Pazar, Eylül 4
nezaket
"şarap alır mısın?" diye sordu mart tavşanı yüreklendirici bir sesle.
alice masaya bakındı, ama masada çaydan başka bir şey yoktu.
"şarap göremiyorum," dedi.
"yok zaten," dedi mart tavşanı.
"öyleyse ikram etmek pek kibarca olmadı," dedi alice öfkeyle.
lewis carroll, alice harikalar diyarında
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
21 yorum:
ormanda kır düğünü var. tüm yaz canımıza okudular. 90 popu çalıyorlar şu an. işte opus'tan live is life. sesi odaya geldiğinde bile çok yüksek. uyumak ya da okumak mümkün değil.
:)) Masalların büyübozumu, Alice Harikalar Diyarında. Yukarıda gifle eh hırpalayıcı gerçekler bunlar ama çokta komik doğrusu.
İyi geceler Peri. :)
Ne tesadüf! Çok sinirliyim ben, eve geldim ve hiçbir şey değişmemiş. Aynı uzun hava devam ediyordu. C. çok haklı, insan sevmek zor iş.
A, n'aber, nasılsın?;)
Alıntı mükemmel, çok iyi, çok sıkı. Ne diyorum ben yahu, gidip yatayım bari, C. ile yazışıyorduk şimdi, yatalım mı dedi, soruyu tekrar ettim, olur dedim, seni gördüm ve böyleyken böyle oldu;)
Öyle sıkkın ki canım, alıntı çok güzel demiş miydim?
Konuşacak ne çok şey var ve aslında yok, yatmak en iyisi mart tavşanı gibi;p
komik ama sarsıcı. hem hiç de kibarca değil doğrusu;)
sana da iyi geceler. daha iyisin umarım, sevgili atze.
not: hızlı, telaşlı bir karadeniz türküsü başladı şimdi bangır bangır düğünde. DJ hiç iyi değil.
hey! seni görmek ne güzel. hayır, yatmayın!:) ben uyuyamayacağım. çok gürültü var. okuyamıyorum da, hiçbir şey yapamıyorum. uyumayın siz de:)
tatil sonrası depresyonu mu? bak, tatile çıkmayanlarda o depresyon hiç olmuyor:)
iyiyim. elma yiyorum. alıntı çok sıkı.
öpüyorum seni.
Kızmakta haklısın, sesi buradan bile duyuluyor. Parçaları seçemiyorum tabii, sadece boğuk bir gürültü geliyor. Durumun daha vahim. Saat on ikiden sonra düğün dernek gürültüsü yasal değil ama niçin hala çalınıyor ki.
Senin için hafif bir ninni isteyeceğim, peçeteye yazıp vereyim.
Sevgiyle.
Yok yok, öyle bir depresyon değil, daha fena işler. Aptalca, bürokratik(?) filan falan.
Sevgilim gitti valla, el mahkum yatacağız, çift olmak böyle bir şey sanırım, tavşana sorsam bilirdi;p
Başım da ağrımaya başladı, moralim de kötü, yatmak en iyisi aslında.
Bu saatte yatılır mı ya?!
Hah ha, delirsem ne güzel olur;p Öptüm, seni ve elmayı, gürültü yapanları ise "asla" ve "kat'a" öpmem!
Of!
aa, demek oraya kadar geliyor sesi. mümkündür valla. ama şimdi başağrısı gibi kesildi. ses yok. şahane:) ninni için teşekkürler.
öpüyorum seni çok.
öpme onları, justine. çok, çok eğlendiler zaten.
düşünme bırak. delirmek hoş olurdu aslında. kasti olarak deliremiyor insan ne yazık.
hadi, bir aspirin içip yat o halde.
sarılıyorum. sevgiler.
mia'ya ben bayılıyorum, yüksek ökçe. şu dizinin sanırım 1. sezonunda da oynuyor. haftanın dört günü 4 ayrı hasta terapiste geliyor bu dizide ve onunla konuşuyorlar. fena bir dizi değil. işte hastalardan biri mia ve süper oynuyor. işte şurdan izliyorum:
http://yabancidiziizle.com/dizi/in-treatment
alice in wonderland filminde, o uykulu ama kırılgan yüzüyle bir harikaydı bence de.
jane eyre'i izlemedim. izleyeyim. baktım şimdi imbd'ye de manzarası çok hoşuma giden bir film:)
yaşasın, yeni dizi araştırıyorudm, izlerim hemen şimdi bir bölüm. çok teşekkür ederim.
james joyce'un ulysses dışında tüm kitaplarını okudum. ama bahsetmedim. çünkü kavradığımı hiç sanmıyorum. tekrar okumam gerek.
bence conrad'ları okumayı erteleme. çok seveceğine eminim. inan bana.
bugün senin tumblr sitene uğradım günler sonra. bu nedenle şimdi seni görmek hoş oldu. sanki ben hangi siteye uğrasam, sonra onunla karşılaşıyorum:)
sevgiler.
sevgili yüksek ökçe,
dün gece seninle konuştuktan hemen sonra downton abbey'i izlemeye başladım ve son parçada da uyuyakaldım. o parçayı gün içinde izlerim (ütü yapacağım bugün, mola verdiğim bir vakit artık. ben sadece oturarak dinlenemiyorum, bir şey yapmam gerek hep. )diziyi, evet çok sevdim. hizmetçi ve efendi arasındaki ilişkinin doğasının anlatıldığı eserler çok hoşuma gider. chabrol'un o muhteşem seremoni filminden tut, sebastian silva'nın yönettiği hizmetçi filmine kadar ve geçen gün izlediğim kötü olmakla birlikte olağanüstü sahnelerin bulunduğu güney kore filmi, sang soo im'in the housemaid filmine kadar, beni hep etkilemiştir. farklı sınıfların aynı çatı altında bulunması, birinin alabildiğine varsıllığına rağmen diğerinin yoksunluğu ve mutluluk ibresinin taraflar için böyle dengesiz oluşundan doğan o gerilimin ifadesi hep iyi olur. talep eden tarafla, servis sunan arasında öyle ya da böyle hep bir şiddet vardır. ne kadar farklı biçimlerde de olsa o şiddet ortaya çıkar, o silah er ya da geç kullanılır, o itiraz mutlaka ilişkinin tarihindeki kayıtlara geçer. çünkü insan haysiyetli bir varlıktır, eşit olmak ister. eşitlik talebi insanın doğasında var. hizmetçi ve efendisi arasındaki filmler dolayımında burada konuşalım istemiştim ama, sanırım yazmadım bunu.
(devam edeyim:)
thumbler sitelerini izliyorum. seviyorum da. ama benim için hep eksik bir mecra. bana uygun değil. çünkü ben söz'e hala saygı duyan o eski geleneğe bağlı bir insanım. bir resim güzeldir. ama ben thumbler sitesi sahibine, "bu resim sana ne yaptı? ne hissediyorsun?" gibi sorular sormak isterim. bir görüntüyü seçmiş olanın algısının sınırlarını şöyle ya da böyle sezebiliyorum, ama onu konuşturmak da istiyorum. hem çok olanın arasında bir tercih yapıp sitende onu toplamak bir şeyse de, çok da kıymetli gelmiyor bana bu eylem. onu sitene koymak için harcadığın emek sanki üretilmiş bir şey değil. başkalarının çektiği fotoğrafı, yaptığı müziği beğenmişsin, hepsi buymuş, gibi bir duygu bırakıyor. ve ben derhal ilk kaynağa onu üretmiş olana yöneliyorum. ayrıca thumbler ahalisi arasındaki ilişkinin "beğendim" le sınırlı çok şematik, metalik bir tadı var. ben de beğendim demek isterim, ama nasıl, diye devam etmek isterim. ayrıca bir blog, thumbler, ff, tweeter'ın tüm olanaklarını sunmuyor mu? bir blog neden yetmiyor, onu belki de teknik konulardaki cehaletim nedeniyle anlamıyorum. işte ben burada resim de koyuyorum, müzik de video da ve ayrıca konuşup duruyorum burda:) burda bile kendimi tekrarlayıp dururken, olup olacağı bu kadar olan bu "ben"in başka mecralarda suyunun suyunu çıkarmanın bir alemi var mı, hiç bilemiyorum. bu anlamlı bir tavır mı yoksa gerikafalılığın bir tezahürü mü ondan da emin değilim;)
susukunlar kitabını çok sevmiştim ve o dönem herkesin dilindeydi, çok popülerdi. ancak anlamadığımız bir takım sözcükler vardı. istemiştim ki, maden hepimiz okuyoruz, kitaba hakkını verelim de yazarın bilerek yazdığını biz de bilerek okuyalım. ama farkettiysen o da eksik kaldı. conrad'ın nostromo karakterlerinin çözümlemesini de yarım bıraktım mesela. bu yarım işler, arabanın arkasına bağlanmış teneke kutuları gibi bir gürültüyle peşimden geliyor ve zihnimi rahatsız ediyor ama hiç halim yok eksiklikleri tamamlamaya. çok teşekkür ederim, susukunlar konusunda harcadığım emeği farkedip takdir ettiğin için.
benim de bu aralar dikkatim çok dağınık ve yazmak istediğim çoğu şey yazmayıp, burada resmen eğleniyorum. poe-melville karşılaştırması kaldı öyle. mutfağımızdaki nesnelere, çatal ile başlayacaktım, kaldı öyle mesela. kendimi rahat bırakıyorum. ama bu d anereye kadar; ataletin derin sularında kaybolmak üzereyim diye de kendimi yiyip bitiriyorum bir yandan da.
yaptığı o çok değerli katkıyla kalmayıp, yazdığım her yazının ve burdaki yorumların çıkışını da alan çello çalan kedi'ye ne kadar ama ne kadar teşekkür etsem az. bu blog sitelerinin başına bir şey gelir de kapanırsa diye endişelenmiyorum artık, çünkü çello çalan kedi'de bir kopyası var nasılsa, diye düşünüyorum.
güzel sözlerin için ben teşekkür ederim. bunlar insanı iyi hissettiriyor ve teşvik ediyor.
sevgiler.
mersiii:) şimdi downton abby'nin 1. sezonun son bölümündeyim. çok şükür 2. sezon da varmış. sen verdiğin ilk bağlantıda olan şarkının filmini izledin mi? şu film. çok tatlı.
http://www.youtube.com/watch?v=k8mtXwtapX4&ob=av3e
ben çok oldu izleyeli. ama dikkat etmemişim galiba o isim ayrıntısına. evet, hatırladım o pil alma sahnesini. dinleyeyim şimdi.
downton abby'nin 2. sezonu yüklenmemiş dizimag'a sanırım. sana şikayet eder gibi oldum:) başka yerde de yok. evet.
sevgiler.
tamam o zaman. teşekkürler.
:) teşekkür ederim. dün gece zevkle izledim.
eh, epeyce;) hastasıyım, nefesimi tutup bekliyorum:)
sevgiler.
dawntown abbey'in son bölümünü izlemedim galiba. iyi aklıma getirdin şimdi. yorucu bir gündü. banyodan çıkmış, çayımı almış ve arçil'e, bu aralar hiç okumuyorum farkında mısın, hep dizi izliyorum, demiştim. o da, farkındayım, bu nedenle sana bayram hediyesi olarak kitap alacağım, demişti. ona göre kötü bir hediye, o nedenle böyle espri yapıyor. gülmedim tabii:)
yazma havamda değilim hiç ya, bakalım. yazma heyecanı hiç yok içimde bu aralar. bir küçük heyecanlı fikirle yazmaya oturup, nefes almadan yazıyorum ben. başka türlü yazamıyorum. işte şu günlerde o küçük kıvılcım hiç yok. yazarsam da cepten yiyeceğim;) boşver. yine de belli olmaz bakalım.
öpüyorum seni.
sevgiler.
izledim akşam, sen diyince. gerçekten de lord ve hizmetçi kız arasında bir ilişki olacak. zaten bunun bahanesini oluşturuyorlar. lordun hanımı pek meşgul bu aralar ve lordla ilgilenmiyor. zavallı lord da ne yapsın... zavallı lord'muş:)
:) neler aklına gelmiş. mattew da sinir bir tip o kız da aslında. ikisine de bir sempati besleyemiyorum:) bugün yorgun ve biraz hasta olduğumdan hırçınlığım üstümde sanırım:)
benim başımı filan ağrıtmıyorsun. aşkolsun. sakın böyle şeyler söyleme, gerçekten üzülüyorum. izleyen var galiba bu diziyi. geçen gün farukahmet bir şey yazmıştı bu dizi için sanırım. o da izliyor olmalı.
sarılıyorum sana. biraz hastayım ya, olsun:)
hımmm çok güzelmiş teşekkürler
Yorum Gönder