Pazartesi, Mart 17

Raymond Chandler-Göldeki Kadın'ı okurken

Özgürlük dediğin ne ki, diye düşündüm, mutfakta açık pencereye karşı otururken. Bahar, bizim evde hep açık olan mutfak penceresinden hızlı girişini yapmış da ondan, öylece oturmuş, hazır oturmuşken de düşünüyordum. İnsan kendiyle başbaşa otururken aklından neler geçer. Küçükken, aklımdan geçenleri hiç kimsenin bilemeyecek oluşuydu özgürlük. Küçük, yoksul bir kasabada doğanlar için özgürlük fikrinin daha iyi bir açıklaması da yoktur. Büyük bir şehrin küçük mutfağında kocaman bir kadın için ise sözcükler itibarını çoktan kaybetmiş olurlar. Yaşlılık, bir duruşa, edaya, hoş bir jeste, özel bir karakterin ipucu olan tavra, açıklaması zor ve gereksiz o apansızın yakalanan bakışa süzülmek demektir. Öyle de olsa, zihnim sözcüklerle düşünmeye alışkın, Katherine Mansfield’in o sözüyle oyalanıp duruyordu , özgürlük hakkında, Mart ayının o sürpriz sarısı ışığıyla tembelce düşünürken. Yazmıştım size; ölmeden hemen önce “elle yapılacak her şeyi elimle yapmak istiyorum,” gibi bir şeydi. Bazıları illaki gözleridir ama; ben en çok elime benzerim. Hoyratça kullanılmış, yaralı, kısacık tırnaklı ellerime. Nereden baksan yaşlandığı ortada ama hala çocuk bir el bir taraftan da. Diyebiliriz ki, cüce bir el. Genetik olarak da annemin ellerinin bir kopyası. Ama benimkiler az çalışmaktan narinler. Annemin elleri de belki diyelim ki küçüktü aslında ama aklınızın alamayacağı kadar çok çalışmaktan kocaman görünürler. Öyle ki cinsiyetsiz bir elmiş gibidir artık. Bora çok çalışıyor şu inatla kış mevsimine dahil olmakta direten Mart ayı, en sonunda Hırçın Kız Kate gibi uslulaşıp, olabileceği en güzel, en yumuşak halindeyken ve ben biraz özlüyorum onu. İşte mutfakta bu hallerde otururken, dedim ki, şu annesine benzeyen elleri bir çalıştıralım. Kocaman olsunlar. Ve evet, özgürlük dediğin de, yaşamı sağlayan her şeyi kendin yapabilmektir. Öyle ki, ne kadar az insandan ne kadar az ustalık talep edersen, özgürlük de o demektir.
Mahallemizin nalburunu ziyaretim, bu düşünceyle oldu. Bir de yine sözcükler yüzünden. Dilimde, mala, cıvata, alçı, vida, merdiven, toprak, bahçe makası vs gibi sözcükler dolaşsın istedim ki, sözcüklere olan bu bağlılığım gençliğimden değil, hayatı kitaplardan, oradaki sözcüklerden öğrendiğim için. Ben hayata kitaplardan öğrendiklerinin bir yansıması olarak bakan aklı karışıklardanım. Melville diyordu ki, mealen aktaracağım, “sanırlar ki kitap okuyanların zihni daha net ve keskin olur. Oysa gerçek tam aksidir”. O nedenle diyorum ki aklım hep karışıktır. Nalbur, bir hanımın bu işleri yapabilmesini ya da en azından yapmak istemesini sevimli buldu ki, gerekli açıklamalarla birlikte gerekli her şeyi torbaya doldurdu. Telefon numarasını da yazdı ki anlamadığım bir yer olmuşsa, onu arayıp tekrar sorayım.



2008 yılının mart ayı, deliler gibi çalıştığım, çalışmakta olduğum bir ay oldu, oluyor. Evin içini dışına çıkarıp, tamir edilmesi gereken her şeyi tamir ediyorum. Markete gitmişken yolumun üstündeki elektrikçiye uğrayıp, kablolar, banyo abajuru filan alıyorum. Perdeyi asarken kopmuş halkayı hemen dikiyorum, evin şekline değiştirirken boş kalan yere tabloyu derhal asıyorum, filan. Banyo tavanı, mala ile kazındı, alçılandı, zımparalanıp boyandı, mutfak dolap kapakları yerlerine takıldı, çiçeklerin toprakları, saksıları değiştirildi, arka balkon düzenlendi, salonun şekli yeni tv’ye uygun değiştirildi, abajurların patlamış lambaları değiştirildi, her şey yıkanıp ütülendi. Bora bugün uykusunun arasında dedi ki, “sana rozet takacağım ve bir sertifaka vereceğim yaptığın işler için:)”

Aslında Mansfield elini kullanmayı isterken, sanırım hayata tutunma isteğini böyle ifade ediyordu. Ölmeyi hiç istememiş demek ki. İnsan yoğun emek isteyen bu kaba saba işlerde çalışırken mesela, soyutlama yapıp, dertlenemiyor; ellerinden taşan sinirle, kanla, etle, kemikle hayata bağlanıyor, aldığı nefes, acıkan karnı, ağrıyan kasları, yaptığı işin yararı ile dopdolu oluyor hayat.

Başım, şakaklarım, gözlerim berbat şekilde ağrıyor şimdi. All the King’s Men’i izlerken yarıda kesip yazdım. Bir ağrı kesici alıp, tekrar filme dönüyorum.

12 yorum:

şule dedi ki...

pericim ellerine sağlık. sana katılıyorum, insan her şeyi kendi yaptıkça daha özgürleşiyor sanki. bu yaz basi evi boyattiktan sonra bir suru yapilacak is vardi evde. eskiden olsa serkan'dan ya da babamdan yardim isterdim. e, babam öldü, serkan gitti malumunuz. ben de lavabonun gider borusunu degistirmekten tut, anahtar ve prizleri degistirmeye kadar her seyi kendim yaptim. ve kendimi sonsuz mutlu hissettim. bana da elektrikci kartini vermisti, "prizleri ben degistiricem" dedigimde, biraz da inanmaz gozlerle :)
ama hala matkap kullanamıyorum :( bir gün cesaret edip onu da deneyecegim. ozanin odasinda matkaplik isler var zira...
bi de son paragrafin, hani su "yaptığı işin yararı ile dopdolu oluyor hayat" kismi bana nazimin cok sevdigim bir siirini animsatti. bir yerinde soyle der cunku:
"...
70'inde bile mesela
zeytin ağacı dikeceksin
hem de öyle çocuklara kalır falan diye değil
ölümden korktuğun halde
ölüme inanmadığın için
yaşamak yani, ağır bastığından..."
sevgiler pericim.

Öykücü dedi ki...

Okuduğum bir kitabı okuyorsun nihayet:)

Sana kitabın sonunu söylememek için zor tutuyorum kendimi:)))

Sevgiler..

yamicka dedi ki...

Şule, Nazım demişken...

Bütün taşlar gibi vekarlı,
arılar gibi hünerli, hafif,
tabiat gibi cesur
ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizleyen elleriniz.

Bu dünya öküzün boynuzunda değil,
bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.

Nazım Hikmet (1949)

sufi dedi ki...

Yerdeki çimenlerin ,gökteki kuşların ne kadının ne erkeğin ne de annenin babanın ve de Türkiye Cumhuriyetinin bile özgür olmadığı fikrini savunduğum şu günlerde "küçükken ,aklından geçen düşüncelerinde özgür olduğunu düşünmen"beni mutlu etti.Çünkü, hiçbirşeyin özgür olmadığı fikri şu son hafta beni mutsuzluğa itmişti .Teşekkürler endişeli peri.

celerone dedi ki...

İyi ki yazıyorsun

elektra dedi ki...

peri peri, şu anda öyle iyi geldi ki bu yazdıkların. ben bugün kate'in hırçın yüzünün sergilendiği bir mart günü yaşamışken, bir şeyler yapmak isteyen bedenimi hiçbir şey yapmak istemeyen ruhum ele geçirmişken, çalışkan bir peri'nin yazılarını okuyarak rahatladım ve yazının gücüne bir kez daha inandım. iyi ki yazıyorsun. salonun üç ampullü avizesinde bir ampul kaldı bu gece ve şu an ellerime yarın onları yenilemek gerektiğini bile anlatamıyorum.:(

Butterfly dedi ki...

Ellerime baktım yazını iki kezx okuyup, parmaklarımı inceledim, bir arkdaşımın bir sözünü anımsadım demişti ki, "yapmak istediğim hiçbir şeyde zorluk çıkarmadı bana ellerim" demişti, ama az çalışmaktan narin bir el tanımını düşündüm, ellerini az çalıştırdığına inanmak istemedim bu yazıdan sonra, özgrülük için söylediklerinde ne kadar haklısın ne çok şeyi ke3ndi başımıza yapabilirsek o kadar özgürüz değil mi? Bu belki de içimizde yatan başarabilme güdüsünü ne kadar doyurduğumuzla ilgilidri, ve em
n ol bunun tadını almış insanlar bir daha bundan vazgeçemeyeceklerdir, ancak her nedense ara sıra ellerimle kendi başıma yapmaya çalıştıklarıma bir başka el yardım etsin diye beklediğim olmuştur, özlemle ve heyecanla:),
seni okumayı seviyorum, söyledikleri gibi sen hep yaz olur mu?
sevgiler.

Dikkat! biyo var ! dedi ki...

Hep diyorum:
Sen dalgalı azgın bir denizde sığındığım bir limansın hatta denizin ortasında karşıma çıkıveren bir mağara içi.

Dingin ruhumu yeniden coşturmaya gidiyorum.Bu kadarı bozar beni:)))
Biyo

neo dedi ki...

periciğim,

senin sayfadaki adreslerden biri var ya, apartmenttherapy, ordan gecen gün gelen e-mail'lerde de alet-edevat kutusu yapmayla ilgili fikirler vardı. ben itfaiye kırmızısı, teneke, içinde bir sürü gözü olan bir kutu isterdim. uzun yıllar tek başına yaşayan biri olarak zaman içinde bir alet çantam oluştu ama bildiğin bez bir çanta işte.

ben de ne zamandır mutfak dolaplarının kulplarını değiştirmek istiyorum ama uygun bir şeyler bulamadım buralarda. abajurun kenarına boncuktan perdeleme yapıp gözümüze gelen ışığı kesme projemiz de yattı. biraz boncuk dizip denedim, güzel duruyor ama kesmiyor ışığı. şimdi renkli, şeffaf kurdelelerden düşünüyoruz perdeleme yapmayı, bakalım o işe yarayacak mı?

keyifsiz olduğum zamanlarda zorlu ev işlerine kalkışırım ben, camları silmek mesela ya da perdeleri, tülleri yıkamak, ütülemek, asmak gibi. ne zamandır doğru dürüst çalışmayan kaslar, saatler geçtikçe orada olduklarını hissettirir, ağrır hatta. o ağrılarla, işleri kafanda sıraya koyarsın, aklına takılıp canını sıkan meseleler de o sıranın en arkasına düşer ve daha az meşgul eder zihnini.

yazdıklarını okuyunca ben de ellerime baktım, fazla ince bulurum ben parmaklarımı, yüzükler -takmayı çok da sevmem aslında- hep bol gelir. iş yaparken eldiven takmazsam sonrasında kuruyup, yaşlı birinin elleri gibi görünürler. yine de fena değiller, üniversitedeyken biri, piyano çalmaya yakışır parmaklarım olduğunu söylemişti :P

ofiste yazıyorum bunları, çetrefil bir metnin içinden çıkmaya çalışırken ara verip sayfana uğradım. şimdi çay alıp, terasa çıkacağım. gecen hafta diktigimiz çuha çiçekleri ve şebboylar açmaya başladı bile. şebboylar hep beyaz olur sanıyordum, ucuk pembeymis meger aldıklarımız, yalnızca bir tanesi beyaz çıktı. bir de asi bir çuhamız var, hepsi aynı boydayken bu uzayıp uzayıp turuncu bir çiçek açtı. hava da birden serinledi, sabahki yumuşaklık ısıran bir serinliğe dönüştü.

sevgiler, öpücükler

teyzenteyfik dedi ki...

Sevgili Peri,
ne güzel yazmissin yine.
Ellerine saglik!

benhayattayken dedi ki...

endişaanımın pek lezzetli yazısı karşısında hayranlıkla eğilen...

endiseliperi dedi ki...

teşekkür ederim güzel sözleriniz ve katkılarınız için.

sevgiler.