Pazartesi, Kasım 20


AMERİKAAAAAAA!

Tesadüf bu ya, izlediğim iki film de gemide geçiyor ve ikisinde de bir kişi Amerika! diye bağırıyor. Sonra, büyüleyici New York, bir rüya gibi beliriyor.

İlki, Giuseppe Tornotore’nin filmi: The Legend of 1900. Gemide doğan, bir gemi tayfası tarafından piyanonun üstünde bulunan, doğduğu yıl olan 1900 ad olarak verilen, kader bu ya;
müziğe, özellikle piyanoya özel yeteneği olan (bu cümleyi nasıl bağlayacağım ben şimdi?...) bir tuhaf kişinin hikayesi. Tuhaf, çünkü, karaya çıksa paraya para demeyecek ama ayrılmıyor gemisinden. Gemi ıskartaya çıkıncaya kadar da böyle devam ediyor. Konu ilginç, gösterişli. Tim Roth – ki hayranıyız kendisinin, elinden geleni yapmış. Ama onun filmi değil bu. Tim Roth o sakin görüntüsünün altında, eli bombanın pimini tutuyor da birazdan çekiverecekmiş gibi, değil midir? Erkek filmlerinin adamıdır. Ne vardı! diyen bakışları ile seni, derdini tasarruflu ve dürüstçe anlatmaya çağırır. Ahlak filan umurunda değildir ama her işin de bir raconu vardır. Duygusallığı dozunda bırakmayı bilmeyen, hadi neredeyse bu nedenle ucuz iş çıkartan Tornatore ile, ne deniyor, kan uyuşmazlığı var gibi. Müzik de üstad Ennio Moricone’den. Ama işte, güvertedeki tıklım tıklım kalabalık içinde biri, doğru yere bakmaktadır ve ilk o görüp bağırır, Amerika, diye. Yaw, ben de orada olmak isterdim, hatta o bağıran kişi ben olmak isterdim. Tamam, 1900’den pek farkım yok, inemezdim, onun deyimiyle karanın sınırsızlığı çok ürkünçtür. Hem topu topu bir kızdan etkilenmiştir gemide; karada, o kız gibi yüzlercesi var. Tanrı bizi özgürlükten ve seçim yapmak zorunda kalmaktan korusun.



Sevgilim, dün gece sabaha kadar seni düşünmekten uyuyamadım.


İkinci film, Yunan Pantelis Voulgaris’in Gelinler’i. 1922 yılında, Türkiye, Sovyetler Birliği ve Yunanistan’dan Amerika’ya siparişle giden gelinler hakkında. Gelinlerden biri ve gemide bulunan fotoğrafçı arasında tutkulu bir aşk başlar. Görüntüler çok güzel. İnanılmaz hoş kareler var. Çok özenli. Burada da kızlardan biri Amerika! diye bağırır, önce onların, büyülenmiş gözlerinden izleriz Amerika’yı, sonra o vaha kendini gösterir yine. Fotoğrafçı, hiç aşk mektubu almamış kıza yazdığı mektuba böyle başlar: Sevgilim, dün... Birlikte olacaklar mıdır? Olamayacaklardır, çünkü aşk, kızın dediği gibi aylaklara göre bir şeydir. Aşk mektubu ne güzeldir, yarabbim.

Kasım, geçip gidiyor. Canım sıkılıyor. Arçil’in dersleri berbat. Düzelir mi, bilmem. Ben ölesiye yorgunum. Ev kadını olmak bazen yıldırıcı. Tekrara dayalı tüm eylemler, bu da boşunalık duygusu veriyor. Ciddiyetle yapmamak gerekiyor benim gibi ve şunu da düşünmemek: "yarın da aynı şeyleri yapıyor olacağım, aynı saatlerde. Dün de yapmıştım." Hayat, yinelemeye ve sabra dayanan bir şey... toprak burçlarına uygun bir şey yaşamanın özü. Ben ateşim, yanıp kül oluyorum için için.


5 yorum:

teyzenteyfik dedi ki...

Merhaba Endiseliperi,

galiba ben cok sansliyim. Tam da bugün, birisi bana bir iki film önerse, ben de onlari bulup, bir güzel film keyfi yapsam diyordum ve baktim ki sen dilegimi gerceklestirmissin :)

Bahsettigin ilk filmi duymustum. Eger karistirmiyorsam, bir yerde tesadüfen rastlayip bir kismini da izlemistim galiba.

ikincisini hic duymamistim.
yarin icin planlar listeme eklendi bu iki filmi bulmak.
tesekkürler.

Adsız dedi ki...

legend of 1900 seyrederken hos ama sonra bostu. guiseppe tornetore'nin dozu ilk filmlerinde iyiydi de (ya da o duygusallik hikayeye ve cekimine uyuyordu) sonradan tutturamadi bir turlu.
yalniz new york'un buyusune katilamayacagim maalesef:) (yanliyim ben).

Kelebek Etkisi dedi ki...

geçen kıştı sanırım, iş çıkışı ne yapsak diye düşünürken film seyretmek için Kadıköy'de diğerlerine göre daha köşede kalmış bir sinemaya gittik koştura koştura. Sadece ben ve arkadaşım, en az üç kişi için gösterimi yapacaklardı. Ama bu filmi seyretmelisiniz mutlaka diyen yaşlı gösterimcinin 3. kişi olmayı kabul etmesiyle o gece izleyebilmiştik Gelinler'i. İyi ki izlemişiz, beni çok etkilemişti...

Zeynep B. dedi ki...

nepcato = mutfak robotu.
neden böyle anlamsız bir isim çıkıyor zaman zaman hala anlamış değilim...

endiseliperi dedi ki...

Evrim,
Sanırım Gelinler, senin hoşlanacağın bir film.

Simon, haklısın. Anlatacağın ilk film için fal tutuyorum, bakalım ne anlatacaksın? Sonu lütfen iyi biten bir film olsun:)

Sevgili Bunny; bizim de öyle bir anımız var. SUR filmiydi galiba, Ankara sanat Tiyatrosunda izlemek istemiş, ama sizin kadar şanslı değilmişiz ki, bizden başka kimse olmadığı için izleyememiştik. Ertesi gün gittim yine. İzledim.

Zeynep,
çok komiksiniz:)) nepcato ne gerçekten? Fena bir isim değil aslında. Zeynep sanırım çift burçluyum ben. Bir yanda sonsuz bir enerji ile dışarda oyalanmak, sonra, yorulmuş, evime dönmek isterim ki eskiden hep böyleydim. Ama artık başka bir yıldızın çekim alanına girmiş olmalıyım ki, dışarda olmaktan hoşlanmıyorum. Yürüyüş yapmalıyım belki sabahları. ya da haftasonları ormana gitmeyi isterim, yürümek için. Uzun yürümeyi özlüyorum. Böyle birkaç şey var. haklısın, farklı şeyler katmalıyım güne.

Sevgilerimle.