Pazar, Mayıs 20

AN'LAR



izmir için...

beyaz ışık, kamaşma, sessizlik, sabah chick corea, akşamüstü supertramp, sabah tahinli çörek, akşamüstü nane likörü, bostanlı'dan karşıyaka'ya giden yolun derin kavisi, yunus heykeli, balkonlar, alsancak, palmiyeler, amerikan askerleri, film: come and see, film:anayurt oteli, sabah borçlar genel, ceza özel, gece ağustos böcekleri ecinniler...

çok genciz daha. 19'umdayım, o, 23. beni iki eliyle ittirdi, sırtım duvarda. omuzlarımdan tutup sarsıyor. çok ani bu. çok şaşırıyorum. neden konuşmuyorsun! derdin ne! yemekte tabaktaki pirinç tanelerini sayıp durdun! neden hiç konuşmuyorsun! bıçağı alıp boğazına dayasam, konuşmazsan öldüreceğimi söylesem de susacak mısın! susacak mısın, diyorum sana! yutkunuyorum, beni korkutuyor. bana hatalı olduğumu bağıran bu ses öyle baskın ve belirleyici ki onun haklı olduğunu düşünmeden edemiyorum. ama beni korkuttuğu için de çok öfkeliyim, ceza olsun diye susmaya devam ediyorum. bu onu daha çok öfkelendiriyor. elleri kıpırdamamı engelleyecek şekilde omuzlarımı hemen aşağısından sıkıyor. hiç konuşmamakla, konuşmayı unutmakla hatalı olan ben olmalıyım, diye düşünüyorum ama böyle bağırmaya devam ederse nasıl özür dileyebilirim. gözlüklerini çıkar, sana vuracağım, diyor. gözlerim yaşlarla doluyor ve derhal ankara otobüs saatlerini düşünmeye başlıyorum. öylece bakışıyoruz. sarılıyor. deli gibi ağlamaya başlıyorum. beni canından çok sevdiğini söyleyen ve öyle de seven bu ilk aşkımdan ayrılacağımı o zaman anlıyorum. en yakın kız arkadaşım aradan yıllar geçtikten sonra yazdığı hikayede, bu şiddet anının çok ama çok önemli olduğunu, bunu, yanlış gidecek olanın başlangıcı saymak gerektiğini yazmış. bana aşırı bir yorum gibi gelir.

hala biri bana bağırdığı zaman ne dediğini hiç dinleyemiyorum. benden ne istediği ile hiç ilgilenmiyorum. içim küçümseme ve öfkeyle doluveriyor. ve evet hala konuşmayı unuttuğum zamanlar oluyor. bir zihnin kendini tümden ve şuursuzca yaşadıklarına, sözcüksüz olarak eylemin kendine vermesi ne tuhaf. bir taraftan ilkellik gibi görünüyor ama diğer taraftan da müthiş bir doygunluk, kendine yetme hali. işte izmir benim için o şiddet sahnesi ve onun sonrasında hissettiğim konuşma zorunluluğu dışında fevkalade ve mucizevi bir şekilde, lime lime her hücremle, şuursuzca kendimi zamanın geçişine bırakmaktır.

8 yorum:

Elif Derviş dedi ki...

Ah o 19 yaş yok mu...çıramı yakmıştı benim:) İnsan ne saf oluyor. Ya da ben öyleydim...bir senin gibi mantık sürecini başlatıp ayrılabilenler, bir de benim gibi ilk ilişkinin deneyimsizliğiyle sürünüp sürünüp terk edilmeyi bekleyenler oluyor galiba. Ve sonra bir bakmışsın, terk edilmek böyle durumlarda aslında bir lütuf...:)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Periciğim,
Bu durumda, siz Supertramp dinleyip ders çalışıp aşk acısı yaşarken, ben Supertramp dinleyip aşk sevinci yaşıyormuşum, ne tuhaf.
Bir başka fark da, eh o da aramızdaki yaş farkından kaynaklanıyor, benim artık ders çalışmıyor stajı filan bitirmiş, haldır haldır çalışıyor koşturuyor oluşum.

Sonraları Supertramp'in Breakfast in America'sı, çocuklarımın babası eski eşimle yaptığımız uzun araba yolculuklarımızın en çok dinlenen kasetlerinden oldu.

Chick Corea, İstanbul Festivali'ne gelmişti, galiba yine o yıllardaydı. Bilet almış, ancak bir seyahat nedeniyle gidememiş, arkadaşlarıma vermiştim.

Neyse işte, artık hatırlamakta bile zorlanıyorum.
Sizin anlattığınız zamanı bu kadar ayrıntılı hatırlamanıza gıpta ettim.
Ben, son senelerde yaşadığım mutsuzlukları hatırlamama, siliverme refleksi geliştirdim, sanırım. Bu bilinçli bir seçim değil, kendiliğinden oluyor, koruma mekanizması gibi.
Ancak, şunu farkediyorum tatsız duyguların yanısıra, iyilerini de unutuyorum. Bu zaman zaman üzücü oluyor, keşke iyi olanlar daha önde ve parlak olsa...

Lilium Bosniacum dedi ki...

o mekanizmadan ben de bir tane istiyorum ekmekçikız... :) yazıyı nasıl algılayacağımı bilemedim, şaştım kaldım doğrusu...

Adsız dedi ki...

olmadı şimdi. anlatamamışım.
bu bende travma yaratmış bir hadise değildi. yanlış oldu, yanlış izlenim verdim. erkekler ne berbat falan filan da hiç ama hiç değil konu. hiç öyle düşünmem çünkü.

anlatmak istediğim bir an'dı. çok da şanslı bulurum kendimi gökhan'la tanıştığım için. böyle aşk dolu, masum, böyle nefis bir şey yaşamamıştır kimse. hatta ileri gidip, kimse mutlu olmamıştır bizim kadar bile diyebilirim virgina woolf gibi ama biliyorsunuz onların da ne kadar mutlu olduğunu:))neyse... neyse...ama işte öyle bir an da vardı. bunun için bağışlamadım mı onu? yoo lafı bile olmaz. olmaz da, benim tuhaf hafızamın neyi unutup neyi böyle ayrıntılarıyla tutacağını bilmiyorum.olan biten bu. bir de sessiz olmak dışında bir şey gelmez insanın elinden bazen. konuşmamayı öyle çok seviyorum ki çoğu kez. yazmayı da çok seviyorum. blog hikayesinin en iyi tarafı bu. yazıyorum ve fakat konuşmuyorum. telefonda konuşmayı da sevmem.

supertramp da ne hoştur.içim gazoz açılmış gibi baloncuk baloncuk dolar onu duyunca. sadece iki kaset bir tane de dandik kaset çalar vardı evde. ankara'ya dönerken de supertramp'ı süleyman'a bırakmıştım zaten.

böyle işte. izmir güzel gezmeleriyle de aklımda aslında ama onları anlatmayacağım. bu anı diğerlerini dirsekleyerek filan öne çıkıyor her seferinde. anlattım, bitti.

sevgilerimle.

Adsız dedi ki...

Bence bu yazının anlamı birine mesaj olabilir..bak böyle hissettirdin der gibi..ya da ben öyle hissettim..gibi gibi..kimbilir..

Müzmin Anonim dedi ki...

Peri hanim,

Izmir'e kanim cok isinamadi bir turlu. Emekliligimi orada gecirmek isteyebilirim, ama olsa olsa depresecek bir serenity arzusu yuzunden olabilir.

Izmir deyince benim aklima o turku gelir hep: 'Ben Samsun'a gider miyim? [...]'..

Adsız dedi ki...

sevgili müzmin bey,
izmir yazınızı okudum. baştan sona da hak verdim size. izmir, şu ilk aşk'ın coğrafyası olmasa pek aklıma gelen bir yer değildir. doğru dürüst bir ilişki de kuramamıştım ne kentle ne de içindekilerle. bunda benim hep münzevi yaşamaya meyletmem yatıyorsa da izmir'in de kabahati çok.

izmir, evet bir el gibidir, parmak parmak yollara ayrılır, kahvaltı için bir tatil köyüne gidiveririsiniz, yollar da gayet bakımlıdır. ancak dediğiniz sınıfsal ayrım da acımasızca vardır. biraz medeni olma kibri görürüm ben izmir'de. bu kibir de acımasız ve yoksullara karşı ilgisiz yapar onları. yok sayarlar.

emekli olunca gitmek için hoş bir yer. benim ilk arkadaşım Tire'liydi. biz gençken bunaltıcı kasabalardan biri daha diye düşünürdük. şimdi bakıyorum da aslında ne hoş bir yerdi. eh, geçmiş olsun:P

sevgiler.

neo dedi ki...

endiseli peri,

izmir vefasiz bir sevgilidir gözümde, pek coklari istanbul'a yakıştırır ama asıl izmir, vefasızlığın, uzaklığın, bir türlü kabul etmeyişin şehirleşmiş halidir... bir türlü sevemedim.

muzmin bey,

izmir yazinizi ben de okudum, tamamen katiliyorum. şehrin o yok sayılan kısımlarının hikayelerini ahmet büke izmir postası'nın adamları kitabında çok güzel anlatır. ancak o kitapta anlatılan izmir'le bir bag kurabilirmişim gibi geliyor.

sevgiler