Perşembe, Mart 3

bu ne biçim kitap tanıtım yazısı, peri hanım!?


tek albüm yayınlamışlar, 1970'te. afreaka. kaybolup gitmesinler, burada dursunlar mesela.

şu yeni aldığım james wood'un, kurmaca nasıl işler, adlı kitabı  çok şahaneymiş. adını filan okuyunca insan ürküyor, eyvah, diyor, barthes'ın kitapları gibiyse bu da, yandık. şimdi siz bana barthes okumakta ne var, sular seller gibi, diyecekseniz, o başka. ben bathes'ı öyle kolayca okuyamam, görev bilinci yetmez, bir de sağdan soldan görev aşkı ödünç almam gerekir. hatta hatta barthes'ın bana arka sırada oturan tembel öğrenci muamelesi yapıp, göz teması bile kurmamasına çok içerlerim. çabalıyoruz, di mi! ve senin de pek yardımcı olduğun söylenemez aslına bakarsan. bu sözüm barthes'a.  

ama james wood hiç de öyle değil. içimizden biri. sanki sıra arkadaşımız aramızdan çıkıp, yükselmiş, neyi nasıl anlarız, dilimizi bildiğinden, çok güzel açıklamış. anlıyoruz yani. hem güldürüyor da. ben ironi sahibi yazarları çok severim. şimdi wood da bu kitapta gayet akademik sorular soruyor: gerçekçilik gerçek midir? başarılı bir mecazı nasıl tanımlayabiliriz? karakter nedir? kurmacada muhteşem bir detay kullanımını ne zaman farkederiz? bakış açısı nedir ve nasıl işler? hayalgücüne dayalı sempati ne demektir? kurmaca insanı neden etkiler? james wood, önsözde bu teorik soruları soracağını, ama diğer teorisyenlerden farklı olarak bunlara pratik yanıtlar arayacağını belirtmiş, ki yaptığı işi doğru tanımlamış. okuyorum ben mesela, kitaplardan paragraflar yazmış ve doğrudan örnekler yoluyla anlatmış. çok eğlenceli. hem, kurmaca nasıl işler, gibi çok havalı bir adı olan kitap okumuş oluyorsunuz, hem okuduğunuzu anlıyorsunuz, hem de okurken eğleniyorsunuz. çok bereketli bir okuma. 

neden tavsiye ediyorum? okuyalım, güzelleşelim diye... sadece ben değil, hep birlikte havalı, akıllı ve eğlenceli olalım diye. arkadaşınızın ölçüye tartıya gelmez, dolup taşan bir paylaşım duygusu var yani. ancak özveri de bir yere kadar; size wood'un alıntı yapıp analiz ettiği bir kaç sayfayı yazayım istedim, ama üşendim. alın okuyun, yahu.



2 yorum:

justine dedi ki...

Hah ha, güldüm ben buna. Çok hoş. Sen elinden geleni yapmışsın, daha ötesi nedir yani?:)

(Bazen öyle garip oluyor ki, her şeyi görsünler, onlar da okusun, paylaşayım diyorum, sonra aynı böyle üşeniyorum. Ama sanki fiziksel bir üşenme değil bu, ruhen yoruluyorsun. Misyoner bilinci filan da değil, gülme şimdi. Tam olarak şuna benziyor. Sevdiğin birisiyle tartışıyor, belki kavga ediyorsun, sonra sen bir laf atıyorsun, ortalık duruluyor, güzelleşiyor her şey. Ama sen o lafı atmadan önce, ben bir seslensem ona, sonra da mutfağa girip, kek ya da susamlı kurabiye yapıp çay demlesem, hoşuna gider. Güzel bir barışma olur, diye düşünüyorsun. Biraz erken davranıp çaylı kekli hazırlık olmadan sesleniyorsun. Sonra diğer kısım biraz ağır geliyor. Yine aynı şey; yapması değil. Fiziksel değil ağırlığı. Bütün hissedilen, ruhsal.)

Ne oldu şimdi? Güya, kısa bir iki cümle yazıp yollayacaktım. Bitmiyor benim anlatmalarım. Yine de tam olarak ne demek istediğimi anlatamadım. Kocaman bir paragrafı, okuyup sildim. Oysa o cümleler daha iyi anlatıyordu derdimi. Komik. Neyse.

Sevgiler canım.

endiseliperi dedi ki...

yok yok, anladım ben seni, justine. hem yani barışmışsın zaten işi aceleye getirip, ne keki, ne kurabiyesi. canım.

niye iyi değilsin, justine? itiraz etme, ben anlarım. hmmm? azıcık buruksun sen, hafif küskün, neşenin ayarıyla oynanmış senin. şunu şöyle bunu böyle... çok mu konuştun kendinle? gözlerin dolmuştur senin. çabuk sarılıyorum sana. geçelim.

birkaç ay önce, ruhsal tükeniş halindeydim, dibe vurmuştum, bir kaç gün ruhsal olarak adım atamadım, bitik bir vaziyet. tuhaftır ki insan farkına varmadan yatırım yapmış oluyor çok kendine, hiç yoktan bir hazine sandığı çıkıyor, bir merak, bir heyecan, berrak, taze bir ruhla dolup taşmışsın iki dakkada. bu nedenle herkese, en çok kendime derim, geçer, sabırlı ol, diye.

öpüyorum. sevgiler çok.