Çarşamba, Mart 28

ne tuhaf bir gün. suyun üstünde, güneşin altında yatmışım sanki, gözüm kapalı ve çok çok uzağa, çok tehlikeli bir derinliğe gidiyor ama umursamıyormuşum gibi ya da yabancısı olduğum bir şehirde ilk kez dolaşıyor gibi; öyle dalgın, hayaletimsi, başka bir alemde yaşıyor gibi... kendimi çağırıp duruyorum. sanki bir şoktan çekilip çıkarılmam gerekiyor çabucak ama ben sağır bir sessizlik içinde çok çok huzurluyum, gelemiyorum. hem endişeliyim, hem huzurlu, hem heyecanlı hem umutsuz hem güzel hem çok çirkin. n'oldu? n'oldu anlamıyorum. bütün eşyaların tozunu aldım, ovdum, parlattım her şeyi. yine de yine de... ne kadar sessiz, kalbim ne kadar gürültülü.

bu, olması gerektiği gibi olmayan günü bir türlü terbiye edemiyorum. hasta olduğumu kabul edeceğim.



***
bu şarkının bir anısı var; akşam aklıma geldi. 21 yaşında filandim. hem bir şirketin muhasebesinde çalışıyor hem de okulun son sınıfında finallere hazırlanıyordum. işe gelip giderken elim kolum hukuk kitapları ile dolu olurdu. neyse uzun hikaye. üst katta yaşıyordu. dedi ki, "bazı hukuk kitaplarına ihtiyacım var bazı yasaların da yorumlanmasına". "bir avukatla görüşün" falan dedim ama yardımı esirgemiş gibi görünmemek için de gerçekten yardım etmeye başladım.

sonra kulağında walkman'le uğramaya başladı, walkman'i bana bırakmaya sonra, müzik dinleyeyim, diye. bahardı. sonra sonra iş çıkışlarında yürümeye başladık. ben biraz gergindim, çünkü derslere vakit ayırmam ve mutlaka geçmem gerekiyordu. ama havalar da çok güzeldi. beni evi bırakmasına ve bunu yaparken yolu o kadar uzatmasına ses çıkarmıyordum bu yüzden. işten eve kadar mahalle arasındaki bütün o küçük parklara girip oturuyor, müzik dinliyor, tatlı tatlı da konuşuyorduk. komik ama sessiz biriydi, müzik dinlemeye bayılıyordu. bir seferinde akşam karanlığında, parkta, çimlerin üzerine oturmuştuk. hava, rüzgar öyle güzeldi ki. pink floyd'un wish you were here'ını dinlemiştik. bana şarkının sözlerini ezberletmeye çalışıyordu. çok eğlenceliydi ve çok gülüyordum. bir anda öpüvermişti. sonra ona nasıl baktım, konuştuk mu? hiç hatırlamıyorum! sabah buluşmaya mı söz vermiştik, onu da bilmiyorum; kapıya bir not bırakmıştım, çıkmak zorundayım, diye ve evde tutkal olmadığı için çilek reçeli ile yapıştırmıştım notu. bunu müthiş bulmuştu. pratik biriydi, makine mühendisiydi sanırım. ikizler burcundandı. döndüğümde kapıya çilek ve kiraz bırakmış olduğunu görmüştüm. ordan biliyorum bahar olduğunu bir de.

6 yorum:

Adsız dedi ki...

bazı yalnızlıklar vardır fon gerekmez ama öyle yalnızlıklar vardır ki; fonsuz gitmez!! eğer sizin yalnızlığınızın fonu bugün wish you were here' sa sizden kurtarılacak bişeyler var demekdir
sorgulayan ve düşünen farkındalıkları yüksek kişilerin hastalığına tutulmuşsunuz. bedel bu çektiğiniz.mevcut eylemlerin mevcut sonuçları vardır sizde bilirsiniz.
hoşçakalın

Elif Derviş dedi ki...

Pink Floyd sevip de bu şarkının bir şeyler hatırlatmadığı kimse var mıdır ki? :) Benim bu şarkıyı her dinlediğimde hatırladığım ise, canımdan çok sevdiğim birinin bu şarkıyı bir dönem yaşadığı birtakım şeyler yüzünden dinleyememesiydi bir aralar. Zaman yaşananların üstüne ne kadar kalın bir perde çekerse çeksin, hüznün üstünü örtemiyor galiba asla.

miso dedi ki...

ah endişeli peri,
şarkı başka dert, anlattığın adam başka ... seviyor miso kıvamında insanlar böyle adamları ama olmuyor işte, yürümüyor ne yazık ki. zeka fışkırıyor ama bir çilek reçeline hayran kalıyorlar, çeneleri düşüyor aşağıya doğru. bööyle hayran hayran bakıyorlar insanın suratına.
biliyorum ben bu anlattığın adam tipini sanırım. ya da kendi hayatımdakini buldum yazında. Seviyorum da çok.
Çaresizce ve de...
ümitsizce marrruu

endiseliperi dedi ki...

markiz, teşekkür ederim yorum için. sanırım anlıyorum, sanırım biliyorum.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

elif,
yok öyle müthiş bir anı değil bu; şeker bir anı. parklar filan çok güzeldi gerçekten. kapıda çilek ve kiraz bulmak da öyle. yani öpücük de şekerdi, şaşırtıcıydı çok. ama bu şarkıyı dinleyince de illa bunlar aklıma gelmez. baksana saatler sonra, akşam geldi aklıma.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili miso,
yok yok elif'e de dedim öyle dramatik bir ilişkinin kahramanı değildi. güünlüğüme onu yazdığım bölümler öyle neşeli öyle müzik doluydu ki. bir sürü nota, şarkı sözü filan yazmıştım. bir neşe, cevıltı filan da vardı onunla ilgili bölümde. oturup sessizce müzik dinleyebildiğim biriydi.

a, sonra reha bayıldı benim günlüğe, yayınlayalım bunları tüm bu resimlerle birlikte filan diye tutturdu. ama o çocuğun verdiği mutluluğu öyle gereksiz bir şekilde kıskandı ve sözünü beni sinirlendirecek kadar çok etti ki ben de tüm günlüğü yırttım. onunla ilgili tek dramatik anım (a, bir tane daha var ama neyse.)bu. yok öyle tipim filan değildi. ama evet çok zekiydi ve hep gülümsememe neden oluyordu. o kadar gülünce tipim olmuyor:P

sevgiler.