balkanlardan yeni bir soğuk hava... çıkıp uzak marketten ciğer alıp, akşama... ankara'da öğrenciyken akşam yemeğinden sonra çıkıp yürürdüm evlerin pencerelerine, sabırsız arabalara bakarak. yalnız yürürdüm. öğleyin de okuldan çıkıp bir esnaf lokantasında yemeğimi yiyip, öğle uykusu uyumak için yurda dönerdim. yalnızlık sorun değildi, çok mutluydum.
sonra gökhan'la kurtuluş parkı'nın içinden geçen yürüyüşlerimiz. sigara içmeye başlamıştım artık. işaret parmağımla izmariti fırlatışım, sohbet arasında. reha ile bebek'te yağmurlu bir akşamüstü yürüyüşümüz, bebek oteli'nin cafe'sinde konyak içişimiz. bora ile belgrad ormanında uzun, sessiz, sadece parmağımızla diğerinin dikkatini çekmek için bir mantara, kuşa işaret ederek yürüyüşümüz. kaçak'la saraybosna'da miljacka nehri boyunca upuzun caddede eski şehre doğru yürüyüşümüz. yürümek güzeldir. aşkla çok ilgilidir ama dikkati ona yoğunlaştırmaz. bu nedenle güzeldir. sanki kalbin genişler, çözülür, hava girer her şeyin arasına, mesafelenir ama eve döndüğünde o kalp tekrar sıkıca kapanır, birbirine yoğunlaşır. yürüyüşten yorulmuş eve dönmek harikadır. öyle güzeldir ki... hem insan birbirini yürürken tanır. adımlarının ritminde, birbirinin hacmini kollayışında, çevreye ilgisinde... birbirine bedensel ve zihinsel olarak bu hareketli alan içinde ne kadar uyumlusun, yürürken anlarsın. yürürken iyi konuşursun. birbirini bilmek için nerdeyse sevişmek kadar doğru bir yoldur. tevrat'ta, kadın ve erkek birbirini bilir ve sonra çocukları olur, der.
insan bu kadar uyumak istemese de kalkıp yürüyebilse. yağmur da yağıyor. kalkıp sıkıca sarıp sarmalasam kendimi, ayakkabımı giyebilsem, ormana gidip, cafe'ye oturup, çay söylesem. çam ağaçları kokuyordur. ama uyku durdurulamaz bir çığ gibi gelip her şeyi örtüyor, gözlerim yine kapanıyor.
79 yorum:
Sevgili peri,
Şiirli ve kurabiyeli yazını bugün okudum.Bir cesaretle beni hayal kırıklığına uğratan tüm meselelerini özenle kenara kaldırdım koydum.Mutfağa gittim ve kurabiye pişirirken hayal kurdum,birhan keskinden şiirler okudum kendime,penguen diye diye...Onu aradım ,sallanan sandalyemi pencereye biraz daha yaklaştırdım marquezin aşk ve öbür cinlerinin özel bir anda okurum diye ertelediğim sonunu keyifle okudum,alt komşum bana filtre kahve getirmişti almanya dönüşü ne çok sevinmiştim de tek başıma yapmak istememiştim,böylelikle ilk filtre kahvemi de yaptım evde,müziklerini dinledim sayfandaki...o geldi,kurabiyelerimi yedi kahvemi içti,çok uzun zaman sonra avucumu öptü,sinemadan konuştuk daha bir dünyada adlı filmi izledin mi? çokgüzeldi...sonra oscar vesilesiyle bir ayrılık çok içim burkulmuştu izlerken haklılık kavramı üzerine çok yormuştu beni suç ve cezadan sonra olduğum gibi olmuştum fikirlerimle konuşurken yakalamıştım kendimi.Ve kitaplar,şiirler,edebiyat yapmak için önce edepli olmak gibi bi sürü şeyden...Çok güzel bir akşam geçirdim peri senin yüzünden durduk yere!.. ;)Mutlulukla baş etmek de en az hüxünle hemhal olmak kadar zor geldi birden...Ben hiç masal karakteri olmadım ama bir peri meselinde kaybolduk bu gece...yatmadan teşekkür etmek istedim sana...hayat kucaklasın seni...
Uzun zamandir okudugum en guzel yazi bu. cok icten ve cok yakin. sanki ben yazmisim gibi. hele ruyada gorulen bay varloc.. simdi uyumadan bir kez daha okuyacagim sevgili peri. uyku sonucta her seye galip. kitaplara, yurume istegine, hatiralara...
suela, öyle sevindim ki bunları okuduğuma. varlığımdan taşan bir şeylerin iyi şeylere neden olması, birini iyi hissettirmesi kadar değerli başka ne olabilir?
çünkü insan bilemeyebiliyor, bu mükemmel bir hayat mı, yoksa çok kusurlu bir hata mı... anlıyor musun? beni huzurlu eden ne varsa hayatta onların ayıklanıp, seçilip, bir güne yerleştirilmesi gibi bir bakıyorum. huzurumu benim dışımda bozan kimse yok. bu harika. bazen de bir hayatın çözülüşü, tekrar düzenlenmek için çözülüşü gibi geliyor, korkuyorum. korkuyorum, çünkü yeni bir düzenleme korkutucudur. ama diyorum sonra, her şey bu hayata dahil, ne olup bitecekse bu hayatın konusu, bundan kaçmak olmaz.
o gününü yazdığın için çok teşekkür ederim. okurken hayalimde canlandı. çok bana yakın bir manzara, çok hoşuma gitti. umarım kendini iyi hissedeceğin şeyleri hiç ertelemeden heycanla yaşarsın böyle hep.
öpücükler, sevgiler.
sevgili pass,
öyle değerli ki senden övgü almak. bir yandan da çok şüphe ediyordum yazdıklarımdan. edebiyat yapmadığım, süssüz, aklımdan geçenleri hiç inceltmeden yazdığım için. biliyorum sana yakın olduğunu. aklımdan sen geçtin bugün. senin yaşayabileceğin bir günü, senin hissedebileceğin şekilde geçirdim.
ben sanırım hayatımı kontrol etmek için hep çok uyanık olmaya zorluyorum zihnimi. çok, yoruluyorum. bu aralar biraz da hızlı geçiyor günler, kalabalıklaşıyor, başka sesler, başka meşguliyetler oluyor. ve tüm bunlara dikkat kesilmek... uykuya nasıl ihtiyacım varmış... herşeyi olduğu gibi bırakmaya, bir tür pause eder gibi durdurmaya. insanın kendine şefkat gösterdiği anlar oluyor ve bunu öyle içten ve dolaysız bir şekilde sunuyor ki, bu kez söz dinliyor. hem bugün rüyalarımda bir sürü çatışmanın içinde de değildim. öyle barış içinde, varloc da olsa yol arkadaşın, bir olağan sohbetle...
seni gördüğüme çok sevindim. çok sık da düşünüyorum.
sevgiler çok, canım affan'ın o güzel yanaklarından öperim.
Sayfanı açtığım an sigara istedi canım. Gözlerini çok uzakta bir yeri görmeye çalışır gibi kısarak çekersin ya hani içine işte o anı özledim. Sonra kendime ne garip refleks uzağı göreceksen daha çok açmalısın gözlerini dedim. Sonra da yazını okudum. Yağmurlu bir ANkara akşamında ve sessizken ortalık. Kurtuluş Parkındaki banklardan birine oturup bir sigara yaktım. (gözlerimi kapatıp) belki aynı zamanlarda başka banklarda aynı gökyüzüne savurarak dumanı.
Peh... Güzeldi hatırlamak. Tadı unutmaya yüz tutmuşken, güzel sözcüklerinle demlenerek.
Sonunda birisi "yürümek" ile ilgili düşüncelerimi net ve tam olduğu gibi ifade etti :-) Ben bu cümleleri kullanırım söylim :-)
Ben de bayılıyorum yürümeye yalnız ya da değil, bence de çok güzel...Bir ara bir aşk acısı çekerken 10 yıl oldu tam hatta, Üsküdar dan Hareme yürürdüm sürekli. Sabah 5 gibi kalkıp, Üsküdardan Moda ya yürümüşlüğüm vardır bir kaç kez, kıyıdan kıyadan..Beni ayakta tutan eylemimdir diyebilirim :-) Hatta o zamanlar böyle telefon kulubesi sapıkları vardı, bir gece apansız çalıyor telefonum, dedim kesin annemlere bir şey oldu böyle telefonların en kötü yanı bu, açtım ; bir adam çok kötüyüm nolur konuşalım diyor, kırık sarhoş tekinsiz bir ses, dedim nerdesin üsküdarda shildeydim dedi, dedim ; yürü, hareme kadar üç kez git gel, ölmek istiyorum dedi, dedim; hiç bir şey olmaz sen yürü bişeyin kalmaz dedim kapattım telefonu. Bir daha aramadı :-)
Sevgiler...
*
ebru'cuğum, sen de miyopsun demek:) miyopluk üzerine uzun uzun yazabilirim. geçen gün salinger'da bir anne küçük kızını uyandırır. kız önce kocaman açar gözlerini, sonra miyop gibi kısarak bakar annesine. öyle güzel, ayrıntıları öyle tatlı anlatıyor ki salinger, eğer bir gün 'hangi kitabı yemek istersiniz?' şeklinde bir mim gelirse, şimdiden diyeyim; salinger'ın 9 öykü kitabını tek lokma bırakmadan iştahla yemek isterim.
*
header'daki fotoğrafı kaldırayım o halde. geçen gün guguk kuşu'nu da hiç istemediğim şekilde sigaraya teşvik etti. şöyle sağlık içeren bir fotoğraf bulursam, onu koyayım. sigara kötüdür, bunda bir tereddüt yok. ben kötü bir şey yapıyorum.
*
ama çok güzle bir hayal bu. kurtuluş parkı'nı çok özlemişim.
teşekkür ederim güzel sözlerin için de.
çok öpüyorum seni ve ida'yı.
sevgiler çok.
çok şahane, pass, sen, ben, bu yazı elden ele, bizi birleştiren bir şey oldu:)
üsküdar'da deniz kıyısında yürüdüm ben. orada bir ajansta çalışıyordum. karşıdan bir arkadaşım gelmişti. yaz mevsimiydi. bankların önünde çekirdek kabuğu öbekleri vardı. ama o güzergaf bana çok hüzünlü gelir. bendeki hüznü ve yabancılaşmayı ortaya çıkaran bir yer orası. bu nedenle belki orada yalnız yürümek iyi olur.
eğer boş vaktim ve enerjim olsa, diyelim öyle bir işim olsa, yol röportajları yapmak isterdim. konuşacağım insanın bende bıraktığı izlenime göre sokaklar, parklar seçip... çok güzel olurdu öylesi. belki blog için yapmalıyım öyle. seninle üsküdar harem arasında video marifetiyle söyleşi yapıp, sitede yayınlamak nefis olurdu. aklımızda olsun bu;)
o telefon konuşması epey epey üzücü. iyi başetmişsin bununla. umarım önerdiğin yürüyüşü yapıp, iyi olmuştur o arkadaş. yine bu salinger'ın kitabında nefis bir hikaye var, sarhoş bir adam, arkadaşını arayarak dertleşiyor. ne yapsam da sizlere ulaştırsam acaba o öyküleri. 'muz balığı için mükemmel bir gün' hikayesini tümden yazmıştım buraya. çok isterim ki al oku onu.
öpüyorum seni.
sevgiler çok.
eğer biriyle birlikte sıkılmadan yürüyebiliyorsanız bu iş olmuştur diyebilir miyiz yani?
kitap yemek terimini başkalarını kullandığını görmek evrensellik duygusu hissetirdi:D
mesela ben bu ara hermann hesse yiyorum resmen yiyorum ara vermeden 3. okuyuşum ki her hikayeyi zaten kendi içerisinde ikişer kez okudum. ve uzun süredir kafamda sık tekrarlayan benden bağımsız bir cümle var: hermen hesse, albert einstein ve michael endenin tüm kitaplarını ye, ye yeeeee diye. kitapkurdu kelimesi burdan çıkmış olmalı.
kurt deyince bu sene karınca fazla olacak galiba, uzun süren kıştan sıkılmış olmamalılar gibi ortalığa çıkmaya başladılar birkaç haftadır evde takipteyiz yuvalarını bulmak için ki bulduk, katliam oldu ama ne yapalım, bir kaç haftadır tek tük karınca görüyorum klinikteki masanın üzerinde kitabımın üzerinde içinde gezinişleri hoşuma gidiyorduki bugün bir öğrenci hocam burda karınca var deyince herkesin olaya benim gibi bakmadığını anlamış oldum. umarım kendiliklerinden giderler burdan.
bak benim gibi düşünen başkaları da var. öyle güzel sigara içersen birsürü takipçin olacak söyleyeyim. senin örnek olmak, yönlendirici olmak gibi belki kendi farkında olmadığın bir özelliğin var. öyle spontansın ve kurgusuzsun ki, yaptığın herşey çok çekici oluyor:D
bu arada....yeni header remini gördüm, inanılmaz, çizgi filmden fırlamış tatlı bir kız mısın yoksa sen? hani bileyim kiminle yazıştığımı.
*
günaydın, guguk kuşum. işte yine karlı bir sabah. henüz çok yağmamış, bu gece yağacak sanırım. çatıların üstünde ince, alttaki kahveyi sezdirecek kadar var. ormanda ağaçların ütünde değil de yerlerde, böylece her şeyin biçimini, rengini vurguluyor ama onu örtmeyüyor. deniz pastel bir gri. burgazada hemen önümde gibi. hava berrak ve demek ki ışık her yere dokunabiliyor. net bir görüntü. ama yine d esoğuk olmalı, kuşlar havada dönüp, oyalanmıyor, doğrudan gidecekleri yere uçuyorlar.
hal böyle olunca sting dinliyorum.
*
eğer biriyle sıkılmadan yürüyebiliyorsan, evet bu iş tamam demektir. sanıldığı gibi birlikte yürümek azımsanacak bir hadise değildir. ayakların ritmi, kalabalıktan ortak sıyrılma becerisi, dikkatin ortak bir şeye çekilmesi... elele tutuşuyorsan, ellerin yüksekliği, açısı, karşıya geçerken daha mı sıkı tutuyor, bırakıyor mu elini, mesela? çabuk mu yoruluyor, yoksa senin gibi yürümenin kendisine bir ilgi duyuyor mu? senin gibi yandaki kitapçıya uğramak istiyor mu? bir tek yürüme mesafesinde, yanındaki insanın hayat arkadaşın da olabilir mi olamaz mı, anlarsın. elbette dört dörtlük bir uyum beklemek gibi katı olman gerekmez. ama onun için yavaşlattığın adımlar, onun bir anda nedensiz duruvermeleri filan tahammülünü aşacak, seni yürümekten yıldıracak ölçüde değilse, bir uzlaşma noktası bulabiliyorsan, o da yeter.
*
bir kitabı sevmekle onu yemek dürtüsü farklı biraz bende. şimdi conrad'ın casus'unu okuyorum, çok seviyorum, ama onu yemek istemiyorum. onu anlamak, içselleştirmek istemekten başka bir dürtü, onu yemek istemek. salinger kitaplarını genellikle yemek isterim. katherine mansfield'in bazı hikayelerini. yiyemediğim için, onu mesela oturup tek tek yazmak isterim elimle. kıskanmak, benim olsun demek değil, bambaşka bir duygu. bir gün anlatmayı becerebilirim bunu belki.
*
bizim evde hala sibirya soğukları hüküm sürdüğünden karıncalar çıkmadı. çıkarlarsa ya şekerlerle, kek parçacıklarıyla besleyeceğim ya da tepem atar mı?... bu evden bu yaz çıkacağım büyük olasılıkla, iyi vedalaşmak için tepem atmayabilir:)
*
çok teşekkür ederim, guguk kuşum. yok, hiç öyle örnek alınacak vatandaş olduğumu düşünmüyorum aslında. çünkü hep de iyi sıfatlarımı uçurtma yapıp onun peşinden gidiyor gibi de yapmıyorum. bir sürü hatası, kusuru olan ve bunları da hiç savunma dürtüsü olmadan sunuyor gibiyim, diye düşünüyorum. ama insan kendini kolluyor insiyaki olarak ve belki bu isteğimi yapamıyorumdur. ben insanın kusurlu olduğunu bilirim. bir insanı kusurlarıyla, kusurlarına rağmen sevmeye yönelmek isterim. çünkü önemli olan hiç kusursuz gibi görünmek değil, kusurlarıyla başetme becerisini göstermektir. dindar bir arkadaşım var; allah insanı kusurlu olarak yaratmıştır, der ve bu bilgiden, insan olmak, allah'la kurabileceğin ilişki bağlamında çok geniş bir alanda söz söyler.
*
bu gece yine rüyamda sigaradan nefret ediyordum. herkesin sigara içtiği bir odaya giriyorum ve nefret edip o dumandan derhal geri çıkıyorum. bir parçasıydı bu rüyanın:)
öpüyorum çok seni, kızları, fatmapınar'ın güzel kokan ensesini çok, çok. sevgiler.
seni sevmen kusursuzluğundan gelmiyor aksine seni dinlerken, izlerken kusur veya kusursuzluk kavramları uçup gittiğinden. durum böyleyken an azından bir emeline ulaşmışsın diyebiliriz.
eşim özellikle alışverişmerkezlerinde elimi tutar..ne dersin buna?
:p
canım:)çok teşekkür ederim, nasıl da sevindirirsin beni. yüzüm çok değişken sanki, bazen yuvarlak, bazen oval, bazen çene kemikleri belirgin. hiç bilemiyorum. belki bakılan açıya göre değişiyor. böyle basitçe kendi tarifini verecek bir özelliğe sahip olduğunda ben de seviyorum. yaz gelsin de yine öreyim saçlarımı böyle:)
canım benim, öpücükler sana.
biryandan bakıyorum bir yandan yazıyorum, resime bakarak resim çizmek gibi: cin gibi bakan analitik gözler, muzip bir dudak hani bazen insanı ürküten cinsten ama o çiller ve yandan bağlanmış örgülü masumiyet, iyiniyet ve dürüstlük....
teşekkürler guguk kuşum.
hmmm... alışveriş merkezi. şimdi doğada çıkılmış yürüyüşün karşısına koyarsak alışveriş merkezi dolaşmalarını, bu mantıklı. hiç öyle senin alışveriş isteğini kontrol etmek istiyor gibi bir klişe mana çıkarmayacağım bundan. bir sürü arzın olduğu, sizin de ortak ihtiyaçları belirli bir çift olarak elele tutuşmanız kadar normal ne olabilir. hem atıyorum akmerkez gibi bir alışveriş merkezinde insan kaybolur. ben her seferinde kaybolurdum, harry potter'ın okul gibi sanki sürekli şekil değiştiren bir yer orası.
ama doğanın içind ebir toprak yolda, yürümek maksadıyla çıkılmış bir yürüyüşte bana kalırsa elele tutuşmak bile gerekmez. nasıl anlatsam acaba? (işte bir sigara yakıyorum burda:)nietzsche, doğanın içinde olmayı severiz, çünkü doğa bizi yargılamaz, der. doğa bizi sosyal yapımızla da tarif etmez. ilgilenmez bununla. kaybolma ihtimalinin ya d atehlikenin olmadığı, birbirine karşı o türden bir sorumluluğun olmadığı bir doğa yürüyüşünde doğayı birlikte ama birbirine istediğin mesafede karşılayabilirsin. aslında birbirinden bir saniye ayrı kalamayan yeni aşık değilsen, doğrusu da elele tutuşmak değildir gibi gelir bana. orada birlikte aynı yürüme macerasını yaşamak istersin, ama illa elele tutuşmak istemezsin. aslında uzun kaldırım yürüyüşlerinde de bazen tutarsın elini, konu ve ilgi onu gerektiriyordur, bazen de tutmazsın. doğru ilişki hep yanyana olmanı gerektirmez. araya hava girerse daha doğru olur çoğu kez.
bu kadar diyeyim şimdilik:) tam açıklayamadım ama açıklamaya daha çok çalışsam bu minvalde, dediklerimi kanıtlamak için derinleştireceğim bir sohbet olur zaten, guguk kuşu.
sevgiler tekrar.
Bu kadar başka bir yerde ise çok merak ettim kitabı. Yeni foto sağlık mı içeriyor bilmem de kesinlikle buradan görünen örgülü kıza bayıldım ben.
Biz de seni öpüyoruz.
he he bazen klişe yaklaşımlar doğrudur....:D
ben el ele tutuşmayı sevmem ellerim terler ve kafama göre zıp oraya hop buraya gidemem o zaman, nadiren el ele yürüyen çiftleri gördüğümde ise kendi yapımı unutur hafifteen kıskanırım, birkaç saniye sürer bu kıskançlık, bence de insanların arasında bir miktar hava olmalı. hep böyle dipdibe gezen, fakültede bile el ele yürüyen bir çift vardı, öğlen yemeklerine hep beraber giderlerdi ve ayrıldılar, bilmem bu örnek de klişe oldu ama öyle işte.
ama ben bu el ele yürüme örneğine bakıyorum da bağımsızlık tutkumun romantizm duygusunun hayli önüne geçtiği ve hatta ezip geçtiğini farkediyorum:D
hmmm!... işte ben! beni tanıyorsun:) bir arkadaş, gözlerin küçük ama bakışların çok büyük, derdi, gülerek. küçük olduğunu bilmeyen bir gözün bakışı:) alaycılıkla dolu bir mizah duygusu olduğu da doğru. içinde kahkaha olur genellikle sohbetimin. uzun zamandır görüşmediğimiz bir arkadaşıma, değişmiş miyim, diye sorduğumda, durulmuşsun, ama kahkahan aynı hala, dedi geçenlerde:)
bu sözün üzerine ben çillerle mücadeleyi hepten bırakıyorum, guguk kuşum, varsın çilli olayım:)
çok teşekkür ederim, bu sabah epey keyif bağışladın bana. ben bu neşeyle ev converse'lerimi giyip, bir enerji, işe güce koyulurum şimdi:) çok sağol.
öpüyorum çok seni.
evet evet, ebru'cuğum, hiç tereddütsüz öneriyorum kitabı. şimdi çoğu kitapta yazar, betimler, konuşmayı az aktarır ama konuşmanın duygusunu çok betimler. salinger konuşmanın kendisini nakleder. okuyucu sana o konuşmadan ne hissetmen gerektiğini anlatmaz.
iki insan arasında konuşmak, yine birlikte yürüme becerisi geliştirmeleri gibi önemli bir hadisedir. bazı konuşmalar ahenklidir. salinger, mesela iki ergen kızın konuşmasını ya daiki dertleşen kadının konuşmasını ya da bir dertli, sarhoş aşık adamın dostuyla sevgilisi hakkında konuşmasını inanılmaz ama inanılmaz güzel yazar. benim, aslında yazmakla ilgili derdi olan çoğu insanın pek beceremediği bir şeydir diyalog kurmak. salinger bunu mükemmel yapar. eğer kitabı alıp okursan ne demek istediğimi göreceksin.
fotoğrafa övgüyü kendime alıyorum doğrudan:) çok teşekkür ederim, valla. ne iyi oldu bu:)
sevgiler, öpücükler çok.
çok güzel yazmışsın yine peri.
periciğim,
senle kurduğum ilişkinin ne kadar tek yanlı olduğunu düşündüm şu an...hiç bi şey yapmıyorum, yaptığım tek şey seni okumak...ve sen sürekli olarak bana iyi geliyorsun.. yazıları okuduğumda içimi bir ferahlık kaplıyor...aynı şimdi olduğu gibi:)
belki seversin...http://www.youtube.com/watch?v=IWAtZ-kAmXE&feature=related
sevgiler ...armağan
sevgili adsız, ismini yazmayı unutmuşsun. çok teşekkür ederim.
sevgiler.
armağan'cığım benim, aze ile üsküdar sohbeti yaparken aklımdan şöyle bir geçtin:)evet, bazı ayrıntıları hiç unutmuyorum.
okuduğun için ve okuyup bana bunları yazmaya üşenmediğin için ben teşekkür ederim. gayet karşılıklı bir ilişkimiz var bu durumda, ikimiz de bu ilişkiden memnunuz. hediye ettiğin şarkıyı da dinliyorum şimdi. çok iyi geldi.
sevgiler, öpücükler sana. eh, bir gün görüşelim gerçekten artık. ama şu kar yağmur geçsin bir.
şimdi evet, guguk kuşu, aslında tam d aonu demek istiyorum, kendi içinden doğandan gelen şekilde davrandığında, ama yanındakini de çok dışlamadan, onun farkında, onun hallerinin farkında da olarak, o elele tutuşmak çok da mühim bir hadise olmaz. tutuşmadığın için daha az seviyor da olmazsın. aslında tutuşmak istemediğin ama o istediği için tutuşduğun zaman asıl sorun orda başlar bazen. yanındaki, senin sen olarak yaşamana müsade etmeli biraz da. ama işte bahsettiğim uyum da zaten bu. geçenlerde ben klişe ile ilgili bir şey yazdıydım ama onu hatırlayıp yeniden yazmaya üşendim şimdi.
nevresimleri değiştiriyorum bir yandan da. tina sağolsun hepsi delik deşik oldu. nevresim değiştirmeye bayılıyor. kenardaki çengelli iğneleri çıkarıp yavaşça çekiyorum, çarşafın üstündeki tina deli oluyor, nasıl dör dönüyor, çekiştiriyor, tırnaklarını geçiriyor, gülmekten ölürsün:) ama nevresim hapı yutuyor tabii bu arada.
sevgiler çok.
uyudukça daha çok uyumak istiyor insan çünkü. hafif ve sayutlanmış hissetmek başka türlü mümkün olmuyor.
melesa dayanılmaz migren nöbetleri çoğunlukla uyku esnasında geçer. ya da yarın vurgusu, yarın hep uykudan sonra gelir.
çok uyuyorum diye eleştiriliyorum Peri, bahanelerim çok :)
galiba buna fizikte 'atalet momenti' deniyordu, aylak kedi. 'uyuyan hep uyumak, yürüyen hep yürümek istiyor, arkadaş!' şeklinde bu fizik kuralını türkçeleştirebiliriz sanırım. ilk hareket için gereken enerji miktarı da bu iki ayrı vatandaş için ayrı. uyuyan için o ilk hareket enerjisi çok daha yüksek. bu sabah mesela, gene uyuyup kalacaktım. zihnim hızla bir ilk hareket enerjisi üretti de hiç yoktan, ondan şimdi, nevresim değiştirme, çamaşır yıkama, markete gitme, akşama güzel yemekler pişirme gücünü bulabildi kendinde.
evet evet, bir su içmek bir de uyumak ilaç gibidir. travma, şok geçirene, bir bardak su sunarsın. çünkü beden sıkıyönetim ilan edip o anda yaşamı sürdürecek temel organlara yükleniyor. ama su içince beden o şoku atlatıp, olağanlaşıyor. düzenli uyuyan ve su içen biri bedenine karşı en temel ödevini yerine getiriyor demektir.
annemde vardı o migren ağrıları ya, çok şükür bende yok. nasıl berbat bir ağrıdır tahmine edebiliyorum. annemin migren ağrısı midesini etkilerdi derhal ve çift yönlü bir acı içinde kıvranırdı. benim de midem sağlam değil. aşırı acı çekeyim, gider kusarım.
ne hoş demişsin, aylak kedi; evet, aydınlık olacağını tahayyül ettiğimiz o yarın duygusu, o sıkıntıları geride, dünde bırakma halinin eşiği uykudur. o eşikle yaşama devam etme gücü buluruz.
bir kedi sokulganlığına sahip birinin, yatağa gömülüp uyumak istemesinden daha doğal ne olabilir. eleştirileri dinlerken, esniyor musun?:):)
öpüyorum çok seni. sevgilerçok.
hele de benim gibi gerkliliklere karşı bir reaksiyonun varsa. birşey gerekli oldu mu sevebileceğin birşeyse bile yada çok kolaysa bile yapmama eğilimindeysen.
bugün neredeyse bütün gün seni okudum, okumaya çalıştım, eski sayfalarını açtım sadece baktım. sanki senden sana ait birşeyler bulmak ister gibi birsürü şarkı, sayfalarca yazılar, arçil, tina, yazılar, şarkılar, tina arçil, dostların, nedense daha çok şey bilmek istedim daha da çok:D
can da öyle yatağı kapatmaya çalıştıkça ordan oraya zıplayıp havlıyor, sonra ben yorganla yada örtü ile onun üstünü örtüyorum, çıkmasına da engel olacak şekilde ve üstten onu sıkıştırıyorum hırlıyor ısırıyor iyiki arada bariyer var. ama birsüre sonra ben bıkıyorum zamanım sınırlı yatağı düzeltmem lazım, o sıkılmıyor:D
*
ben arçil'e diyorum ki, mesela coğrafya çalışması zorunlu ve istemiyor hiç; "coğrafyayı senden uzak olmasını istediğini bir şey olarak düşünürsen, bu durumda çalışamazsın. ama aşık olsana coğrafyaya, yani coğrafyanın aşık olunacak çok özelliği vardır ve kendinle oradan bir bağ kurup ilişki geliştirebilirsin." arçil'in verdiği cevaplara hiç girmeyeyim şimdi burda.
guguk kuşum aslında her şeyi biliyorsun hakkımda o halde. ama nasıl desem, mesela bir olay için 4 tanık olsun, hepsinin kendi karakteri, dikkati, bakışı ölçüsünde o olayı yorumlayışı farklı olur. burada ben kendimi yorumluyorum bir şekilde, sen yorumladığım beni yorumluyorsun, katlamalı bir eylem bu. bir de hep derim, olaylar değil, o olayları karşılayan karakter önemli. karakterin o olayla değişime uğraması filan.
*
aynen ben de senin can'a yaptığını yapıyorum tina'ya:) tina ama kontrolün elinden gitmesinden hiç hoşlanmaz. bazen film izlerken kucağımda mesela ya, elimi patisinin üstüne koyuyorum. hafifçe çekip, patisini elimin üstüne yerleştiriyor:)
*
burada kar yağıyor. sitedeki müziği açtım ben de. mutfaktayım. evi temizledim. mutfağı toparladım. bir sürü yemek yapıyorum. stajdan gelip dinlenen arçil'i dersaneye yolcu ettim. o gelinceye kadar tüm yemekler hazır olur. yarın yemek kaygısı çekmem, çok çeşit yapıyorum. akşam da bir duş alıp yatağıma uzanıp okuyacağım valla. film filan izlemeyeceğim bu akşam, okumam gereken bir kitap var, onu bitirmeye gayret edeceğim.
öpüyorum çok seni.
sevgiler.
tanrım bu nasıl birşey yoksa sen hayatını okuyarak mı kazanıyorsun?
:):) valla ne kadar güzel olurdu, guguk kuşum, biliyor musun, okuduğum kitap başına para alsam. süper! işte ideal mesleğim bu olurdu:)
yok, bir senaryo fikri çerçevesinde okumak istediğim bir kitap var da ondan. para yok, parayı unut rocky!:)
canım.
ne güzel ayrıntılarda hatırlanmak:)
görüşelim artık peri, olmazsa ben kadıköy sınırlarını aşıp o taraflara geleyim ne dersin, tren seferleri bitmeden olabildiğince çok kullanmak istiyorum, ya da haydarpaşa garının içindeki restauranta buluşalım...penceresi yok ama..ne üzücü değil mi? denizin kıyısındaki bir yer ama sadece bir kapısı var denizi görebileceğin...olsun genede seviyorum tren garlarındaki restaurantları..
armağan
keşke yapmayı en sevdiğimiz yapmadan duramadığımız şey olsaydı mesleklerimiz :D
bir dönem çok az uyuyup daha çok yaşamak, bir sürü şeyi kısacık hayatıma sığdırmak gibi ideallerim vardı. yıllarca da sürdü bu gayretim. sonra bir gün uykuyu keşfettim. aslında insanın uykuda da pek çok şey öğrenebileceğini rüyalarda yahut uykunun öncesi ve sonrasında verdiği esriklik hissiyle farklı deneyimler yaşattığına şahit oldum. şimdi uzun uzun uyuduğum günleri özlüyorum doğal olarak. ferzan biraz büyüyünce hayalini kurduğum tek şey on iki saat uyumak.
bu arada bugünlerde katherine mansfield okuyorum. geçen yıl hamilelikte okumam için tavsiye etmiştiniz. okuyamamıştım. daha doğrusu kitapçıda bulamamıştım. çok fazla öykü okumadığım halde çok sevdim bahçede eğlence kitabındaki öyküleri. teşekkür etmek istedim aklıma gelmişken. :)
sevgiler.
yazıyı okuyunca bilge karasu'nun göçmüş kediler bahçesi'ne gittim doğrudan. kitaba bakınca beşinci masal olduğunu anladım: "yağmurlu kentin güneşçisi"
masal şöyle başlar peri:
"ufarak teferek, sıskaca, kuruca bir adam duruyordu pencerenin ardında. pencere kapalıydı; camı, su çizikleri içinde. dışarıdan bakan adamın yüzünü dalgalı dalgalı görürdü. adam gözlerini kaldırmış, gökyüzüne bakıyordu. oysa gökyüzünde görülecek bir şey yoktu.
"düpedüz yoktu. bu ülkeye her gün, her gece, her sabah, her akşam yağmur yağardı çünkü. durgu durak bilmeksizin, hızlanmadan, yavaşlamadan, hele hele hiç dinmeden, tel tel, iplik iplik yağmur yağardı (...)"
iyi bir yazı, her koşulda başka bir iyi yazıyı hatırlatır ya da ona gönderir okuyucuyu, demişti başka bir bilge kişi.
sevgili peri,
bu haaksızlık olmuyor mu ama? bugün sabah o kadar zor kalktım ki yataktan. 5,5 aylık hamileyim ve uykuya doyamıyorum. yatakta izin alıyım gitmyeyeyim diye düşündüm önce, sonra bu konuşmayı yapmaya bile üşendim. sonra geldim ve bu uyku üzerine yazını ve yorumları okudum. bugün benim yerime de uyu lütfen. not: resim harika.
banu
Canım Peri,
Öyle seviyorum ki yazılarını..bunu gibilerini özellikle. Seninle birlikte yürüyormuşum, seninle birlikte susuyormuşum, seninle birlikte okuyormuşum ya da çay yudumluyormuşum hissi verenlerini..
Paralel evren olayı böyle bir şey bence. Biri bir şeyi anlattığı anda hem kendi hayatında hem onunkinde olabilmek. Hem bunu yaşatabilecek kadar yetkin, hem de bunu yaşamaya açık olacak kadar dünyadan uzaklaşmaya hazır.
En az Narnia kadar bembeyaz bir ankara'dan sevgiler. :)
Sevgili Peri,
Uyandıysan eğer:))) senin için blogumda bir fotoğraf var:))
bir işim var, halledeyim geleceğim hemen.
periciğim,
bi uyku dönemine de ben girdim. yazı yine çok güzel, birlikte yürümekle ilgili yazdıkların ne kadar tanıdık ve o yüzden de acıtıcı biraz... yeni türkü'nün "karda uzun yürüdük senle" dediği şarkıyı getirdi aklıma bir de.
hayatında yeni şeyler oluyor, toplantılar, şu yukarıda bilgisini verdiğin senaryo işi filan, çok sevindim. hayırlısı olur, çok güzel olur inşallah.
kısa yazdım bu sefer, sesimi bir duyurayım istedim.
çok sevgiler.
mahallenin çocuklarının oynadığı eğlenceli oyuna imrenen, 'acaba beni de aralarına alırlar mı' umudu -ya da endişesi- ie köşeden onları izleyen yeni çocuk gibiyim şu anda. bu pısırıklığa son verip topa giriyorum ben de. yazılanlar şahane.
hamile hanıma küçük bir tavsiye: uyuyabildiğin kadar uyu, yiyebildiğin kadar ye, gezebildiğin kadar gez.
sevgiler,
aramağan'cığım,
haydarpaşa restorantı çok iyi olur. ben de çok severim istasyon restorantlarını, o armalı, kalın beyaz porselenleri, garsonlarının tavırlarını filan. pencere olmaması kötü mü? o loş atmosfer içinde, kapıdan görünen, aydınlık, ışıltılı, masmavi deniz görüntüsü de iyidir.
ama şu soğuk, kar geçsin istiyorum armağan, olur mu?
öpüyorum seni çok.
sevgiler.
guguk kuşu, mesela ne olurdu mesleğin öyle bir şansın olsaydı? hani sorarlar ya, artist olmasaydınız, ne olurdunuz, diye:) işte ben de sana soruyorum:9
öpüyorum seni.
sevgili pass,
insan ömrü pek de kısa değil aslında. eskiden ortalama 40 yaşında son bulurmuş mesela. giderek de uzuyor ömür. aslında çoğu da aylaklıkla geçiyor. conrad diyordu bir kitabında, "zaman, öldürmesi suç olan şeylerden değil," diye. öldürüyoruz zamanı. gerçi insan ölümlüyken ve bu bilincinde sürekli zonklayıp dururken nasıl bir hayat ekonomisi kullanabilir, bilemiyorum. sonunda ölüm olduğu bilgisi, hayatı algılama biçimini de çok değiştiriyor. bu bilgi bazılarında çok sıkı bir ahlaki örgüye neden oluyor bazılarında da tam tersi. şimdi kötümser şeyler yazmayı hiç istemiyorum aslında. sadece şu soruda düğümleniyor her şey; 'öleceksek, hayatta ne değerli?' işte burdan itibaren insanlar arasında, öncelikler belirleniyor, farklılıklar oluşuyor.
ben hep severim uykuyu. eskiden daha çok uyurdum. rüya görmek için uyurdum. rüyalar öyle etkili ve güçlüydü ki, nerdeyse ikili bir hayat yaşıyordum ve biri de diğerinden daha kıymetli değildi. sana mektupta yazmıştım, asiye hatunun rüyaları kitabında olduğu gibi, ben de rüyalarımı bir ermiş arkadaşa yazıp, asiye hatun o yolla nasıl ki allah'ın isimlerini söylemeye hak kazanıyorsa, ben de gizli ismimi, beni ifade eden o gizli adı öğrenmeyi çok isterim. hangi hayatın gerçek hangisinin rüya olduğu, dünyanın bizim rüyamız mı olduğu, yoksa bir başkasının rüyasından mı geçtiğimizi, kim bilebilir? o halde senin de keşfettiğin gibi, uyumak gibisi var mı?:)
bu aralar ben de çok anıyorum katherine mansfield'ı. senin karamsarlığına denk bir hüznü taşıyor ama bir yandan da sözcükleri biraz şekerli, kız gibi çiçekli ya, senin o yalın, dürüst ve doğrudan bakışın ondan tat almanı engeller mi, biraz tereddüt ettiydim. beğenmene çok sevindim. bu arada benim senin hakkındaki tariflerime belki gülümsüyorsundur ve belki hiç doğru değildir. bunu göze alarak yine de falcı gibi kehanette bulunuyorum:) çok seviyorum senin bakışını, biliyorsun.
ben teşekkür ederim. öpüyorum seni ve affan'ı.
sevgiler, selamlar çok.
ismail, ne büyük iltifat etmişsiniz bana. bilge karasu'yu hatırlatması şu küçük yazının... ne diyebilirim. teşekkür ederim. çok da güzel bir alıntı bu.
bir filmi hatırlattı bana bu alıntı:)keşke filmin ismini, yönetmenini hatırlayabilsem. oysa sadece sahneyi hatırlıyorum. siyah beyaz film. çok, çok dertli bir adam var. pencerenin yanında. yağmur yağıyor ve camdan inen o su izleri kahramanın yüzüne yansıyor. kahraman ağlıyor gibi görünüyor. gerçekte içi ağlıyor, öyle ağlayabilen bir adam değil yoksa. onun içdünyasının böyle bir an bir sahnede vurgulanması çok hoşuma gitmişti.
tekrar teşekkür ederim.
sevgiler çok.
not: sen diyince taaa salona, kütüphaneye gittim. diğer kitapları var ama bu kitabı yoktu. yoksa okuyacaktım. bu hatırlatmanla birlikte arkadaşlar bilge karasu'nun bu güzel kitabını okumayı düşünürler belki. teşekkürler bunun için de. gerçi bilge karasu benim yazarım değildi. ama öyle gençtim ki okuduğumda onu. bunca değiştiğime göre bilge karasu'ya bakışım da değişmiştir mutlaka. onu tekrar okumak bana da ödev olsun.
banu'cuğum,
hamile olan her arkadaşa söylerim; beşinci ay'da anne adayı çok güzle olur. Yüzü nurlanır, meleksi bir ifadeye bürünür:) doğru söylüyorum. hormonların beşinci ay faaliyet raporunda geçer bu. uykusuz olabilirsin ama o işyerinin en güzel kadını sensin şimdi. hatta biraz daha erken kalkıp, daha da güzelleşmek için çabaya gir pisliğine;)
hmmm... düşüneyim. ben beş aylık hamileyken, bir bankanın avukatı olarak yeni işe başlamıştım. sabahın köründe de işyerinde oluyordum. arçil de ne güzel okula gitmiyorsun sen, dediğinde, valla o kadar yıl gittim, şimdi sıra sende diyorum. yani banu'cuğum şimdi sıra sende, kıskanmak yok, bütün geçtiğin o yollardan geçtim ben.
hem ben okuyorsan, epey erken uyanıyorum aslında normalde. her gün doğarken güneşle birlikteyiz. ama işte bu aralar nasıl bir yorgunluksa, kendimi uykudan alamıyorum. derhal kendime çeki düzen verip, sabahın köründe uyanacağım.
kendine çok dikkat et. hamilelik çok özel bir macera. sık sık da yaşamıyor insan. özel bir zamanı yaşadığın duygusuyla bak kendine, keyfini çıkar.
çok öpüyorum.
sevgiler.
elif'ciğim benim, eski arkadaşım, çok teşekkür ederim. sevgili leylak dalı'nın sitesine baktım, ankara ne halde gördüm şimdi. ankara'ya ne kadar yakışıyor ama kar. çok seviyorum ben ankara'yı, ankaralılığı... bir ares heyecanıyla ankara'nın tarafını tutuyorum hep. geçen hafta yeni tanıştığım bir ankaralı arkadaş, ankara'yı kötüleyip, ah istanbul, filan diyince ne oluyorsa öyle bozuldum ki, tutup ankara'yı savunurken buldum kendimi:)
paralel evren diyince aklıma bir aynştayn geliyor (çok bilimsel bir bilinç akışım var:p), bir de fringe dizisi:)anladım bitanem ne demek istediğini. kitap okumak da böyle bir şey işte. kendi sınırlı dünyamızı, okuduğumuz alemle genişletiyoruz.
çok öpüyorum güzel yanaklarından. toprak'ı da elbette. eh hadi barış'a da öpücükler. kedilerin ismini unuttum, herkese sevgiler diyeyim ben:)
pericim hangi email adresini kullanıyorsun?
şimdi size uğrayıp da geldim, çok sevgili leylak dalı. buradan da teşekkür edeyim.
bu sabah yine uyku şeytanın tatlı sesi gibi beni sarıyordu ki, fırladım yataktan. uyumadım öyle fazla. kendime gelmem biraz vakit aldı ama sürüncemede kalan bir dosya vardı, onu hallettim, akşama kadar çalışıp. soğuk mutfaktaydım da bu işi yaparken. şimdi sıcak yatak, yanına koyacağım eğlenceli yiyecekler ve bir dizi ile ödüllendireceğim kendimi:)
sevgiler size çok, çok.
pericim önceki yorumum gelmedi sanırım.. hangi email adresini kullanıyosun?
canım neocum,
öncelikle benim hayatımda ne zaman iyi bir şey olsa senin sevinç duyduğunu, üzüldüğümde üzüldüğünü biliyorum. bunu bilmek önemli bir şey.
bu aralar sanki sevinci, neşeyi teorik olarak, nasıl desem şeklen, bir kabuk olarak hayatında var kılıp, onun içine girmek gibi bir çaba içindesin, diye falına baktım. bir şey hayal kırıklığına uğratttı sanki seni, gizli bir sevinçle umduğun bir şey olmadı, önemli bir mesele değil de, işte uyku getirici biraz, diyelim:) ya da nasıl desem, hayatın standart örüntüsü her zaman ki kadar keyif veremedi, seni kandıramadı da bir eksiklik, boşluk içine düştün ama bazen hani ayağın sürçer ama adımları gerektiği gibi atıp bir şey olmamış gibi yola devam edersin, öyle bir şey. falında bunlar çıktı. atıyorum tümden. seni düşündüğümde gördüğüm görüntü bu oldu.
(araya bir arkadaşla uzun bir skype görüşmesi girdi. fala devam:)
yüzeyde görünen neşenin altından sızan hüzünlü, kırık, biraz endişeli bir şey. sen hassas olduğun için önemliymiş gibi keyfini kaçıran şeyler. sana diyeyim, hiç önemli değil. süpersin! düşündüğün, karşı durduğun, tarafını tuttuğun her şeyde tavrını çok doğru buluyorum. yaşamın o mütevazi ayrıntılarından hiç kopmadan çok ciddi şeyler yapıyorsun. hiç keyif bağışlamak içind emiyorum, çok inanıyorum söylediklerime. iyi hissetmelisin.
niçin bu havadayım bilmiyorum, ama bunları söyleme havasındayım:) içki sofrasındaymışsız gibi:)
evet, yeni şeyler oluyor valla. eğer şu son yıllardaki iş konusunda keyfimi kaçıran o kısa devrelerden olmazsa sevdiğim işler yapacakmışım gibi görünüyor durum.
seni de telefonla ararım, belki görüşürüz. işyeri o taraflarda olacak çünkü. hatta senin de katılmaktan haz alacağın atölye çalışmaları filan var, bahsederim ayrıntılı.
öpüyorum çok seni, badem'i de. sevgiler çok.
ebru,
hiç çekinme. çık çık gel.
sevgiler.
elif'ciğim,
pardon ya, skype'a dalıp, neo'ya fal bakarken, yorumunu görmedim. sitede yazan maili gönderirsen olur. yani;
endiseliperi@ymail.com
hatta diğerine yollarsan da alırım:
endiseliperi@yahoo.com
yolladım :) ikisine birden, nolur nolmaz :)
okudum, hemen de cevap yazdım, elifcim.
casus'a başlamıştım, yatağın başında sandalyenin üstünde durdu okurken. ama ben ara verince baştan başlamak zorunda kalanlardanım. kitabın içinde bir selpak mendil bir de otopark fişi var, ayrı ayrı sayfalarda. acaba nerede kalmıştım bilemediğim için baştan başlamam lazım. ama öyle uykum varki. bu kış, hele eskişehirde, iki aydır kar yerden kalkmamışken ve çok ama çok soğukken uyumaktan daha iyisini yapamıyor insan. karda yürüyecek cesareti bile bırakmadı soğuk. iyi geceler iyi uykular periciğim, yürümek hakkında söylediklerin ne kadar güzel, doğru. rüyamda yürüsem keşke bu gece.
stella.
stella'cığım, sesini duyduğuma nasıl sevindim! ne dersen de, içinden tren geçen eskişehir, karlı manzarasıyla çok güzel görünüyor gözüme.
conrad kitabının sayfaları arasındaki selpak ve otopark fişi imgesine bayıldım. bu iki kitap ayracından ne hoş bir hikaye çıkar.
ben de bugün hiç okuyamadım casus'u. yıllar önce okumuştum ama bazı sahneler dışında pek hatırlamıyorum. verloc bende hoş bir izlenim bırakmış ama pislik adamın tekiymiş şimdi okuduğumda anlıyorum ki.
iyi uykular, tatlı rüyalar sana da. umarım bol yürümeli, hoş bir macera yaşarsın rüyanda. hem insan baharı bile getirebilir rüyasında.
öpücükler, sevgiler.
ah periciğim, istanbul trenleri iptal oldu malesef. istanbul'a tüm yollar kapanmış gibi geliyor bana. bu hızlı tren iyi hoş da, hani nereye yetişiyoruz böyle hızla diye düşünüyorum bazen.
benden de sevgiler, öpüyorum çok.
stella
yorumlarını okurken ikidir gülümsüyorum, stella'cığım. "nereye yetişiyoruz böyle hızla!?" sözüne:) ben bundan on yıl kadar önce nedir bu hızperest haller ya, diyip kaplumbağ kolyesi takmaya başlamıştım. eh, gençlik işte, aldığı tavrı her şeyiyle göstermek istiyor insan o zamanlarda. şimdi ben sürüngen sabrıyla duruyorum ya evde, dışardaki hızlı dünya nasıl görünüyor biliyor musun? hani çok hızlı dönen bir şey duruyor gibi görünür ya, aynen öyle. işte o noktada bir uyum yakalıyorum durduğum yerle dünya arasında:) dediğin gibi hızla bir yere yetişilmediğinden aslında ya da bunun anlamı olmadığından bu yanlış izlenimin de bir sakıncası olmuyor.
bir film izliyorum şimdi. woody allen'ın. ama dublaj yapılmış, hele woody allen filmlerind eo kekemeli konuşma türkçeleştirildiğinde pek beter oluyor. fena değil. dur yazayım adresi, izlersin belki.
http://www.indirmedenfilmizle.net/yok-ya-film-izle.html?postTabs=1
sevgiler.
periciğim,
şöyle diyeyim sana: yazı, senaryo atölye çalışmalarına paralel olarak bir fal bölümü de açabilirsin :) yine tam isabet!
telefonla araman beni çok mutlu eder, görüşmek de...
badem'in de selamı var. kucağımda kıvrılmış yatıyor o koca cüssesiyle :)
neocum, burcumun 2012 yılı için yorumunda, bu yıl altıncı hissimin tavan yapacağı bilgisi vardı. gel gör ki kendim için sıfır vizyonum var. ama mesela seni düşününce nerdeyse ayrıntılı bir duygu hissediyorum. senin içindeki duygudan yola çıkarak ne olmuş olabileceğini hissediyorum. elbette inanmak olmaz ama oyun işte. biliyorsam bildiğimi kanıtlaman lazım bana; neyi, nasıl bildiğimi:) durup duruken böyle de tuhaf bir duruma sokarım seni:)
tamam, ararım seni, görüşürüz de. tina ayak ucumda uyuyor. ama sırtı bana dönük. çünkü kucağıma onun yerine bilgisayarı aldım:)
sevgiler, selamlar.
o zaman DM diyorum :) sen şimdi twitter'da yoksun ya, şöyle açıklayayım: twitter'da arkadaşınla yazışırken yazışırken, bi yerde DM deyip yani "direct message" moduna geçiyorsun. ben de sana mail yazayım, falının nasıl isabetli olduğunu anlatayım en kısa zamanda.
tina'ya selamlar.
sevgiler tekrar.
tamam, heyecanla bekliyorum nasıl iyi falcı olduğumun kanıtını:) radyatörün üstünde bir ayağı ve eli sarkmış, çenesi yukarda, boynu görünen sefil tina'ya, neo'nun selamı var, dedim, gözlerini hafifçe açabildi:)
sevgiler.
bugün ilk defa karşı evdeki kadını çamaşırları toplarken gördüm. taşındıklarından beri çamaşır asılı olmayan bir gün geçmedi. tek yaşam belirtisi asılı çamaşırlar olan bu cam, evi aydınlatmak için değil de çamaşır sanatını sergilemek için asılmış bir çerçeve sanki. çamaşır askısını böyle çıplak görmek, mahremiyetlerine girmiş gibi hissettirdi bana kendimi. oysa o askıda ne iç çamaşırları sergilendi:) hah, şimdi yenilerini asmaya başladı, askı boşuna soyunmamış demek ki. bir kısım beyazlarla açık renkliler tablodaki yerlerini aldı. kadının bacakları gitti, her şey yine eskisi gibi.
http://vimeo.com/36136098
bu videoyu dünden beri kaç kere izledim. sırf çocukları izleyerek ne çok şey öğrenebiliriz aslında. biz onlardan yaşamayı öğrenmek yerine onlara sıkılmayı, kıskanmayı, endişe etmeyi öğretiyoruz, ne fena.
sevgiler,
bakın, zaten konyada yaşıyor olmak beni yeterince sıkmışken, sizler bir de istanbulda yaşarken üstüne üstlük birbirinizle görüşme planlarınızı da burada aleni yazarsanız, kötü tarafım kontolü eline geçirecek gibi görünüyor:D sonra söylemedi demeyin:D
Bu arada perim Italo Calvino okudun mu daha önce hiç?
ebru'cuğum,
benim çamaşır askıları da öyle valla. bir değil, iki tane ve şu an ikisi de dolu. hiç anlayamadığım, gizemli bir mesele o kirli çamaşır sepetinin nasıl bu kadar hızlı dolduğu.
benim yandaki komşu terasta öyle. hiç görmedim içindekileri. ben zaten bu dokuzuncu katta uzayda yaşıyor gibiyim, kimseyi görmüyorum.
videoyu akşama izleyebeliceğim. çocuklar bizden daha çok şey bilmiyor. sadece biz büyüdükçe hayatı algımız değişiyor. iyi de olmuyor. unuttuğumuz, kendimizde bir zamanlar olan gerçekte şimdiki algımızın es geçtiği şeyleri onlara bakarak hatırlıyoruz. tabii videoyu seyretmeden, ezbere konuşuyorum şimdi.
sevgiler sana.
günaydın guguk kuşum,
fena halde kar yağıyor. burası dağın başı olduğundan istanbul'dan daha fazla yağıyor. istanbul bana da uzak:)
birazdan çıkacağım, akşama filan anca dönerim sanırım. arçil'i d eokula göndermedim. dün akşamdan kalan patates püresiyle omlet yapıyorum. şimdi çevirdim, fena olmuyor sanki. gideceğim semtte ciğerci bulmayı umut ediyorum. gelirken alıp, arnavut ciğeri yapacağım. plan bu. bakalım.
calvino'yu okudum elbette. bahsetmemiş miyim burda hiç, çok severim. lusin'de bahsettim sanırım, edebiyat tanrısı olarak calvino'yu seçmiştim. o derece diyeyim.
öpücükler, sevgiler çok.
o zaman listeye eklendi hemen, listede bir uzun ki görme gitsin. ahh pericim niye doçent olmak istediğimi anlıyor musun şimdi? kitaplarımı yemek, yann tiersen eşliğinde kanaviçe yapmak, bahçede ağaçlara yaslanıp oturmak için işte bu kadar.....
dışarsı çok soğuk ama güneşli, aynı anda kar ve güneş insanın gözlerini çok rahatsız ediyor. yarına misafirlerim var, bugün öğleden sonra izin alıp eve geldim. börek şimdi pişti, peynir ve ıspanak karışık. tabağa koydum, tam salona camın önüne doğru giderken, bilgisayarı görünce, sana ceee demeden geçemedim.
demek istanbulun dışındasın...not ettim, seninle ilgili hayalleri kurarken bunu kullanacağım.
:)) ben de en çok bu aceleci hızlı dünyaya direnmek istiyorum. yetişemiyorum çünkü, ruhum kaplumbağa galiba benim. belki burcum da kaplumabağıdır, hani çin takvimine göre falan..bir de benim bin dokuzyüz yetmiş model bir vosvosum var, işte sabahları işe giderken yanımızdan hızla geçen arabalara burnumuzu kıvırırak soruyoruz "nereye yetişiyorsunuz" diye. evet kaplumbaları seviyoruz, hem en uzun yaşayan canlılar değiller mi onlar, elbet bildikleri birşey, var oluşlarının bir sırrı vardır.
hızla dönen dünyayı seyretme tasvirine bayıldım, evet işte aynen böyle. çok iyi anlıyorum. zaten einstein da öyle söylemiyor mu, en fazla ışık hızına ulaşabilirsin, e o zamanda neredeyse zaman duruyor. tercih senin.
woody allen'ın o tutuk kekeme telaşlı hallerine bayılıyorum ben. hatta midnight in paris'te ki erkek karakter de aynı kendisi gibiydi. link için teşekkür ederim, bu akşam için harika oldu. birazdan izliycem
bu akşam bir arkadaşıma uğradım eve gelmeden önce, ne kadar yorgun ve uykuya düşkün bir halde olduğumuzdan konuşurken, buraya referans verip "bak dedim herkes aynı şeyden bahsediyor, uyku istiyorsa insanın bedeni, belli ki ihtiyacı olduğundan". hatta daha ileri gidip kış uykusuna benzer birşeye yatmalıyız diyorum ben. bahar gelmekte gecikecekse enerjiyi biraz itinalı kullanmak gerek.
dayna başımda resmen mıkırdanıyor kalkıp onunla oynamam için. hem de ne çok gevezelik ettim.
öpüyorum çok, sevgiler.
stella
guguk kuşum, doçent olmak, rahatça kanaviçe işlemenin bir yolu ise, biraz dolaylı bir yol izliyorusn ama sonuç şahane:)ben de daha güzel yemekler yapabilmek için atom mühendisliği okusaydım, diye hayıflanıyorum:) şaka şaka.
calvino süperdir. babammış gibi severim onu. neden bilmem öyle kan bağı filan hissediyorum ona karşı:)
ben aslında yazdım hep; kadıköy'e bir saatte gidiyorum işte, düşün. şehrin epey dışındayım. tek araba sesi duyulmuyor şu an. bahar gelsin, kuş cıvıltıları ile uyanırım, öyle doğanın içindeyim:)
yarın gelecek öyle mi misafirlerin? kısır da yapacak mısın? ben de akşam gelirken milföy hamuru aldım. onu iyice açıp inceltip, ortasına peynir koyacağım. rulo yapacağım. 3 cm genişliğinde keseceğim. bir yüzeyini içinde kaşar rendesi d eolan yumurta sarısına banacağım ve tepsiye dizeceğim. arçil sevinsin diye salçalı sosis pişirip, onlardan da yaparım aynı usülde. güzel olacağını düşünüyorum.
öpücükler, sevgiler.
kaplumbağA! yanlış yazmışım. erken çocukluğumda geçen bir hatıra var. ablam bana hayvan resimleri gösteriyor, bu ne? diye soruyor. ben maymun, yılan, diye adlarını söylüyorum. kaplumbağa resmine, tosbağa, dedim. ablam kaplumbağa, dedi. aa ben de o tosbağa sanıyordum, dedim. iki ayrı hayvanmılş gibi. ablam hafif alayla mı güldü nedir, ikisi aynı hayvan, dedi. öyle bozuldum, öyle utandım ki. niye o kadar bozuldum bilmiyorum. işte hala bir utançla aklımda:)
ben kara kaplumbağası çok severim. eğer bir bahçem olsun mutlaka olsun isterim. kaz isterim, keçi isterim.
vosvos'un var demek, stella'cığım! çok severim. rengi ne acaba?
bugün dışarda öyle üşüdüm ki. çok soğuktu hava. dayak yemiş gibi geldim eve, sersemlemiş bir halde. derhal yemek hazırlayıp, çay demleyip, yorganın altına girdiğimi hatırlıyorum. ringer adında bir dizi buldum. buffy oynuyor, hani vampir avcısı.fena değil. yabancidiziizle.com'dan izliyorum. kitabın kapağını açmadım. hapşırıp da duruyorum. ilk üçünde arçil sağolsun çok yaşa, diyorud ya, artık bıraktı demeyi:)
woody allen'ı ben de seviyorum. bu filmde biraz kendi filmlerini taklit etmiş havası var ama hoş espriler de var. izlediğinde göreceksin; genç çocuğun terapisti hiç konuşmuyor ya, woody allen, ne o öyle tanrı gibi hep susuyor filan diyor:) bir de çocuğun evine bayıldım. küçük evleri daha çok seviyorum. ordaki krem ve yeşil uyumu ne hoş. camın kenarındaki çiçekler ve yuvarlak masa da çok hoş görünüyor.
tina ayakucumda kendi içine yapabildiğince kıvrılmış uyuyor. bu akşam çok yedi. çok yiyince derin uyuyor böyle.
dayna'yı ve seni çok öpüyorum. kucaklıyorum, canım stella'cığım.
ben yine teşekkür ederim yazı için.
rica ederim, degrassi masumiyet, ben teşekkür ederim.
sevgiler.
ahh peri kendime söylemeye çekindiğim şeyi sesli dillendirmen güldürdü beni, evet aynen yemek yapmak için atom mühendisi olmak gibi birşey bu. işin gerçeğini ortaya koyan bir cümle aslında: olmak istemediğim bir yerde oluşumun:D
neyi istediğimi öğrenmek için istemediklerimi deneyimleme yolunu seçmişim galiba:D
sevgili gugukkuşum,
yapmam gereken işleri yapmadan önce yok kiler sepetini düzenleyim, yok çiçekleri mutfağa taşıyıp ölü yapraklarını budayım, yemekti, temizlikti derken, yenice oturuyorum yerime. yapmam gereken işi yapacak hal kalmadı bende bu arada tabii. ev hanımlığından biraz uzaklaşmam gerek, ama insan mutfak raflarını silmeden nasıl hikaye yazabilir!:p
ben mesleğini seven, severek yapan insanlara hayranım. sürekli şikayet ederek çalışan, ama hayatlarını değiştirecek hiçbir şey de yapmayan insanlara biraz kızıyorum. ne yardan ne serden vazgeçmemek demek bu. ya mücadele etmek lazım daha zevkli hale getirmek için çalışma koşullarını ya da kabullenmek lazım. sevmeden ömür çürütmek, bilmem ki... tecavüz kaçınılmazsa ben zevk alma taraftarıyım. elbette sistem çok güçlü, çok baskıcı, insana şu kadar insiyatif hakkı tanımıyor. ama yine de gugukkuşum bana öyle geliyor ki insan hapishane hücresinde bile orayla kendisi arasında insani bir ilişki kurabilir. arçil'in babası hapishane hücresinin resmini yapmıştı iki tane. saklıyorum hala. oradaki nesneleri düzenleyişinde ve onlara bakışında yine de yaratılmış bir zevk, beğeni, eğlence duygusu var.
ben üniversitedeyken, bu yaptığı işi beğenmemek, küçümsemek bir gelenekti. kapitalizmin ekmeğine yağ sürüyordun, mantık buydu. bunu değiştirmek mümkün değilse, bir uzlaşma yolu, mesleğini sevme yolu üretmen lazım, diye düşünürdüm. ben şikayet etmekten, mızıldanmaktan pek hoşlanmıyorum günlük yaşamda. kendim de yapsam sinir oluyorum biraz. eğer değiştiremiyorsak, mutsuzluğa bahane oluşturmaya çalışmaktansa, neşe için neden bulmaya çalışmak lazım. en çok acı çekene ödül yok bu hayatta. kendime de diyorum bunları gugukkuşum, yanlış anlama. böyle yapalım, yani.
mesleğini idealleştirmiş, ona verdiği emek doğruldusunda kendine saygısı artmış, öğretmene, doktora, çiftçiye, aşçıya, öğrenciye hayranım.
dostoyevski'nin, ölü evinden anılar kitabında sibirya hapishanesinde bir berber var. o d amahkum. müşerisi olan mahkumlardan parayı alırken -ki çok önemli tek kuruş para bile- sanki zanaatine duyulan saygı daha önemliymiş, para önemli değilmiş, gibi bir havada alıyordu ücreti, diye yazıyor dostoyevski. o berbere bayılıyorum işte.
benim gibi daldan dala meslek değiştirmiş biri konuşuyor şimdi; boşver, dert etme.
bana ayrıntılarıyla bahsetsen seni haklı bulacağımı biliyorum. sadece değiştiremiyorsan, zorunluysa, o işgününden zevk almayı sağlayacak bir yol, bir düşünce edinmeyi önermek istiyorum sadece gügük kuşum.
öpüyorum çok seni, kızları.
herkese selamlar, sevgiler.
ahh yüzyüze konuşmak gibisi varmı 2 cümle şurada yazacağım sayfalarca yazıyı anlatıverir sana bakışlarımın kolaylaştırdığı etki ile.
:)
Yorum Gönder