnunu yapıştırmış, zamanı durdurmuş, nezaketle "kabuğunuzu kırın." demiş.

Gülücükler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili atze,
biz, insanlar yani, hayvanlar gibi ölmeyi bilmiyoruz. bir yerimiz ağrısa, sızlanmalar, inildemelerle rahatsızlığımızdan dünyayı haberdar ediyoruz. en sevdiğimiz konu, neremizin ağrıdığını ayrıntılarıyla, süsleyerek anlatmak. ölüm yatağına düştüğümüzde sevdiklerimizi başımıza toplarız. özellikle amerikan filmlerinde en duygulu sahnedir, ölen bir yabancı d aolsa, yanındayım, merak etme, der diğeri. onun yalnız ölmesine gönlü razı olmaz. biz yalnız ölmeyi istemeyen yaratıklarız. bu düşünce korkutur; evlenir, çocuklar yaparız, yeter ki yalnız ölmeyelim.
dalga geçmiyorum, insani bir şey, iyi bir şey. ama insan düşünüyor. seni çok seven birine nasıl yaparsın bunu, son nefesini verdiğini ona nasıl gösterir, onu nasıl bir bitişin kesinliğiyle, sensiz bir dünyaya bırakırsın. ölüyorum sevgilim... gel, elimden tut. yarın ne yapacaksın, bitanem?

hmmm...

hamlet'in her satırı bence fazla fazla analiz edildi, atze. ophelia da bundan payını aldı. ben doğru dürüst bir hamlet analiz yazısı okumadım. bir süre sonra okuyacağım. öyle ölebilmek iyi bir şey. ben henüz çocukken, ya intihar edeceğimi ya da delireceğimi düşünürdüm. bu kehanet gerçek olmaz umarım. en büyük korkum da delirdiğimi bilmemek, insanların tuhafsayan bakışlarına anlam vermeye kendimi zorlayacağımı düşünmekti. öyle düşününce kendime çok acırdım. biri vursun o zaman beni derdim. beni seven biri. ama kim atları da vururlar'ın kahramanı gibi dileğini anlayıp, bunu gerçekleştirebilir ki. bunun için senin kadar hayata yabancılaşmış bir dostun olması lazım. uzattım.

sevgiler çok.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Haklısınız Endiseliperi, bin yıllardır ölmeyi öğrenemedik. Hamlet'in analizini bizimle de paylaşır mısınız, buna çok sevinirim.

Ilımlı bir gece diliyorum. Sevgiyle.

endiseliperi dedi ki...

okursam paylaşırım tabii... neyi paylaşmadım ki sizinle?:)insan... atze, insan ruhu ne kadar narin, kırılgan, korku ve endişe dolu... ne kadar yazık bize. insan düşüncelerinde yol alırken, neşeli, müzikli, çiçekli bir yolda ilerlerken, bir anda bir ürküye kapılıyor, aniden duruyor, arkasına bakıyor, fırtina çıkmış, gök gri, önünü dönüyor sis içinde... aman allahım! bir saniye içinde ve kendi kafanın içinde... hey, endişelenme, olur bazen, insan çok narin bir şey. yaşamın ve düşünebilmemin bunca yükünden sonra, ona yalnız ölmeyi istememeyi bahşedebiliriz. sen mi beni kışkırtıyorsun, yoksa film mi? ılımlı değil gece. filme döneyim yine.

sevgiler.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Biz bir insanla, yani hem de bir insanla, içimizdeki iyileşmeyen yaralar için kavga edebilirdik. Niçin kalkıp yürümediğimiz için mesela, hesap sorabilirdik. Gökyüzü maviydi, fırtına kokusu mu duyumsuyorduk? Sorunumuz neydi, hadi diyelim bulmaca çözer gibi birbirimizin kuluncunu, göğsünün ortasını didikledik. Acır mıydı, şu soruya da bakın hele, ne acemi. Yalnızlaşabilirdik sonra "hem de bir insan"la. Dünyanın kuytularına gizlenip tanrının bizi bulmaması için dua edebilirdik. Birden, sözsüz bir anlaşmayla, "ce-eee" diye ortalığa fırlayabilirdik. Komikleşebilirdi bizim için zaman, arzıslaşabilirdik. Nasıl yalan ama. :) Tamam... Bu gece hiçte yumuşak değil "hem de bir insanla". Öyle alelade sözcüklerle, hem tanıdık diye, gevezelik ediyorum. Böylesi daha iyi.

endiseliperi dedi ki...

alelade olur mu, atze hiç!? senin sözcüklerin benim için çok kıymetli, biliyorsun.
...
n'aptım biliyor musun atze, sana bir hikaye anlattım, sonra, yahu ne yapıyorsun! diyip sildim. justine haklı galiba, kafam azıcık dumanlı. geçelim.
...
(öhöm) sevgili atze, işimiz gücümüz, tabii ki, bize yakın olmasına izin verdiğimiz insanla. birbirimizi didik didik didikleriz. en sevdiğimizi, canından bezdiririz nerdeyse. şimdi persona izledim ya, bergman'ı çok seviyorum, öyle yakın çekimler yapmış ki, damara kadar görüyorsun, nerdeyse akan kanı hissedeceksin. onun o, insanın kendi gerçekliğini, ruhunu, en temel hallerini anlama ihtirasını çok iyi anlıyorum. bir yabancı değil, elbette ona zgöğsümüü açtığımız insan didikleyecek, canımızı acıtacak... beni niçin anlamıyorsun! diye ona hiddet duyacak, en çok onu özleyecek, ona yaslanıp en acı hikayemizi anlatacak, onsuz nefes alamayacak halde olacağız. meselemiz milyarlarca insan değil, sadece onunla. bizi yalnız hissettirmeye ya da mutluluktan deliye döndürmeye hakkı olan o insanla. demem o ki, der ki sana, seni mutsuz hissettiriyorum diye öyle endişeleniyorum ki... şaşırırsın, beni mutsuz hissettirmeye sadece senin hakkın var, dünyanın diğer mutsuzlukları sıradan, olağan haller. dağınık oldu biraz ama, üstelik atze, bu öğüt verir halimden de hoşlanmıyorum hiç. hiç bir şey de bilmiyorum ben hayat hakkında, bakma bana hiç.

hmm... yahu ne meraklı bi şeysin sen atze, aklın sildiğim hikayede kalmış, hiç dinlemiyorsun beni. huuu kime anlatıyorum burda. yemin ederim önemsiz bir hikayeydi. sadece anadolulu, delikanlı adamın biri diyordu ki, düşmanın kılıcı değil, dostun gülünün dikeni incitir beni... valla 19 yaşımda filan duyduğum bir sözdü bu, çok şaşırmıştım duyduğumda. yaaa... değmezmiş, di mi merak ettiğine. sonra tabii ooo çorumlu musun, yiğidin harman olduğu yer... tavuk bile, di mi, tavuk bile su içer allah a bakar gibi laflar duyup şşaşkınlığım kat bekat arttı. şimdi gülüyoruz tabii.

gülücükler sana da:)