Çarşamba, Aralık 7

aşk çorbası



Enigma by Miles Davis on Grooveshark

maalesef türkçe dublaj. ilk bölümlerde senkronize değil, ama düzeliyor sonra.

çok tatlı bir kadın. üç çocuğuyla, güzelce yaşamayı beceriyor. mükemmel bir aile tasarımı bu. oysa pek de mutlu değil bu aralar. kocası orta yaş krizi geçirip genç bir kadının peşinden gitmiş. krizin bitmesini bekliyorlar koca da dahil, elbirliğiyle.  kadının çocuklarıyla kurduğu o hayran olduğum ilişki için kullandığı tek yöntem dürüstlük, açıklık. evde yemekler pişiyor ve her çocuk kendi meşrebince nefes alacak kadar özgür o evde. çok hoş bir aile. kadının hayatına başka bir adam giriyor. nerden baksan uygun değil bu adam. ama iki insanı bir araya getiren anlayış çok derin ve köklü olabilir ve bu doğru bir ilişkiye kaynaklık edebilir. kadın, bu adamı seçecek mi, seçmeli mi, pek emin olamıyoruz. izleyin mutlaka; neşeli, hayatımızı kabullenmek için alçakgönüllü bir önerisi olan, hoş bir film. filmde kadın, onyedi yaşındaki büyük kızı ve onun kız arkadaşıyla bir bara giderler bir akşam. kızın arkadaşı hemşirelik okuyormuş, ama ihtisasını ölüme yaklaşmış yaşlı insanları rahatlatma terapisi üstüne yapmak istiyormuş. "çünkü," diyor, "acı verici olabilir, ama bu çok gerçek bir şey."





geçenlerde izledim bu filmi. dün izlediğim filmde, yaşlanmakta olan ve bunu kabullenmekte sorun yaşayan bir çift var. adam, yaşlılar için bakımevi binası tasarlayan bir mimar. sadece biçime ve gösterişe önem veren genç mimarların aksine, sade, işlevsel ve ihtiyacı ön plana alan dürüst tasarımlar yapan bir firma burası. ama adam yaşıların ihtiyacı ile kendi ihtiyacı örtüştükçe yaşlanmakta olduğunu seziyor ve çok endişeleniyor. karısı da öyle. toplumun mimarisi faşizan bir şekilde,  genç, güzel, sağlıklı olmayanı görmezden gelmek, gözlerden uzak tutmak için kurulmuş. 65 yaş sonrası yaşlılar, ölüme yakın olmak bir yandan, narin ve yavaş bedenlerinin sınırlayıcılığı diğer yandan, onlar için oluşturulmuş bir rol model olmadığı için nasıl davranmaları gerektiğini el yordamı ile bulmaları zorunluluğu öbür yandan...  istiyorlar ki mesela, bakımevi şehrin o kadar da uzağında olmasın, havaalanında tuvaleti bulmak için tüm katı dolaşmak zorunda kalmasınlar. filmin işaret ettiğim noktaları kasvetli bir film olduğu sanısı uyandırabilir ama değil. gülümsetmeli bir film. yaşlandıkça sevdiğim william hurt ve bakmaya doyamadığım isabella rossalini oynuyor.


teşekkürler;)

ormana sis çökmüş. yukardaki, gökyüzündeki  yoğun beyazlık,  ormana doğru indikçe seyrekleşiyor. doğudan esen yel, sisi parça parça ve yavaşça sürüklüyor. arkadaki bu ölgün yeşillik ve donuk beyazlık manzarasının önünden siyahlığı ve beyazlığı çok belirgin bir kuş, nereye uçmak istiyorsa oraya doğru bir eğri çiziyor. daha da önde, pencere pervazından su damlıyor.  insan eliyle tasarlansa böylesi imkansız, mükemmel bir manzara tasarımı bu. doğanın tasarımına aşığım. her şey birbirine tam uygun, birbirinin nedeni ve sonucu olarak zorunlu ve o kadar güzel ki...


insan eli tasarımın ihtiyaçlarımıza uygun olanına da aşığım. parmaklarımı zorlamayan, kalınlığı dudağımı yakmama izin vermeyen fincana, sırtım ağrımasın diye uygun bir eğim verilmiş iskemleye, avuçlarıma tam uyan kaleme...


 mutfakta yemek yaparken, elim ıslak olduğu için dirseğimle açabileceğim kadar düşünceli şekilde tasarlanmış lamba anahtarına insan nasıl aşık olmaz?


insancıl tasarımların duygulu, düşünceli, halden anlar olanını ister bir aile tasarımında isterse bir fincanda kullan hayatı daha kolay, güzel, soylu, dürüst yapmak için bir yol açmış oluyorsun.


bugünkü "her telden" programımızın da sonuna geldik. bi de şiir yazıp bitirelim oldu olacak:)

kaplan
kaplan! kaplan! gecenin ormanında
ışıl ışıl yanan parlak yalaza,
hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
kurabildi o korkunç simetrini?
hangi uzak derinlerde, göklerde
yandı senin ateşin gözlerinde?
o hangi kanatla yükselebilir?
hangi el ateşi kavrayabilir?
ve hangi omuz ve hangi beceri
kalbinin kaslarını bükebildi?
ve kalbin çarpmaya başladığında,
hangi dehşetli el? ayaklar ya da
neydi ki çekiç? ya zincir neydi?
beynin nasıl bir fırın içindeydi?
neydi örs? ve hangi dehşetli kabza
ölümcül korkularını alabilir avcuna?
yıldızlar mızrakların' aşağıya atınca,
göğü sulayınca gözyaşlarıyla,
güldü mü o, görünce eserini?
kuzuyu yaratan mı yarattı seni?
kaplan! kaplan! gecenin ormanında
ışıl ışıl yanan parlak yalaza,
hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
kurabilir o korkunç simetrini?

william blake
ç: selahattin özpalabıyıklar



***
unutmuşum. elbette şu diyeceğim filmi de izlemelisiniz. güzel bir iran filmi. kimin haklı olduğunu bulmak bazen hiç kolay değildir. haklı olmanın da anlamı yoktur, ya. bazen birinin kişiliğinden taviz vermesi gerekir. herkes kendi kişiliğine kararlılıkla tutununca bunun sonucu sadece yıkım olabilir.

eh, oldu olacak bir film daha ekleyeyim. çünkü kış günü, evdesiniz ve film izlemekten daha güzel ne olabilir. aklınızda olsun bunlar. yaşlı robert redford'u özleyenler için, sıradan bir tv filmi. fena değil. manzara çok güzel.


şimdi bir aksiyon filmine başladık. müzikleri harika. izleyeyim, size de yazarım.

işte yazıyorum:

iyi bir aksiyon filmi. nasıl desem, sanki oyuncuların hepsi çok rahat oynuyor ve aksiyon filmiyle hafif dalga geçer gibiler. bazı sahnelerin üstündeki müzik öyle dramatik ki, bundan bir şaka doğuyor nerdeyse. bu nedenle filmin ayrıntısındaki espriler değil de filmin varoluş biçimi bir gülümseme doğuruyor sanki. tatlı espriler var. müzikler harika. işte aşağıda bir tanesini ekliyorum. clive owen'ı beğeniyorum sanırım. bir itiraf gibi oldu bu, ama artık zamanı gelmişti:) harrison ford da onun gibi bakar ve onu da beğenirim. ve hatta hafif budala bakan nicolas cage'in bakışları da andırır onu ve onun da hiiç yoktan kredisi vardır bende:) aramızda kalsın bunlar;p

Chaiyya Chaiyya by Terence Blanchard on Grooveshark

filmin diğer müziklerini şurdan dinleyebilirsiniz sanırım.

23 yorum:

Adsız dedi ki...

yazdiklarim yine kayboldu :(
bu siiri yazmaniz cok ilginc oldu benim acimdan. Yillar once okuyup aklimda o gunden beri ezbere kalan nadir siirlerden. Hatta biliyorum ne alaka diyeceksiniz ve hatta guluceksiniz ama ben bu siiri olmadik zamanlarda olmadik durumda sesli soylerim kendi kendime, bir cesit besmele gibi:) ama yalnizca ilk bir kac satirini "tiger tiger burning bright in the forest of the night" diye :) arkasindan da William Blake dua istedi heralde, hadi allah rahmet eylesin diye de eklerim:) biliyorum komik. gulebilirsiniz:)
Thalia

endiseliperi dedi ki...

:) güldüm evet. blake'i dualarla yadetmiş olduk şimdi de. çok seviyorum ben de bu şiiri. daha önce de yayınlamışımdır muhtemelen burada. şiirin orijinalinin melodisi çok güzel çünkü de ondan diline dolanıyordur, thalia. hmm... picasso thalia. ben, dur bakalım, nerdeyse 15 yıl önce bir hediye paketinin üstine bu şiirden mülhem bir dörtlük yazmıştım. ares'in aklanışı'ını yazdığım adama yine. demek insan gençken şiir filan yazmaya cüret ediyor.

ben şimdi izleyecek bir film bulayım. sakin, az konuşmalı, kameranın yavaş hareket ettiği bir film izlemek istiyor canım. bbc'nin doğa belgeseli filan mı acaba? bunu kendime sordum. olabiliiir, diyor şüpheyle sallanan baş.

bakalım ne bulacağız.

öpüyorum seni, thalia'cığım.
sevgiler.

aglea dedi ki...

rica ederim;)

Adsız dedi ki...

ya evet, haklisiniz cok. Siirin melodisi cok cekici, zaten bende siir gibi degil de biraz sarki gibi mirildaniyorum. Eee madem bu kadar seviyorsunuz bu siiri, bunun tamamlayicisi The Lamb(Kuzu) siirini de cok seversiniz. Bunu cevirdiler mi Turkce'ye bilmiyorum. Bulamazsaniz ben size gonderirim. Blake amca bu Kuzu ve Kaplan siirini insanin dogasini anlamada kullanmis. Hepimizin icinde hem saf ve bozulmamis bir kuzu hem de vahsi ve kul yutmaz bir kaplan yatar, der. Siz daha cok insanlarin icindeki kuzuyu harekete geciren cok gzuel bir yapiya sahipsiniz. Daha onceki gonderinizdeki yaklasimiznizdan bu cok bariz. Ama yine de sormadan edemeyecegim...pratikte de bu kadar anlayisili, olgun ve sizin deyiminizle "dalgaya kapilmadan" insanlarla ve olaylarla muhatap olabiliyor musunuz? Yazarken bir "es" var, kendimizi toplamamiz, verebilecegimiz en dogru ve guzel tepkiyi verebilmemiz icin bir duraksama,olaylar karsisinda, ama ya gercek, pratik?
Ne mutlu "anin" sicakligina boyun egmeyip sagduyuyu yitirmeden, adaletle ve olgunlukla tepki vermesini bilen insanlara, sizin gibilere:) Amin!!! Nirvana dedikleri bu olsa gerek:)
sevgiler
Thalia

endiseliperi dedi ki...

farketmene sevindim. eh, insan arayınca da bulamıyor istediği resmi. bir güneş ışığı fotoğrafı koymuştum gönülsüzce. sitene baktım ki aradığım resim orada! hem resim güzel, hem de tumturaklı laflar etmek yerine barış için iyi bir yöntem sunuyor. fotoğrafçı, bu fotoğrafının nelere kadir olduğunu bilseydi çok sevinirdi eminim.

hoşgeldin, aglea. gelmenin zor olduğunu biliyorum ve inan bana bunu çok takdir ediyorum.

sevgiler.

aglea dedi ki...

(aa yayınlamışsınız. ben sadece gördüğümü, okuduğumu belli etmek için şey yapmıştım, hay allah! ayıp mı ettim ne.)

aglea dedi ki...

hoşbuldum,

teşekkür ederim. çok güzel bir resme, çok güzel bir altyazı. ben tumblr'ı bir şekilde, anlam veremeden hep sevdim. şimdi o resmi burada görünce anladım ki, bir anlamı varmış. evet:)

ökçe dedi ki...

Peri;

Asghar Farhadi'nin izledigim ilk filmiydi A Seperation ve o istahla devam edip, hemen ardindan Darbareye Elly izledim. Belki sen de seversin diye (izlemediysen tabii) bahsedeyim istedim.
Golshifteh Farahani'ye ise her bakimdan bayildim:)

sevgiler

pelinpembesi dedi ki...

tam benlik olmuş bu postun. film ararken iyi oldu, devamını bekliyoruz..

endiseliperi dedi ki...

kuzu

kim yarattı seni ey küçük kuzu?
ey küçük kuzu, seni kim doğurdu?
kim yaşam verdi sana?
ırmak kıyılarında, çayırlarda;
bu güzel giysiyi sana kim ördü?
bu yumuşacık, bu bembeyaz yünü;
kime borçlusun o tatlı sesini?
sevince boğarsın bütün vadiyi
kim yarattı seni ey küçük kuzu?
ey küçük kuzu, seni kim doğurdu?


ey küçük kuzu, söyleyeyim sana,
ey küçük kuzu, söyleyeyim sana;
'kuzu' senin gibi onun ismi de,
o da bu ismi vermiş kendisine.
o da sevgi dolu, o da mütevazı,
o da bizim gibi çocuk yürekli.
ben bir çocuğum, sen de bir kuzu
senin ismin kuzu, benim ismim kuzu
kutsasın küçük kuzu seni tanrı!
kutsasın küçük kuzu tanrı seni!

-w. blake-

elde tozan alkan'ın çevirisi var, thalia. sende başka bir çeviri varsa ve gönderirsen, sevinirim. güzel sözler söylemişsin bana:) çok teşekkür ederim. iyilik denen şey insanın doğasından geldiği gibi sonradan deneyimlerle ve hayata bakışıyla da işlemesi gereken bir hal. gayret ediyorum. beni dışardan tanıyanlar tahammüllü, sabırlı, anlayışlı filan bulurlar. ama köşeye sıkıştırılan, damarına basılan her insanın yapacağı gibi patlama olasılığım da var. bir de eski halimden epey değiştim. duruldum. hırçınlığım azaldı. o kibir, o poz kesme, o dünya nimetlerine düşkünlük de epey yok oldu. sakin, sabırlı biriyim sanırım. bi de allah tarafından bir anlama memurluğu ihsan edilmiş gibi, canımı sıkmasına rağmen anlamaya çalışıyorum.

ama iyi bir insan olmak ne demek, bu çok göreceli. dostoyevski'nin ölü evinden anılar kitabını okuyorum ya, orada dostoyevski, "suçluların birbirine eşitlenmediği, yaklaşık bile olmadığı doğrudur. örneğin iki kişi de cinayet işledi, iki davanın da şartları iyice düşünülüp ikisine de aynı ceza verilir. ama yine de bakın suçlar arasında ne çok fark vardır," der. aynı şey iyilik için de geçerlidir. insan çok değişken koşullara, niteliklere, niyetlere, tarihe vs sahip olduğundan iyiliğini ölçmek de çok mümkün değildir. hem bir şeye iyi diyen kişinin değer yargıları da işin içine girdiğinden epey karışık bir hal alır bu. gençken insan nasılsa dünyayı çok net gördüğünü sanıyor da yaşlandıkça her şey, her kavram böyle bulanıklaşıyor ve sanırım bu nedenle yaşlılar konuşmak yerine, gülüp geçiyor. çünkü artık bir yargıda bulunmanın çok büyük bir mesele olduğunun ayırdına varıyor.

ama ben koç burcuyum, diyip sohbeti sulandırayım:) yani fevri, ateşli, hırçın, iddiacı doğamı bu hale sokmak için ne çok uğraş vermişim demektir bu. ama bir insanı köşe sıkıştırmaya görün, bastırdığı o doğası gün yüzüne çıkar anında:) az önce izlediğim filmde, "sing sing hapishanesinde birbirlerini öldürmeden önce hiçbiri katil değildi," diyor polis. kısaca şimdilik iyiyiz;)

şaka yapıyorum. sağol sözlerin için. bence de iyi bir insan olmak için gayretli biriyim ben.

sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

yok yahu, aglea, niçin ayıp etmiş olacaksın. ben aslında şöyle, benim oraya uygun resim bulamadığımı düşünüp o resmi yayınladığını, düşündüm. çünkü ben sisli bir ormandan bahsedip, sende sisli bir orman görünce... öyle düşününce de incelikli düşündün gibi geldi. ben de alıp koydum. senin inceliğine de teşekkür ettim. öyle değilse bile öyle olsun. boşver gerisini.

tumblr, evet, hoş bir mecra. başkalarında izlemeyi seviyorum. ama benim yapacağım bir şey değil. ben, farkındasındır ya, konuşmadan duramam. arkadaşlarım şu analiz etme huyumdan kafayı yiyorlar. niçin yalnız takılıyorum sanıyorsun;)

seni burda gördüğüme gerçekten sevindim. arkadaş olmamıştık, hiç tanışmamıştık bile ya, öylesi küslük daha bi tuhaf oluyor. zaten konuşmadığın insanla, konuşmamaya karar vermek pek zor bir beceri istiyor;) umarım gülümsüyorsundur.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

yüksek ökçe,
about elly filmini izlemeyi aylardır izlemeyi çok istiyordum. bu korsan film sitelerinde bulamadım. indirme sitelerinde bulamadım. bir post it'e yazıp, arçil'e ödev verdim bana bu filmi ne yapıp edip bulsun, indirsin, diye. yok. hala aklımda. izleyeceğim.
golshifteh farahani'ye ben de her bakımdan bayıldım. ne kadar güzel, ne kadar yetenekli!

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

buket,
bence de film arayanlar için iyi oldu. kolaylık işte. bence hepsini beğenirisn sen bu filmlerin. buraya yazmadığım bir de maymunlar cehennemi başlangıç, filmi var. doğrusu ona da bayıldım. hatta arçil'e yalvardım, gel, tam senlik, birlikte izleyelim, diye. yok. ona göre ben ya çok sıkıcı sanat filmleri, ya aptal aşk filmleri ya da çocuk filmleri izliyormuşum. önyargıyla yaklaşıp, hemen reddediyor. bence bu film çocuklarla birlikte izlenebilecek çok hoş bir film. istersen linkini bulup veririm onun da.

sevgiler çok.

aglea dedi ki...

evet gülümsüyorum:) ben şaşırmışım sanırım "hı! hö!" gibi olmuşum ilk anda. şimdi duş filan aldım. mandalina yedim. toparladım biraz durumu, ve evet, gülümsüyorum:)

elbette ben o resmi oraya, manzaraya bakmayı sevdiğinizi, ve özelikle ormana bakarak sabaha başlamaktan hoşlandığınızı, bugün de tam da böyle bir resim arayacağınızı bilerek hissederek ve sizin de benim o resmi sırf sizin için oraya bulup koyduğumu bildiğinizden, anlayacağınızdan emin olarak, bir de şu sohbete bahane için koymuştum.(toparlıycam inşallah:)tam da böyle:) gerisini boşvermeniz ise benim için şahane işte. bunu biliyorsunuz...

yalnız ben konuşmaktan pek hoşlanmıyorum sanırım. belki bu yüzden, ani tepkiler verip kırıp döküyorum. kelimelere sakince döküp/düşünme olgunluğunu zamanla ediniyorum, zor da olsa. bir de ben son zamanlarda çok özel bir duyguyu gerçekten yaşayarak öğrendim. sizin beni sabırla anlamanıza neden olan, insanı değiştiren, dönüştüren, güzelleştiren o duyguyu -adını boşverelim- ben de yaşamaya başlayınca, ani, ham tepkiler yerini huzurlu, güzel bir şeylere bırakmaya başladı...

konuşmayı pek sevmiyorum, hatta tumblr'a da bu yüzden bu kadar bağlandım derken, tam diyecekken, sizin burada bir şey var, ben kendimi tutamıyorum. klavye seslerini duymalısınız, parmaklarım tıkır tıkır. hiç bu kadar yazmamıştım. tüm bunlar bir de, gülümserken oluyor:)

neyse, gidip uyuyayım, bu hafiflikle:) sevgiler, çok.

endiseliperi dedi ki...

aa, torrent'te var mı bu film? biz de torrent2ten indiriyoruz filmleri. ama ben bakmıştım da bulamamıştım galiba. yüklü bende torrent, indirirm ordan yarın. altyazıyı da verdiğin siteden indiriyoruz. çok sağol, yüksekökçe (sana yüksekökçe demek tuhaf geliyor ama, hadi neyse)

yok yok, burayı okuyan arkadaşların da aklında olsun; onlar da yararlanırlar belki bu bilgilerden.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

ben de mandalina yedim. hurma ve elma da. duş almadım valla. o saçları kurutmaktan daha sıkıcı ne olabilir. her seferinde kurutma makinasını bezginlikle elime alıyorum; bu saç hayatta kurumaz, diye diye. downton abbey diye bir dizide, soylu hanımların herbirinin bir oda hizmetçisi var, hanımları giydiriyorlar, saçlarını yapıyorlar. çinli uşak wang'le birlikte, bir de oda hizmetçisi istiyorum böyle; sadece saçımı kurutsun yeter. bak o zaman ne kadar kolay duşa giriyorum. şaka şaka duşa yarın gireceğim. ama yine de keyfim yerinde.

hmmm... aglea, bak çok duygulanıyorum böyle kendini mazur göstermek istiyorsun ya. buna gerek yok. boşverdik onları artık. değiştiğinin de farkındayım. bunun çok olumlu olduğunun da. uzaktan gözlemlediğim, sana iyi gelen o özel duyguları yaşadığın hikayede çok güçlü ve dirençli bir tavır içinde olmanı da takdir ettiğimi söylemeliyim. ben insanları benimle kurdukları ilişkiden bağımsız değerlendirmeye azami dikkat etmeye çalışıyorum da ondan gözlemimin önyargısız ve tarafsız olduğunu düşün, lütfen. bunca çaba harcadığın ve insanları karşına aldığın bir ilişkide mutlu olman da süper bir şey. çok seviniyorum buna. çok adil bir şey bu. umarım çok yanlış şeyler söylemiyorumdur; çünkü o kadar uzaktan, kendi kendime analiz ettiğim bir hikaye ki bu. yanlışım varsa bağışla beni.

yine de biraz hüzün verici geliyor bana. şöyle ki (evet, uzun konuşuyorum;) yaşadığım iki ciddi ilişkiden ilki olan reha ile ikincisi bora arasında öyle derin farklılıklar vardı ki, ben ikinci ilişkimde nerdeyse kendimi tümden bombalama tehlikesi içindeydim. ikisi de çok gerçek, derin, çok kararlı, saygı duyulası ama birbirinden çok farklı yaşam önerisi getiren insanlardı. insan deneyimsiz olunca, bu iki insanla da birlikte mutlu olabilmek için kendisini çok değiştirmeye çalışıyor, anlıyor musun? ve ben böylece ikinci ilişkimde, onunla elbirliği ile doğrudan bana ait olan, sevilesi özelliklerimin bile bir eleştiriye tabi tutulmasına göz yumdum. bu yavaşça, anlayışla, sevgiyle yapılırsa pek de sorun olmayabilir, ama hoyratça ve aşırı sert virajlar alınarak yapılırsa hiç gereksiz ve acı dolu bir şekilde insanın kendinden memnuniyetsizliği hasıl oluyor. buna çok dikkat etmek gerekiyor. umarım bu açıklamayı aşırı bulmuyorsundur. bulursan da küsersin;) dünyanın en kısa barış anlaşmasının kahramanları olarak tarihe geçeriz:)

hmmm... yorumundaki o kendini eleştirmeye çok yatkın, özür dolu ton beni biraz hüzünlendirdi. kendine o kadar da yüklenme. ayrıca benimle kurduğun önceki zamanlarda yanlışa düşmüş olabilirsin, ama ben tavrındaki delikanlıca tona da dikkat ettim. şaşıracaksın ama tavrını göstermeyen, ne düşündüğü belli olmayan, tuhaf bir şekilde ve anlamsızca göz kaçıran insanlardan daha delikanlıca buldum senin tavrını. yanlışı ve doğruyu ayrı ayrı değerlendirmek gerek. o nedenle karakterinde dobralık varsa, vardır. bu dobralığı biraz eğip bükersen iyi bir şey olur; ama tümden reddetmek seni yok edebilir. buna izin vermemen lazım. umarım anlatabiliyorumdur. çok güzel başlamış, çok tatlı bir ilişkiniz var bence (elle tutulur tek gerçek bilgiye sahip olmadan atıyorum bunları. umarım saçmalamıyorumdur:) senin de onun da iyi olduğunu görmek, ister inan ister inanma, çok sevindiriyor beni. güzel, iyiniyetli, dürüst, çaba harcanmış hikayeleri seviyorum çünkü.

hmmm... benden öğüt almak da hiç beklemediğin bonusu oldu gecenin:)

tekrar okumayacağım yazdığımı. muhtemelen silerim okursam:)

sevgiler, selamlar.

endiseliperi dedi ki...

hmmm... sabah yorumunu okuyup yayınladığımı hatırlıyorum, ama şimdi burda göremiyorum, aglea. bir hata yapmış olmalıyım. silmişsem kazara olmuştur bu. hay allah...
sana da günaydın.

Adsız dedi ki...

clive owen'a ben de bayilirim! closer ve children of men'i izlemis miydiniz?
sevgiler,
isil.

endiseliperi dedi ki...

izledim, ışıl. sanırım onun izlemediğim filmi yok. bakar mısın, öyle böyle değil, epey beğeniyormuşum adamı:) shoot 'em up filmini izledin mi? orda pek şeker... hani havuç seven, zoraki kahraman:)monica belluci ile bir bebeği korumaya çalışırlar. paul giamatti nefis bir acımasız, kötü adam karakteri çizer. izlemediysen izle mutlaka.

the international var bir de. ordaki bina tasarımlarına bayılmıştım. guggenheim müzesindeki çatışma sahnesi çok güzeldir orda da.

bakayım, daha izlemediğim filmi varsa izleyeyim;)

öpüyorum seni. sevgiler.

neo dedi ki...

ehem, araştırmacı ve arşivci bir blogçu olarak sizlere şu clive owen portresini hatırlatmak isterim :)

http://neolitikhanim.wordpress.com/2009/02/18/clive-owen-kaba-saba-romantik-ve-mutevazi/

endiseliperi dedi ki...

bakiim hemen:)
:):) unutmuşum ben bu yazıyı. ne hoş yazmışsın. hem çok da gerekli bir yazı:) ben o zaman da kendilerinin hastası olduğumu itiraf etmişim zaten. unutup unutup, ne zaman görsem aşık oluyorum demek ki ona. gerçek aşk:)

aa, bugün rüyamda senin arkadaşın, asli hayvanı'nın evindeyim. tüylü oyuncaklar var. hatta susam sokağından kurabiye canavarının mavisine bayılıyorum rüyamda. üstümü değiştireyim diyip, sarı bir tişört giyiyorum mini salopetimin altına ve sonra uzun fıstık yeşili çoraplar. ıyk. rüyada sarı görmek iyi değil, derler ya, bir fanatik gibi sarı çok güzel bir renktir, diye tuhaf bir ısrarım var. sonra asansöre binip gideceğim ama ne berbat bir asansör. dönme dolap gibi, acayip korkup gözlerimi kapatıyorum ama diğer yolcular çok normal karşılıyor. ve bir türlü inemiyorum asansörden. dün uykusuz/uyurgezer de bir komik asansör yazısı okudum da ondan sanırım. niye anlattım bilmem, hala rüyanın içinde gibiyim de ondan galiba.

ne güzel bir hava var bugün. güneşli. kredi kartı ödemesini arçil2e yıktım ama çıksam harika olur. bakalım.

öpüyorum çok. teşekkürler yazıyı hatırlattığın için. cklive owen'ın seven herkes için de gayet aydınlatıcı ve onu daha çok sevmek için epey neden veriyor.

sevgiler.

neo dedi ki...

"gerçek aşk" :)çok güldüm buna.

rüyan da ne acayipmiş, maviler, sarılar, asansör filan. hayır olsun. ben de asansör görüyorum bazen, korkuyorum ya, ondan. bir sıkıntı objesi olarak giriyor rüyalarıma çoğu zaman.

son üç gündür penceresiz bir toplantı salonundaydım. yo sıkıcı değildi, bi sürü ülkeden katılımcı vardı, toplantının yapıldığı otelin yemekleri güzeldi, bu akşam bitti, kendimi eve attım. ne yapsam şaşırdım, kitap mı okusam, dizi mi izlesem, yemek mi yapsam?

öptüm.

endiseliperi dedi ki...

ben dizilere, filmlere fena sardım neo'cum. perdeyi kapatıp, ışığı açıp film izliyorum. çok az okuyorum.ama kitabı elime alıp bir sayfa okuyunca bayılıyorum, yarına bitireyim diyorum heyecanla... heyhat, bakıyorum bir dandik dizi yüklenmiş, fikrimi çabucak değiştiriyorum. ama yarın okuyacağım. laptop'um bozuldu. onunla uğraştı arçil. bir takım kabloların arasında çalışır duruma getirdi şimdi. yarın başka bir formül deneyeceğim, dedi. şu haliyle laptop yerinden kıpırdayamıyor. bu akşam palamut yaptım fırında. domates soslu filan. ben pek sevmiyorum palamut ama fena değil işte. kadıköy çarşı'dan ispir fasulyesi almıştım. onu ıslattım. satıcıya bir hanım demiş ki, ıslatma suyuna bir bardak da süt koyuyorum, nefis oluyor. satıcı da bana önerdi. ben de ekledim. yarın bakacağım, bakalım ne gibi farkı olacak. ben de sana öneriyorum:) dedikodu gibi hızla yayıldı fasulyeye süt şeysi:) haberler bunlar. tina çok can sıkıcı bu aralar. evet, samimiyeti fena ilerletti, boynumda yüzümde filan yatmak istiyor artık. yanağıma da tırmık attı. turunçgillerden nefret ediyor. ben de uzanıp film izlerken göğüs hizama mandalina kabukları koydum, karnımdan yukarı çıkamadı böylece.

hmmm... havadisler bu kadar. öpüyorum çok. sevgiler.