Çarşamba, Ocak 4

standart haller

Beethoven: Piano Concerto #5 In E Flat, Op. 73, "Emperor" (Excerpt) by Beethoven on Grooveshark

yine bir 'ev' romantizmi ile karşınızdayız:) ben nahoş gerçeklerin üstesinden gelebilmek için onu romantize etmek gibi bir kaçış siyasetine çok başvursam da; bu masayı bırakıp, kendimi elim cebimde sokakların manzarasına salamıyorum. hele güneşli günlerde evin mutfağından kopamıyorum. yoksa kadıköy'de zevkli işlerim vardı; et balık kurumundan kırmızı et, komşu fırın'dan ekmek, penguen'den de bir arkadaşımın önerdiği kitabı alacaktım. size önerim alışverişe ekmek alarak başlamanız. böylece sizi hale gibi saran ekmek kokusuyla nereye girerseniz girin, sevinçli haberler taşıyan biri gibi sevgiyle karşılanıyorsunuz. 


şu an bu masada oturup bunları yazarken, müziğe demlenen çayın homurtusu ve tina'nın yatak odasından gelen sesi karışıyor. durun, tina ne yapıyor, bir bakalım.


hmm... korkunç köpekbalığı oyuncağı ile oynuyor ve her seferinde tina kazanıyor:) bu saatlerde yatağa vuran güneşle tina çok mutlu. siz de sıkıldınız tina'nın bu fotoğraflarından ama tina da bana çekmiş; hep aynı keyif rutinine sıkı sıkıya bağlıyız.

sabah erken saatte evi toparlayıp, market alışverişini yaptım. akşama yine tavuk kanat, arpa şehriye pilavı ve salata yapıp, portakal ve nar sıkacağım. yemeğe de karar verince içim rahat. siz yazıyı okurken ben tavuk için terbiye hazırlayıp, içinde dinlendireceğim akşama kadar.


bugün aslında karanlığın kültürleri kitabından okuduğum bir bölümü sizinle paylaşmak için siteyi açtım. gündeme bir şekilde denk de düştüğü için ilginizi çekebilir. aşağıya yazacağım birazdan. ilk bölümleri okurken aldığım keyfi kitabın sonraki bölümlerinde alamadım. yazarın sanki karanlığın kültürleri konusunda aydınlık, net bir fikri yok gibi. oysa fikir harika. alıntılar dışında fikrini besleyecek kendi yorumlarını zayıf buldum. başvurduğu yoğun avrupa tarihi ise bir avrupalı'yı bile canından bezdirecek kadar ayrıntılı. fena değil, ama ilk bölümleri okurken duyduğum lezzeti alamadım sonraki bölümlerinde. çevirisi de pek işimi kolaylaştırmadı doğrusu. ben kitabı aldığım ve okuduğum için hoşnutum bunlara rağmen, almış olanlarınız beni affetsin. çünkü çok da ucuz bir kitap değil. almayı düşününler de bu arızasını bilerek alsınlar.


ispanyol hükümetinin paris dünya fuarı'ndaki çadırı için sipariş ettiği guernica (1937), 1930'ların ortasından sonlarına kadar süren siyasi krizden ilham almıştı. resmin hayvani çirkinliği, hayatın şenliğinin elem, acı ve kara bir ümitsizlik getiren kabus gibi otorite düşkünlüğüne batmışlığını dile getiriyordu. bu picasso'nun faşizmin saldırganca yıkım peşinde koştuğu 1936-1937 yıllarında hayata geçirildiğini gördüğü politikaydı.

'ispanyol mücadelesi, gericiliğin halka karşı, özgürlüğe karşı savaşıdır. bütün sanatçılık hayatım, gericiliğe ve sanatın ölümüne karşı sürekli mücadele vererek geçti. gericilik ve ölümle bir an bile anlaşabileceğimi kim nasıl düşünebilir? (...) üzerinde çalıştığım, guernica dediğim panoda ve yakın zamanda yaptığım tüm sanat eserlerinde, ispanya'yı acı ve ölüm okyanusunda boğan askeri kasta duyduğum tiksintiyi açıkça ifade ediyorum.'

eleştirmenler tarafından 'dahi bir ruhun kopardığı bir rezalet çığlığı' diye tarif edilen ve 'sevdiğimiz ne varsa öleceği' ilan edilen siyah beyaz bir dikdörtgen olan guernica, siyasi medeniyetin terse dönen akıntısının patlamaya hazır bir sanatsal ifadesiydi. stephen spender'in new statesman'da belirttiği gibi, ayrıca panonun sersemleten 'renksiz' (siyah beyaz gri) kolajı, 'ikinci elden bir deneyimin uyarıcı kabusunu' görsel olarak olarak yakalamıştı. bu anlamda ürkütücü geleceğin, faşist karşıdevriminin uçurumuna yuvarlanması  ile paralellik taşıyordu; bu durum dünya insanlarının çoğu tarafından sadece gazete, telsiz ya da haber filmlerinin taraflılıklarıyla kavranabiliyordu; belgesel filmin yabancılaşmış görüntüsü picasso'nun katastrofik bir dağınıklığın olduğu uzun tualinde, durmadan yayılır gibiydi.



çaresizliğin bu karanlık diyaloğu, ispanya'nın kıyas götürmeyecek denli kaotik devrim ve karşıdevrim döngüselliğiyle doğrulanmışa benziyordu. komünistlerin ve diğer solcuların oluşturduğu barcelona halk cephesi, 1936 seçimlerinde, franco'nun liderlik ettiği ve katolik toprak sahipleri ile faşistlerin desteklediği bir grup ordu generali tarafından, çok geçmeden meydan okunacak olan bir zafer elde etmişti. nisan 1937'de naziler, herhangi bir askeri ehemmiyeti olmayan kana susamış bir manevrayla, bask halkının sembolik merkezi guernica'yı bombalayarak bin altı yüz kişiyi öldürdü, sekiz yüz kişiyi de yaraladı.

s. 419-421
karanlığın kültürleri, bryan d. palmer, ç. şebnem kaptan



44 yorum:

guguk kuşu dedi ki...

şuan okuduğum kitap düşünülünce (herman hesse, masallar) bu kitabı okumuş ve bitirmiş olmakla kalmayıp yorumlamanın insan üstü bir saygıyı hakketiği düşüncesindeyim ben daha ziyade senin günlük yaşamını anlatışın ve tinanın tatlılığı ile ilgilendim desem umarım saygısızlık etmiş olmam. mutfağım kuzeydğu cepheli olunca o çok sevdiğim güneşli mutfak rahiyasından mahrumum. ben de bunu güneşli salon keyfiyle telafi ediyorum. tinaya selamlarımı iletirsen çok sevinirim.

gülcan dedi ki...

guarnica ya bayılırım bu eserin 3000 parçalık puzzlesi evimi renklendiriyor
yazılarınıza bayılıyorum

endiseliperi dedi ki...

herman hesse'nin tüm kitaplarını coşkuyla okuduğumu hatırlıyorum ama ne zamandı, onu hatırlamıyorum. sanırım üniversite zamanlarıydı ve bozkır kurdu'nu çok beğenmiştim. sonra, demain... bir kaç yıl sonra bir arkadaş grubum, onun boncuk oyunu adlı kitabını yere göğe koyamıyorlardı da, öyle okumuştum. yıllar sonra ablam hesse okumak istediğini söylediğinde, onu ziyarete giderken tüm kitaplarını yine almıştım bu sefer ona hediye etmek için. şu an bende hesse kitabı hiç yok. sanırım her sohbeti geçtiğinde birilerine verdim. geçen gün yapı kredi dükkanında dolaşırken boncuk oyunu'nu tekrar alıp okumayı planladım ama kitap rafları arasında dolaşırken yine dalgaya düşüp unuttum. şimdi kafamda hesse'in duygusu var ama fikri yok. bu nedenle tekrar okumam şart. bu tuhaf bir sirkülasyon guguk kuşu; insan kitap okuyarak kitap okumayı öğreniyor ama sonra dönüp o kitapları tekrar okuması şart oluyor.

karanlığın kültürleri kitabını bitirmedim. bu aralar hem sıkı bir okur değilim hem de çok dağınık bir okurum. elimde ölü evinden anılar duruyor hala mesela, dostoyevski'nin. onu bitirmem şart. çok beğenerek okuyorum. enver gülşen'in sinemanın hakikati kitabı var. ama onu okumak için bazı islam filozoflarının kitabını da edinmemin şart olduğu ortaya çıktı. yavaşladım bu nedenle.

bu kitapları okuyacak zihin şu aralar çok dağınık. ben, kendimi bir merkeze odaklayıp, düşünsel ve duygusal manzaraya o merkezden bakmadığım takdirde bir dağınıklık, ciddiyetsizlik hissediyorum kendimde. bunun da o sırada yaptığım tüm eylemlere sirayet etmesinden endişeleniyorum. aslında şu ara öykü okumak en doğru hareket olurdu. ama elimdeki kitapları bitirmem lazım önce.

günlük yaşamımın, sevgili guguk kuşu, başkalarına heyecan vermeyen bir tekdüzeliği var. ben sıkılmıyorum ama bana bakanın sıkılmasından endişeleniyorum. şu an mutfakta sırtıma güneş vuruyor. bu evde güneş, yatak odasından başlayıp çepeçevre mutfağı dolaşıp, salona gidiyor. yaz günlerinde tina'nın ev içindeki günlük seyahatinin rotasını da bu oluşturuyordu. tina'yı arayacaksam, sabah yatak odasına, akşamüstü ise salona bakmam yeterli:)

hemen gidip tina'ya bakıp, selamını söyleyeyim. yatağın ucunda bir parça güneş kalmış; tina onun içinekıvrılmış. selamını söyledim. şöyle çenesini kaldırıp fransız selamı verdi o da:)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

teşekkür ederim, gülcan. bu sözler çok teşvik edici. blog yazmak, zaman zaman manasız geliyor ya, bu sözler sayesinde biraz olsun çok da boş bir işle meşgul olmadığımı düşünüyorum.

bende yok bu tablo ama ablamın evinde yıllardır asılı durur. oraya gittiğim her seferinde de uzun uzun incelerim.

ve puzzle yapmak ne hoş. özledim puzzle yapmayı. tina'nın gelip parçaların ortasına oturmayacağını, parçayı yerleştiren elime oyun oynuyoruz sanıp zıplamayacağını düşünsem ben de alıp yapmayı çok istiyorum. neo bahsetmişti sanırım, bruegel'in bir tablosunun puzzle'ı olsa çok iyi olur gerçekten şimdi. kadıköy'e gittiğimde onu da araştırayım.

sevgiler.

Ayça Yaşıt dedi ki...

Sevgili Endiseliperi,

Keyif aldığımız şeylerin küçük ve değişmez olması ne şans. Güneş açtıysa, yanında olan olmayan her canlının içinde mut vardır. Bugün ılık güneş, tatlı bir boşluğa vuruyor sanki ruhumuzda. Burada derin bir nefes alıyoruz.

Sevgimle.

Ebru dedi ki...

Kişisel tarihimde (amma beylik laf oldu kusura bakma ne tarihim olacaksa sanki) guernica önemli bir yere sahip. Evde en hakim duvarda durdu ve hep ilgiyle her seferinde -ben burayı fark etmemişim- diyerek baktım.Duvardan indirdiğim an başlayan değişim garipti. Belki denk gelen yıllar bilmiyorum. Bunalım/bunalımdan çıkma gibi baksam çıktığım anlarda özlemediğim bir resim oldu:)

Güneşli bir mutfak, tezgahta birşeyler yaparken bahçeyi görebildiğim bir mutfak özellikle hiç dışarı çıkmadan yaşayabilirim sanırım.

Neyse toparlayamadım her iki durum da ilgi alanımda yazaym dedim:)

Sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

canım atze'ciğim, seni düşündüm ben de bugün. neden dersin?:) header'daki fotoğrafı bulunca, elbette. ne kadar gülmüşüm. ne kadar eğlenmişim o gün. fotoğrafa bakınca gülümsedim yine.

ne kadar güzel bir yorum bu böyle. tekrar okuyorum ve öylece bağrıma basıyorum yorumunu.

teşekkür ederim.
sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

ooo, nehir ida, nihayet geldin;)
hoşgeldin:)
niçin öyle dedin, hepimizin kişisel bir tarihi var işte. bundan başka da bir şeyimiz yok. ne yapıyorsak şu kişisel tarihimiz daha güzel, anlamlı olsun, diye. gerçi ben hep evdeyim ve hep, her şey aynı ya, bazen kişisel tarih hatırına bir fark yaratayım istiyorum. ama gömülmüşüm bu tarihe ve aslında rutinine o kadar bağlı olmakla birlikte, yeniliklerden, değişikliklerden de çok heyecanlanan ben, dışarıyı buradan izliyorum ve bu tarihin her gün aynı geçmesine bu mutlulukla göz yumuyorum. sanki yapılması gereken her şeyi yapmışım gibi, kişisel tarih cümlelerimden farklılık yaratan diğer yüklem'leri tümden çıkarmışım. eskiden her şey olması gerektiği gibi oluyor, diye düşünüyordum. şimdi biraz kuşkuyla bakıyorum kendime ve değişiklikler için sanki iteklemem gerekiyor kendimi. ama evde olmanın ve evi bu şekliyle yaşamanın tüm mazeretlerini sonuna kadar da kullanıyorum. iyi böyle.

ben de sanırım duvarıma asmak için guernica'yı tercih etmem, nehir ida. baktığında katıksız bir acı ve ümitsizlik ve öfke duyuyorsun ve sürekli bir baş kaldırı hissediyorsun. niçin özlemediğini anlıyorum resmi. hem bazen duvardakli resimleri değiştirmek lazım, evin kendi içindeki manzarayı, duygusunu değiştirmek için. ben evin içinde mobilyaların yerlerini değiştirmeye çok meraklıyım. keşke her mobilya tekerlekli olsa evde.

seni gördüğüme sevindim. ufaklığı ve seni öpüyorum.
sevgiler.

Ebru dedi ki...

Hoşbulduk:)

Aslında belki de o tarih dediğimiz şeydeki hüzünün ağır basması şöyle usulca üstünü örteyim de görünmesin hallerinin nedeni.

Olması gerektiği gibi olan herşeye dönüp dokunmak istiyorum. Bu muydu olması gereken diyebilecek duruma mı geldim acaba? Belki evi özleme nedenim budur bilemedim. Kontrol dışı bir kalabalık var fır fır dönüyor insanlar ve bazen kapatıp kilitleyip o kapıları kaçmak istiyorum.

Mobilyaların yerini değiştirmeyi ben de çok severim. Gücüm yetmiyor diye söylene söylene.

Aslında birçok yazıyı okuyorum:) sessizce okuyor gidiyorum.Biz de seni öpüyoruz sevgi bizden:)

endiseliperi dedi ki...

bilmem ki, nehir ida. eskiden geçmişe ait ne varsa hüzünlü, biraz da müşkül geliyordu bana. sanki kabuk bağlamış ama tam da iyileşmemiş bir yaraya bastırıyormuşum gibi. şimdi ise, ölüm fikriyle çok oyalandım bu sıralar ya, ondan mı bilmem, geçmişi sevecenlikle hatırlıyorum. artık ne varsa akla gelen. senin sen olarak sanıların, fikirlerin, duyguların, hedeflerine yönelme heyecanınla filan minik minik dokunmuş hatalı, kusurlu, beceriksizliklerle dolu... bir şeye sevinmişsin de sabahlara kadar uyuyamamışsın, biri seni hayal kırıklığına uğratmış da dokunaklı, sessiz bir şekilde içe kapanmışsın... hepsi işte topu topu senin kişisel tarihini oluşturmuş. şimdi bir hayaletin yaşadığı hayata bakması gibi acıma ve sevecenlik dolu bir bakışla bakıyorum onlara.

ben kadıköy2e gittiğimde sokağa masa çıkaran bir pastane var. orada oturuyorum. bazen kahvaltımı orda yapıyorum. kitabımı çıkarıyorum. ama gözümü kitaptan çok kaldırıp, kalabalık sokaktan geçen insanlara çok bakıyorum. ilgiyle bakıyorum; kıyafetlerine, yüzlerine, yanındaki ile konuşma hallerine... o zaman seviyorum kalabalığı. bazen de hiç tahammül edemiyorum, hele kalabalık bir sokakta yürürken, surat bile asıyorumdur. ben çok hızlı yürürüm, bir işim de varsa, yavaş yürüyüp, yolu tıkayanlara epey kızıp, kaldırımdan caddeye inip koşarcasına yola devam ederim. ama bazen evde tek başınayken bile çok kalabalıktaymışım gibi bir duyguya kapılıyorum. sıkılıyorum. o zaman bergman'ın 7. mühür filmindeki diyalog gelir aklıma. şöyleydi yanlış hatırlamıyorsam:

- mutlu görünmüyorsunuz?
- değilim.
- yorgun musunuz?
- evet. (neden sonra,)canımı sıkan biriyleyim.
- silahtarınız mı?
- kendim.

tekrar sevgiler.

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

oyyy..peri..sabah yazını görürgörmez yoruma yazmıştım ama iş yerindeki bilgisayarın azizliğine uğramışım.. Demiştim ki kısaca;
"güneş öyle parlak ki evde olasım gelmiyordu, işte olmak gocundurmuyordu, yetiştirecek bi dolu yazım varken seni okumaktan mutluyum. Ama o sıcak ekmek kokan cümle yok mu?? aklımı başımdan aldı.. evde olup fırında pişen kek ve demlenen çay kokusu aradım.. Oğlumu dişçiye götürdüğümde karanlığın kültürlerini alacaktım ya, alamamıştım, eve dar atmıştık kendimizi..Sonra arkadaşımla kitapevi tavaf ederken O bana aldı, hediye etti. Şimdi başucumda sırasını bekliyor. Gülümseyeceksin biliyorum; Conrad'ın Zaferinden sonra okuyacağım. Çevirisi zorlayan kitaplar hızımı azaltır ama.. olsun.."
şimdi vakit akşama erdi. Eve atıp kendimi; kekten vazgeçtim tabi, demlenen çay kokusuyla idare edeceğim. Sevgiyle.
U(YKSZ)

endiseliperi dedi ki...

yorumu bırakmak konusunda ısrar etmene çok sevindim, uykusuz. bu aralar arkadaşlardan çok duyuyorum, yorum bırakamıyoruz, kayboluyor, sözünü. nedenini hiç anlamdım bunun.
umarım uykusuz önerdiğim kitaplardan memnun kalırsın. bana kalırsa harika kitaplara sahipsin şu an okumak için:) hem hediye olmuş, çok sevindim buna. hayır, çevirisi çok sorunlu değil de, bazen tekrar tekrar okumam gerekiyor. çevirmenin günahını almayayım, belki sorun yazardadır. bilemedim, bu kitaptan çok şey bekliyordum. gerçi bugün devrim festivalleri bölümünü okudum, o da çok hoşuma gitti:)

canım, çok teşekkür ederim, işe güce ara verip okuduğun için burayı. bu sabah çok ama çok erken bir saatte staj yaptığı işyerine gitmek için uykulu gözlerle hazırlanan oğlumu teşvik etmek için, keşke, dedim ben de çıkıyor olsaydım şimdi. sabah sokaklarda kimse olmaz ve hava ne güzel kokar. gidip işyerinde sıcak bir çay içip, arkadaşlarına günaydın diyeceksin, ne şahane. arçil de senin yerinde olmak için her şeyimi verirdim. boşver sen de bugün çıkma, otur kitabını oku.

dediğini yaptım. belki yarın arçil2le birlikte çıkarız. bakalım.

öpüyorum çok seni. sevgiler.

guguk kuşu dedi ki...

ah sevgili peri, 2. yorumum internet kesintisin azizliğine uğradı:(neler yazmıştım hiç hatırlamıyorum seninle sohbet etmenin çok hoş olduğu ve neden etrafımda senin gibi insanların olmadığını yazdığımın dışında. hıımmm galiba ben bu bazılarınca tekdüzelik olarak adlandırılan şeyin sakinlik olduğunu da yazmıştım ve o sakinliğin içinde inanılmaz bir boyut olduğuna inanıyorum ve bu boyutta kendine has bir devinim var. tıpkı büyü gibi. hani sen tinanın günün saatine göre nerde olduğunu bilmen gibi yani. bu bir büyü bunu sakin insanlar görebilir. hiç aksiyon insanı olmadım, bununla övünüyor değilim ya da yerinmiyorum. bu başka bir boyut ve bana göre sihir.

endiseliperi dedi ki...

benim bilgisayar da kendiliğinden kapandı az önce. laptop soğutucusu almam lazım. bir filmin ortasındaydım. iyi oldu. çünkü filmi pek de beğenmemiştim. buraya geldim ki sen gelmişsin:) seninle sohbet etmek daha güzel. çok güzel anlatmışsın; sakinliğin verdiği bir dikkat oluyor, evet. belki de tekrar eden eylemleri daha kolay farkediyoruz, bilemiyorum. ben eskiden bunun tam zıttı, tam bir aksiyon insanıydım, sevgili guguk kuşu. bu dönüşüme bazen ben bile inanamıyorum. sanırım bu halimi tercih ederim ben de. eskiden neyin telaşını yaşardım, içimde nasıl bir ateş yanardı da yerimde duramazdım, bilmiyorum. şimdi hayatın o sahte süsleri, o boş oyalama, o yorucu bir şeylere dahil olma, o her şeyin tam ortasındaymış gibi hayatın nabzını elinde tutma isteği... hepsi kayboldu. sanki neyin değerli olduğuna ilişkin içimde kendiliğinden bir bakış oluştu. bana vaadedilen o parıltıya pek kanamıyorum, artık pek kolay ayartmıyor hayatın temposu beni. zaman zaman burda da diyorum; iyiyim, ama farketmediğim bir şey mi var, bu kadar iyi hissetmem acaba kötü bir şeyleri örten derin bir dalgınlık nedeniyele mi, diye.

iyi geldi seninle konuşmak. filme devam etmeyeyim. biraz okuyayım o halde.

öpüyorum seni.
sevgiler.

Adsız dedi ki...

Guernica dimi. Hem anlattığı ile hem anlatma biçimi ile müthiş bir tablo...

endiseliperi dedi ki...

hmm... evet, aze. bakınca acı duyduğun bir şeye bakmayı sevmiyorsun ama. bazı şeyleri düşünerek sevmek gerekiyor. benim pek yapamadığım bir şey.

sevgiler.

Adsız dedi ki...

İşte onu demeye çalıştım. İnsan bakınca sevemiyor, sevmemeli zaten.
Ben sadece müthiş bir ifade biçimi olarak bakıyorum...Kübizmi sevmiyorum ama bu tablo başka...

endiseliperi dedi ki...

elbette, aze'ciğim, gerçekten müthiş, tuhaf bir ifade biçimi. sanki acı ifade eden parça parça cümleler yazarsın, ama bir araya getirmen onu bir metin yapmaz. bakar ve sadece burda acı var dersen. boş konuşuyorum.

öpüyorum seni. uyuyayım ben artık.
sevgiler.

derbay dedi ki...

Guernica da; üzerine romanlar yazılacak bir konuyu resmetmiş picasso, ama ne enteresan ki bu eser üzerine de onlarca roman yazılabilir. Özetle sivillerin katledildiği tüm emperyalist savaşlara, ortadan kaybolan dağılan ailelere, ruhunu yitiren şehirlere adanmıştır bence.

Kitabı da merak ettim, dili nasıl olursa olsun her kitap kabulüm :) Zaten okumada belli notaları okuduğumuzda seçiciliğimiz ve sinamekiliğimiz tutar hep, bir kusur buluruz.. bence :)

Sevgiler

endiseliperi dedi ki...

sene 2002,derbay. nasıl soğuk nasıl soğuk. kar, tipi, fırtına. istanbul'dan ankara'ya trenle gidiyorum. kaldı mı tren kar içinde bir arazide. trenin lokantası çay yetiştiremiyor. donuyoruz. üstümüze ne varsa aldık, bekliyoruz trenin tamir edilmesini. yan koltukta bir kadın başını uzatmış yanındaki adama bir şey anlatıyor. adam da nezaketen ilgileniyor gibi arada bir şey diyor. soğuk, karanlık, kadın birinin dedikodusunu yapıyor o halde yanmış, kavrulmuş gibi. pek duyamıyorum kadını ama arada "sinameki" sözcüğü, sarı, ince bir yılan gibi akıyor cümlede. bir o zaman dikkat ettim bu sinameki'ye, bir de şimdi. bir gün benim de cümle içinde kullanmam gerekir mi diye korkuyorum.

şaka yapıyorum. dili nasıl olursa olsun her kitap kabulüm değil. hatta bazı kitaplar hiç yazılmamalı bana kalırsa. yazmadan duramıyorum, ne demek ya. mektup yaz arkadaşlarına, blog yaz. niye illa kitap yazacaksın. elbette seçici olacağız kitap konusunda. hangi konuda seçim yapma hürriyetimiz var. bırakın okuyacağımız kitabı seçelim. sözüm bu kitaptan dışarı tabii. bu sohbette yeri olmayacak kadar iyi bir kitap.

MERAL dedi ki...

Ursula Le Guin ilk öykülerini mutfak masasında yazdığını söylüyor. Mutfak masasındayım şu anda, TV de Cüneyt Özdemir Adalet Aağaoğlu ile konuşuyor. Ben hem ona bakıyorum, hem Underground (Ya Da Çağımızın Bir Kahramanı) kitabının okuduğum bölümlerine tekrar göz atıyorum. Masadan dışarıda kopan fırtınayı görüyorum ama mutfak masama ulaşamıyor. Masanın üzerinde Yalın'ın sütü, Ada'nın Nesquik'i var. Arada bir masaya gelerek içiyorlar, sonra evin içinde koşmaya devam ediyorlar. Küçük mutfağın küçük masası güzel bir sığınak şu anda. Ailemizin mutluluk merkezi.

Bu masada oturmanın bana ne kadar iyi geldiğini düşünürken bakıyorum ki Peri'nin mutfak masası karşımda. :)

Sevgiler
Meral (çikolata)
Gülümseten bir tesadüf.

pelinpembesi dedi ki...

pericim, mutfağında kalorifer varmış ama.. sen soğuk olduğundan şikayet ederdin ya , onun için dedim . ne yazıkki benimde mutfağım küçük. orada fazla keyif yapamıyoruz.
bu arada birçok bergman filmi aldım kadköyden :) yavaş yavaş seyrediyorum. şimdi de internetten almodovarın son filmini seyrediyordum, biraz ara verdim. yukarda linkini verdiğin god of carnage dün gece seyrettim ama hiç beğenmedim. kızımla da arrietty seyrettik geçen gün. hoşumuza gitti.. genç harriot'a da baktım ama yok onu da beğenmedim. şu sıralar the big c ve event seyrediyorum azar azar..

endiseliperi dedi ki...

bilgisayarı az önce açıp, şöyle hızlıca okuyabildim yorumları sevgili meral ve buket. öyle yorgunum ki şu an. yarın bir işim var ama fırsat bulur bulmaz geleceğim.konuşuruz.

öpüyorum ikinizi de.

sevgiler çok.

endiseliperi dedi ki...

meral'ciğim, öyle güzle anlatmışsın ki. bayıldım. hatta, anlattığın sahne bir fikir verdi bana; hemen, mutfak sahneleri adında bir blog adresi aldım. eğer istersen bu sahneyi oraya yazabiliriz ve eğer mümkün olursa mutfak masanın fotoğrafıyla birlikte orada yayınlarız.

çünkü kadınlar mutfakları ile çok derin ve içten bir bağ içindeler bana kalırsa ve iç alemlerinde mutfağın yeri çok fazla. bu nedenle orada, mutfağımızda yapıp ettiklerimizi, orada aklımıza gelenleri, orada sevinip üzüldüğümüz şeyleri aktarabiliriz. burası ortak bir blog paylaşım alanı olabilir. adresi şöyle:
http://mutfaksahneleri.blogspot.com/
aceleyle oluşturdum, henüz bir şey yok.

ben şu an mutfaktayım. arçil'i dersaneye gönderdim. akşama arnavut ciğeri, kısır, zeytinyağlı pırasa yapacağım. patatesleri kızarttım ama kırmızı toz biberde beklettiğim ciğeri kızarttmak için un yokmuş evde. birazdan markete çıkacağım. çayı demledim ve dondurucudan kurabiye çıkardım. marketten gelince, çay içip kurabiye yiyeceğim. dışarda bir randevum vardı, sabah gelen telefonla iptal olduğu bildirildi ya, çok sevindim. yağmurlu havada mutfakta olmak gibisi yok çünkü.

ada, yalın ve seni çok öpüyorum.
kocaman sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

elbette kalorifer peteği var, buket'ciğim. ama bizim mutfak hem geniş hem de iki geniş ve uzun ve kalorifersiz koridora açılıyor. burayı ısıtmak mümkün değil.

bergman filmleri için en güzel mevsim. çok iyi olmuş filmleri bulup alman.

god of carnage filmini ben de pek sevmedim. evlilik kurumuna bir eleştiri getirmek için polanski'den daha derinlikli bir yol beklerdim. diyalog üstüne kurulmuş, diyaloglarda iş yok. oyunculuk bir tuhaf. acaba casting mi kötü, bilemedim. foster ne kadar aşırı ve yapmacık. winslet'in dağılan ve saçılan makyaj malzemeleri ile onun karakterine gönderme yapması ne kadar ucuz. haklısın beğenmemekte. ama evin dekorasyonu hoştu, laleler filan:) ben odayı izledim çokça;)

genç harriot'u seviyorum. saflık ve dürüstlükle işine, hedefine yönelmesini ve onun dışında her şeyin patır patır harrot'un ilgisinden dökülmesini izlemek hoşuma gidiyor.

arrietty ise, ne desem boş. miyazaki ne yapsa hoşuma gidiyor ve büyülenmiş gibi izliyorum. ben çizgi'yi seviyorum. bazen otobüste giderken tüm otobüsün içinin, yolcuların çizgi halini düşünüyorum ve bu nasıl sevimli yapıveriyor her şeyi.

meral2e önerdiğim şey senin için dehepimiz için geçerli. keşke başka bir şifre ile almayı becerseydim de şifreyi orada yazmak isteyen herkesle paylaşsaydım. belki değiştirme imkanım olursa öyle bir şey yaparız.

öpüyorum çok seni ve pelin'i.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

bugün rüyamda yeni bir işe başlamışım. bir avukatlık işi. mekan geniş ve çok hoş. koyu kahve, masif ahşap masalar, ferforje aksamlar. loş bir mekan. iki kız çalışma arkadaşım var. mekana ve kızlara yabancıyım. içimde yine bir suçluluık hissi var, çünkü geçmişte bir dosyayı kapatmamışım, hiç ilgilenmemişim ve söz konusu dosya bir şekilde gündeme gelecek, biliyorum. avukatlık rüyalarımda o dosya hep ortaya çıkar zaten. bir toplantı yapılmaya başlanıyor. toplantıya bir adam da katılıyor. adam çok yoğun. kızların halinden anlıyorum ki o adam daha yetkili. "omni gazete" adında bir gazetedeki makale kanıt olarak sunulacakmış. ve toplantı sırasında kızlar bir anda rekabetçi, düşmanca bir tavırla beni dışlıyorlar. benim bilmediğim bir dilde konuşuyorlar iş hakkında, ben anlamayayım, diye. ben yeni işe başladığım için oysa bana dosyalar hakkında bilgi vermeleri lazım. anlıyorum ki vermeyecekler. bana yardım etmeyecekler. öyle bunalıyorum ki. çok, çok yılgın hissediyorum her şeyden.

odadan dışarıya çıkıyorum. bir korudayım. yüksek, taş bir duvarın üstü mor salkımlı çiçeklerle kaplı. sümbül mü, leylak mı acaba bunlar, diye düşünüyorum. zıplayıp koklamaya çalışıyorum. sümbül gibi değil kokusu. gösterişsiz bir bitki kokusu var. ama bu da çok hoş. burada çok iyiyim böyle. duvardan sular sızıyor yer yer ve loş burası. çünkü kocaman yeşil bitkiler ışığın çok fazla içeriye girmesine engel oluyorlar. mor ve yeşil ne kadar uyumlu. ne kadar güzel burası. kimse yok, sakin, çok huzurluyum. bir anda bir ses duyuyorum arkamda. toplantıdaki adam gelmiş. demek buldun burayı. ben de canım sıkıldığında buraya gelirim, diyor. canımın sıkıldığını anlamış, diye düşünüyorum ama bir şey demiyorum. çünkü sanki konuşmak sorun demek ve çok yorucu bu. düşmanlık yapmayı unutacaklar ve her şey yoluna girecek, diye teselli edici sözler söylüyor. sesimi çıkarmıyorum, çünkü onu da tanımıyorum. hepsi yabancı. sol kolunu iyice uzatıp bana ilerde bir yeri göstermek istiyor. seni ne kadar anladığımı bileceksin şimdi, diyor. tereddüt ediyorum, çünkü gösterdiği yer onun hafızası. onun hafızasını görmek istemiyorum. çünkü bu çok özel ve ben o kadar yakın olmak istemiyorum. bana bu kadar iyilik etmesini de istemiyorum. bak, diyor ısrarla ama o; ben de senin gibiyim, bakınca anlayacaksın, diyor. uzakta, flulaşmış bir çerçeve içinde sarı renkli onun okuduğu ilkokulu var. o benim de okulumdu. ama yine de içimdeki yabancılık duygusu geçmiyor.

Sevginin Ruhu dedi ki...

Yine ben
Haddim olmayarak rüyanı analiz etmeye çalışacağım. Doc.Dr Nusret Kaya nın 'İyileştirme' kitabına dayanarak. Gerçi kitabı okuyalı çok oldu ama aklımda kaldığı kadar açıklamaya çalışacağım. Sizide sevgiyle tavsiye ediyorum.( Hani derlerya şiddetle tavsiye ediyorumdiye ben şiddeti sevmem onun için sevgiyle tavsiye)
Yeni başlangıçlar istiyorsun ama eski yaşantında beyninde tamamlayamadığın birşey seni bırakmıyor. İki kız tanıdığın, arkadaşın veya kardeşin olabilir. Erkek deden, baban, abin bir otorite figürü seni korumak istiyor ama izin vermiyorsun. Evet geçmişinde yaşanıp bitirilmemiş, yarım kalmış bir şeyler var. Bu durumdan suçluluk duyuyorsun ve huzursuzluğun bu yüzden. Bitmemiş olayları hayalinde yaşatarık kendi istediğin gibi sonlandır. Beynimiz yaşanmışlıklarla hayaller arasındaki farkı anlamaz ve tatmin olur. Sonra kaçıyorsun bir koruya koruyu tarifin aynı ana rahmi gibi. Sorunlardan kaçıp ana rahmine sığınmak istiyor beynin. Ama biz doğduk büyüdük. Geri dönüp çocuk olamayız ve büyümeye devam etmeliyiz. İçimizdeki çocuğu büyütmeliyiz. Rüyandaki adamda rahim adam. Yani annesi, annanesi vs kadınlara bağlı. Kitabı okursan demek istediğimi daha iyi anlayacaksın. Sana yakın olan biri ona bile güvenmiyorsun. Heryer yabancılık çekiyorsun. Sarı; hastalık rengi, bilgelik, farkındalık, işbirliği demek. Birde Omni gazeteden bahsediyorsun baktım omnia:Hayatın güç kaynagı demekmiş.Hayatın güç kaynağından kanıt bilemedim... Zaten bu yazdıklarımıda tereddütlü yazdım. Çok ciddiye alma. Bu doktorun kitaplarının özetlendiği bir siteside var gir bak istersen.
www.psikoestetik.com çok yaralanacağına inanıyorum.

endiseliperi dedi ki...

teşekkür ederim, sevginin ruhu. sarı çiçek çok görürüm ama bu sefer mor ve yeşildi. onlar ne ola ki acaba?

ana rahmi de dahil dönmek istediğim bir yer yok galiba, ya.

ama fena değil yorumun. tekrar teşekkür ederim.

sevgiler.

neo dedi ki...

periciğim,

nasılsın? yoksa sen de hasta mı oldun? ben iyileştim sanki. burnum tıkalı ama halsizlik kalmadı.

sherlock'un dizisini sevmiş miydin? yeni sezon başladı, iki bölümü var, izlemek istersen. ilk bölüm çok romantikti, pa ile de yazıştık, seviyoruz holmes'u :)

bir ses vereyim dedim. öpüyorum.

endiseliperi dedi ki...

yoo, hasta olmadım, neocuğum. iyileşmene çok sevindim. burnum tıkalı olunca vicks sürüyorum ben burnuma. acaba sen de mi sürsen? kokusu bir acayip ama nefes almayı kolaylaştırıyor. bir de günlük vitamin mi içsen acaba hiç değilse kışı atlatıncaya kadar? GNC'den alıyorum ben vitamini. bir d eomega 3 içiyorum. belki o koruyordur. gerçi ben pek dışarı çıkmadığımdan, çıkarsam da üşümekten hiç hoşlanmadığım için çok sıkı giyindiğimden pek hasta olmuyorum. gerçi şu an mutfaktayım ve buzhane kıvamında burada soğuk. dışarı çıkmam lazım ve nasıl üşeniyorum. işte sana da çıkıyorum diye yazarsam artık gerçekten çıkmam gerekir diye bildiriyorum bunu:)

hadi ben hazırlanıp çıkayım o halde.
cafe fernando'nun bir çay tarifi vardı onu da diyeyim sana. akşamları o çaydan yapıyorum. geçen gün kadıköy'de geçen bahsettiğim aktardan kakule aldım. ne tuhaf bir isim, kakule; melodisi karadeniz şarkılarını hatırlatıyor. beyaz karabiber tohumu da atıyorum içine çayın. boğazdan geçerken hafifçe ısırıyor böylece ve sanki çayın gereken bölgeye doğrudan müdahale ettiğini hissediyorsun. ancak kakule gerçekten işe yarıyor mu bilemedim. sakinleştirici etkisi nedeniyle melissa yaprağı, kantaron ve ıhlamur çiçekleri da koyuyorum. ancak dün akşam arçil dedi ki, sevmedim bu çayı, hangi bitki çayı içtiğimi anlayamıyorum. arçil yumurta kıramaz ama inanılmaz hassas damak tadı var. yemeğe küçük bir diş fazladan sarımsak koysam, sarımsağı fazla olmuş ya da atıyorum salçası az kavrulmuş, diye ayrıntılı analiz eder yemeği. bu akşam sadece ıhlamur çiçeği koyacağım bu nedenle çaya. çıkarsam taze ıhlamur alacağım. ama eğer çıkarsam... çıkmam lazım. o kadar istemiyorum ki çıkmayı. ama o kadar şart ki bu.

hadi, çıkarsam hoşuma gider belki, çıkayım ben.

öpüyorum seni.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sherlock'u izliyorum bu arada. son bölümü akşam izledim. watson'ı seviyorum, blog yazması filan daha da yakınlaştırıyor belki onu ama sherlock... ancak dün akşam kendinde olan bir şeyi güzel ifade etti: ben duygularımı kendimden izole edebiliyorum ve bu nedenle soğukkanlı davranabiliyorum, ama bu olayda bunu yapamadığım için korktum, dedi. hani insanlarda korku yaratan kimyasal üreten kötü adamların olduğu bölümde. bunu düşündüm izlerken, söz çok önemli değil ama bazı insanları anlamamızı kolaylaştırır bu tespit. umursamaz ve soğukkanlı olan birine bir şey deriz ve yüzündeki ifade şöyle bir dalgalanır ve anlarız ki izole ettiği o bölgeden bir sızıntı olmuştur. vs.

niçin konuşuyorum? gitmemek için:) hadi artık.

neo dedi ki...

periciğim, ben de vicks değil muadili japon yağı var, almanya'dan almıştım, orada hastalanınca önermişlerdi, vicks'ten daha kuvvetli, mendile bir damla damlatıp koklayınca epey faydası oluyor. vitamin olarak da c vitamini alıyorum, bir de bağışıklık güçlendirici imuneks. ihtiyarlar gibi ilaçlarımızdan konuşuyoruz :)

bence zaten soğuktan değil insanlarla temastan hastalanıyoruz. en azından ben öyleyim. kalabalığa karışmaktan oldu, otursaydım evimde badem'le mis gibi, hasta filan olmayacaktım :)

çok karışık bitki çaylarını ben de sevmiyorum. en fazla üç bitki karışsın, belki bir de limon ya da portakal dilimi. zencefil, tarçın, karanfil ve portakallı yapıyorum, karabiber de iyi fikirmiş.

çok soğuk bu gece, inşallah dışardakiler, kediler, köpekler kuytu yerlere sığınmışlardır...

sherlock'u az önce izledim, sherlock'un tırstığı sahneye dikkat ettim özellikle, hem sinir oluyorum hem de beğeniyorum holmes'u ne yalan söyliyim :) o kibri, duygusuzluğu insanda merhamet uyandırıyor. -ya da bende :)

aldın mı ıhlamur?

öptüm

endiseliperi dedi ki...

yok, alamadım ıhlamur. sıkıcı işler vardı. şunları yaptım: arçil'in YGS başvurusu için bankaya ödemeyi yaptım. formu da yanımdaydı, bari okula da gidip bu işi tamamlayım, dedim. ama hoca kalabalıktan bunalmış, yemeğe çıkayım bir , yahu, dedi. olur, diyip moda çay bahçesine yürüdüm. kediler, kargalar, bir de ben vardım. çayımı söyleyip arkadaşımın geçen gün verdiği kendi yazdığı kitabı okumaya başladım. ama manzara çok güzeldi. lacivert renkli bir ağır yük gemisi, önündeki turuncu, küçük, kılavuz gemisini takip ediyordu. koyu gri deniz, çırpıntılıydı. bulutların arasından ışıklar sızıyordu. pek güzeldi. sonra küçük bir pır pır motorlu balıkçı kayığı geçti. öyle gürültü çıkardı ki arkadaki o koca gemilere göre, sevimliydi bu. biz bunu kedilerle izledik. sonra çok üşüyüp
kalktım.

neocuğum, o kadar uzun yazmışım ki üç ayrı şekilde yorum bırakmam gerekiyordu. ben buraya kadar olanını yazayım bari:)

japon yağı ve imuneks'i aklıma yazdım. imuneks'in fiyatı d auygun galiba. eğer memnun kaldıysan ben alırım ondan da.

anton umarım dedikleri gibi sıcak bir yerdedir şimdi. yönetici ile aramızda tatsız, kısa bir tartışma geçti. sonra bizzat eve gelerek beni apartman toplantısına davet etti. gönlümü almak için. gitmedim.
neyse.

bu kadar olsun şimdi. sherlock için iyi şeyler demişsin. katılıyorum ve fakat sözü çok uzatıyorum o konuya girince:)

çok öpüyorum. sevgiler.

redrabbit dedi ki...

peri,akşamları kurabiyenin yanına iyi gider: http://awesomepeoplereading.tumblr.com

mutfakhikayeleri fikri harika..

bir çay tarifi de benden.evde demlenen çayın içine biraz-ama çok az-zencefil,kakule,tarçın ekleyin,aynı ölçüde sıcak sütle karıştırın.Sıcak sıcak için,şifalar getirsin.

mavi dedi ki...

Merhaba sevgili Endişeli Peri, ne zamandır okuyamıyordum sayfanı. Birikmiş olması iyi oldu aslında makarna ısıttım bi yandan onu yiyor bi yandan da sayfanı okuyorum. (St:22,28) bu saatte yemek yemek olmaz deseler de acıktım napayım.ayrıca yesemde pek kilo almayan bi bünyeye sahibim korkum yok :) Bişi merak ettim şu tavuk kanadını batırdığın sos nası bişi ?

endiseliperi dedi ki...

redrabbit, iki harika öneri ile geldin. çok teşekkür ederim. siteyi çok beğendim. takip ederim onu.

sütlü çay tarifine de bayıldım. hemen yapacaktım ama süt kalmamış evde. arçil bir tavırla süt içmeyi kestiğinden beri sütü ihmal ettim ben de. arçil'in babası sabahları sütlü çay içerdi ve o zaman araştırmıştım galiba ve çayda sütün çok da faydalı olmadığını okumuştum bir yerden. eğer o bilgi doğru değilse, bence harika olur bu tarif.

teşekkürler, sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

mavi balon, merhaba. ne uzun zaman oldu görüşmeyeli. ben bu saatlerde yemeğe bayılırım. tam d abu saatlerde kalkıp makarna, tost yaptığım çok olmuştur. gece kahvaltısı ise sıklıkla yaptığım bir şey. keşke zararlı olmasa. belki zararlı olduğu için bu kadar düşkünümdür;)bünye, nikotin, kafein, gece kahvaltısı filan istiyor demek ki, bir boşluğu doldurmak için. ya da hani kek yaparken eser miktarda tuz da atarsın ya, bu, şekere vurgu yapmak için gereklidir hani, işte böyle bir şey. ne diyorsam artık.

şu an bir işle meşgulüm ve masada bol yemişli kurabiye (bu nefis), çikolatalı kek (biraz kuru olmuş), ay çekirdekli simit, kaymaklı mısır ekmeği (bu d agüzel), bir kase yemekten kalan salata, bir kocaman kase de kestane var. bu kestaneyi pişirdiğim elektrikli ocağın hikayesi uzun, yoksa zevkle anlatırdım. dün aldım.

tina az önce yanıma gelip sinirle elime pati attı. kalkıp ezbere yemek tabağını değiştirip, suyunu tazeledim. o değilmiş derdi, gelip yine pati attı. anladım sonunda; oyuncağını sabah saklamıştım. onu istiyor. sabah 6.30 benimle kalkıp miyavlayarak oyuncağıyla oynuyor çünkü. arçil de beş dakika diye diye uyanmadığından, lilly allen'i açtım bir yandan da o var. o saatte odanın içi curcuna. ben bir yandan da mutfakta tost yapıp, çay demleyip, okul tişörtü değil de beyaz gömlek giymeye karar veren arçil'in gömleğini ütüleyip... eh, sonunda odaya girip oyuncağı sakladım ve gürültü biraz azaldı ya, şimdi yine başladı o macera:)

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

aa, sen sos tarifi sormuşsun ben ne anlatıyorum. afedersin. yoğurt, yağ, pul biber, kekik (ben aslında pek hoşlanmıyorum. çok az koyuyorum.) bir tane sarımsağı ezip, ekliyorum. başka? tuz bir de. tuz kırmızı eti sertleştiriyor ama tavuğu yumuşatıyor, ekleyebilirsin. aslında acı kırmızı toz biber de ekleyebilirsin. uçları kesilmiş ve kasaba üstüne kesik de attırdığım kanatları bu sosa iyice buluyorum, üstünü jelatinleyip, buzdolabına kaldırıyorum. eğer tavuk kanat yapacaksam sabah market alışverişinden sonra hazırlayıp, akşam 5.30 a kadar bekletiyorum. yanına sebzeli bulgur pilavı çok güzle oluyor. kadıköy'de benim aktardan gerçekten nefis kokan kuru sebze karışımı aldım. bir de kuru domates kıyıyorum. küçük bir soğanı gerçekten küçük küçük kıyıyorum. onu yağda kavurduktan sonra (tereyağı ile sıvıyağ karışık)biraz sıcak su ekliyorum ve soğanı pişiriyorum (pişmiş soğanı pek sevmiyorum çünkü). biraz domates püresi ve yıkayıp süzülmeye bıraktığım bulguru ekliyorum (yine benim aktardan alıyorum. o paket bulgurlara göre tadı gerçekten daha güzel) kavuruyorum. suyunu ekliyorum ve sebzeyi, kuru domatesi ekliyorum, karıştırıyorum. ben bulgur pilavının oranını tutturamadığım içinz aman zaman kontrol edip gerekiyorsa su ekliyorum. yanına da salata. turpu rendeledikten sonra avucumda sıkıp suyunu atıyorum. üstüne havuç, marul, salatalık... limonu sıkıp tuz ekliyorum ve iyice karıştırıyorum, tuz eriyor limonda. elma sirkesi ve zeytinyağı ekliyorum. ve bu karışımı döküyorum. soğan kullanmadığım için yarım saat önceden yapıyorum ve sosu iyice emiyor salata. böyle. bir de portakal, greyfurt, nar sıkıyorum içecek olarak. bu kadar. yakında içli köfte yapmayı planlıyorum. birkaç kez yaptım ama kendime güvendiğim bir yemek hiç değil. içli köfte yaptığım gün bizim adana da onun geleneksel öncülü olarak tarhana çorbası da yapacağım. ama aktardan almam gerek bizim tarhanadan. onu seviyorum ben.

bu kadar. işime döneyim ben.

siyahlale dedi ki...

Merhaba Endişeli Peri,
Çok çok uzun zamandır hem kendi bloğumdan hem de sizin gibi okumaktan zevk aldığım bloglardan ayrı kaldım. Dün gece tekrar bir göz atayım demiştim ki sayfanızdan ayrılamadım. Eskiden de olduğu gibi buraya her geldiğimde Bir pencerenin içinden başka başka dünyalara girip dolu dolu çıkıyorum. Kendimi iyi hissediyorum. Mutfağınızı ve mutfak hikayeleri fikrini beğendim . Bende biriken tariflerimi bloğuma eklemeyi dşünüyorum ilerleyen günlerde bir bir. Çay ve kahveden vazgeçemeyenlerdenim ben de. Değişik aromalı çaylar, bitkisel çaylar denesemde klasik türk çayından vazgeçemiyorum. Arada bir kandolaşımına ve üst solunum yolu enfeksiyonlarına iyi geldiğinden taze zencefil ekliyorum bikaç dilim demlediğim çaya. Enerji de veriyor. Bir sürü hobiyle uğraşıyorum. Hava sıcak olsa bunlarıda mutfakta yapacağım. Ancak bu yaza doğru mutfağımın balkonunu cam kaplatıp kapatabilirsem orası sadece bana ait bir mekan olacak. Hobi ile uğraşan diğer insanlar gibi benimde artık malzemelerim sağdan soldan fışkırmaya , taşmaya başladı. Koyacak yer bulamıyorum.
1,5 ay kadar önce www.pasaj.com adresine arkadaşımla birlikte yaptığımız el emeği ürünlerimizi koyduk. http://www.pasaj.com/sevgililer-gunu-kitap-ayraclari-1/238423
Çnataları arkadaşım dikiyor. ben diğer ürünleri yapıyorum. Kitapları çok sevdiğiniz ve sürekli okuduğunuz için sizede eğer kabul ederseniz bu araçlardan bir veya birkaçını hediye olarak göndermek isterim. Ancak özelden nasıl iletişim kuracağız onu bilmiyorum. Facebook hesabınız varsa mümkün olabilir veya pasajıma mesaj bırakabilirsiniz.
Sağlıcakla kalın, iyi okumalar, iyi günler dilerim.
Sibel Hoşgünül

Bu arada Miyazaki filmlerine hem oğlum hem ben bayılıyoruz. Evde piyasada satılan tüm filmleri var. Müziklerindende çok etkileniyor oğlum.( şimdi 8 yaşında. 3 yaşından beri izliyor)
Bu son filmini görmedim. Burada görünce sevindim. Tekrar görüşmek üzere....

endiseliperi dedi ki...

merhaba cicim,
teşekkür ederim. burayı sevmene çok seviniyorum.

mutfaksahneleri sitesini aldım ama hiç yoğunlaşamadım ona. tarzını, farklı olarak ne olabilir orda, düşünemedim. bence en naif yemek tarifinden, damar kestiren kasvetli, karanlık mutfak sahnelerine, erotik mutfak hikayelerinden, çocuğun annesini izlediği bir dolu dünya olabilir içinde. erkeklere ve çocuklara adanmış hayatımızda en çok sahne aldığımız yer olan mutfakta aklımızdan neler geçer? bana kalırsa, mutfağa sığınmış, mutfağa itilmiş, mutfağı seçmiş kadınlar olarak ortak hikayelerimiz var.

şimdi yazdığım yazıyı pek beğendim. belki siteye bunu eklemeliyim:) vesile olduğun için teşekkür ederim.

bir hobi odası olması ne hoş insanın. yap mutlaka. baktım, pek şirin kitap ayraçları. verdiğin adrese girenler de yaptığınız ürünleri göreceklerdir. umarım çok başarılı olursunuz.

mail adreslerimi kaldırdım, sevgili cici. biraz bunalmıştım bir takım nedenlerle. bir süre sonra yine eklerim adresimi. o zaman hala unutmazsanız sözünüzü, kitap ayraçlarıma kavuşmayı çok isterim. bana gönderinceye kadar iyi bakın onlara:)

oğlunuzu ve sizi çok öpüyorum. sevgiler.

siyahlale dedi ki...

Sözüm söz Endişeli Peri
Mutfak hikayelerinde bence de herşey olmalı, yani bütün duygular, anlar, düşünceler...
Siz geliştirin biraz belki bizimde çorbada bir tuzumuz olursa mutlu oluruz.
iyi dilekleriniz için teşekkürler.
hoşçakalın

endiseliperi dedi ki...

tamam, eğer ilgilenirsem o siteyle fotoğraf ve hikaye beklerim sizden de.

teşekkür ederim.

sevgiler.

ökçe dedi ki...

iki gundur elimde bir kitap var. devrimci, solcu bir insaat muhendisi olan tayfun er'in, emek verip, 'turkiye'deki gizli soylu sinifi, saklanan kast sistemini ve onun örtülü iliskiler agini' anlattigi: Erguvaniler.

cogunuzun vakit ayiracagini sanmiyorum ama yakin tarih meraklisi bi tip olarak oldukca ilgimi cekti benim.

285. syf'sinda, Suat Dervis baglaminda baba Bruegel'in Dulle Griet tablosuna deginmis.

ben o tabloya baktigimda, askerlere karsi koyan kadinlar goruyorum ama soyle de bir yorum varmis meger.

griet, hollanda dilinde, sirret, cadaloz anlamina geliyormus.
bu tabloda da, cadaloz kadinlarin cehenneme gidecegi ve orayi bile, daha kapisinda iken karistiracaklari, altini ustune getirecekleri yorumlaniyor olabilirmis. zira, o yillarda, ingiltere, hollanda, iskocya ve fransa'yi kadinlar yonetiyorlarmis!

Ozellikle de Hollanda'yi yoneten kadinin Parmali Margarite ve griet de bu ismin kisaltilmisi oldugundan, bu yorumun dogrulugu kuvvetle muhtemelmis:)

ikinci ve zit yorum ise, benim de gormek istedigim sey olan, koylere gelen yagmaci askerlere karsi koyan, savas karsiti kadinlar olduklariymis.

bunca kadin bruegel, bruegel sayiklarken, cinsiyetci bir bruegel istemeyiz ve tabii ki gonlumuz ikinci yorumdan yana:)

sevgilerimle

endiseliperi dedi ki...

senin yakın tarihe içten ve coşkulu bir ilginin olduğunu biliyorum. belki siyasetçi filan olmalısın, ökçe'ciğim.

karanlığın kültürleri kitabında, cadılar mevzusunda bruegel geçmez ama o dönemdeki kadınların gücünden korkan ve onları sindirmek için cadı ilan eden bir erkek bakış açısı var sistemin.

teşekkürler bu bilgi için. hiç dikkat etmemişim bu tabloya. ne kadar bosch'u andırıyor böyle. onun cehennem tablosunu, değil mi?

sevgiler.