Köpekler konusuna doğal olarak, o da bir hayvan olduğu için kedimiz Tina’dan yola çıkarak, bir karşılaştırma ile duyarlılık geliştirebilirim. Ama Tina’nın bana köpekler hakkında bir duyguyu sezdirmesi boş bir çaba, dahası, sonucu muhtemelen yanlış çıkacak bir çaba olurdu.
Dün kanepede oturmuş, koca bir kase çilek yiyorduk. Bora, güzelim bir çileği Tina’ya uzattı. Tina, her meyveden olduğu gibi çilekten de nefret etti, yüzünü buruşturup, aşağılarcasına yanımızdan uzaklaştı. Oysa ona çilek yemek ne çok yakışır. Tırnaklarına dikkatlice kırmızı oje süren, “ay, ne sıcak!” diyen bir kız olurdu Tina. Tırnağını törpülerken, “şekerim, bana bir kaşkol örsene, soğuktan ölmemi mi istiyorsun?” diyiverecek gibidir. Yemeklerini kibirle kabul eder, neredeyse kaş altından küçümseyerek bakar, bakar. Uyumaya karar verip uzanmışsan, bir yerlerden üstüne zıplayıp, patileriyle saçına başına basa basa, kendisi için en uygun yeri araştırır, bulduğu yerde döner, döner, en uygun pozisyonu araştırır, sonra da kıvrılıp yatar. Sen sonra istersen kıpırda.
Roger Grenier, ünlü ve bol ödüllü bir Fransız yazar. Köpekleri çok seviyor. Hayatı boyunca da hep köpeği olmuş. Bu kitabında köpeği Ulis dolayımında yazarları, yazarların köpekler hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. Çok keyifli. Eğer bir köpeğiniz varsa ya da kendinizi bir köpeksever olarak tanımlıyorsanız daha çok hoşunuza gidecek. Kitapta, Aristo’dan Kant’a, Descartes’a, Sarter’dan Camus’ya, Virginia Woolf’tan Rilke’ye, Borges’ten Kafka’ya, Roosevelt’ten Napolyon’a herkes var.
Başlıklar altında kısa kısa hoş, sevimli yazılar; bir başka kitabın yanında, canınız sıkıldıkça bölüm bölüm de okuyabilirsiniz, bir solukta da bitirebilirsiniz.
Aşağıya size kitap hakkında bilgi versin diye birkaç alıntı yapacaktım. Ama biliyorsunuz beni, şu da güzel, burası da çok hoş diye diye bir sürü alıntı çıktı. Bu alıntılarla yetinmeyip kitabın bütününü okursanız benim gibi çok eğleneceğinize eminim.
Birkaç yıl öncesine kadar Séte’deki deniz mezarlığını ziyarete gelen bir turist, bekçiden Paul Valéry’nin mezar yerini göstermesini isteyecek olsa, belediye memuru köpeğini uyandırır ve emir tonuyla ona:
-Valéry! Dermiş.
Köpek tek başına ziyaretçiyi şairin mezarına götürümüş.
Bir kültür bakanı –onlar bu işe ne karışır- bu davranışı saygısızca bulmuş ve bu kutsal edebi ziyaretlerde köpeğin rehberlik yapmasını yasaklatmış.
Bir köpeğin karşısında kendime durmadan sorular sorarım. Bu saflıktan olabilir. Ama Valéry saflığıma çok iyi eşlik ediyor.
“Hayvan, kaçınılmaz bir gizemdir –benzerliğiyle zıt düşer bize.”
(...) Hayvanın “dünyası fakirdir,” der Heidegger, oysa taşın “dünyası yoktur” ve insan “dünyayı şekillendirendir.” “Dünya nedir?” sorusunu gündeme getirmek için kullandığı dolambaçlı yol budur.
İki tür arasında böyle bir anlaşma nasıl var olabilir? Bu durum bana insanlarla kurduğum herhangi bir ilişkiden daha mucizevi, daha değerli geliyor. Hem bundan kolay ne var? Bir köpekle karşılaşırsınız. Bir sözcük, bir okşayış ve size teklifsizce karşılık verir.
S. 8
“Gereksiz hiçbir şey yapmayan hayvanlar ölümü kara kara düşünmezler,” diyor Paul Valery.
Ölümü kara kara düşünmezler, ama Sartre’ın Ailenin Delisi adlı yapıtında işaret ettiği gibi, hayvanların canı sıkılır. Sartre ve arkadaşları bir köpeğin yanında onun hakkında konuşuyorlarmış. Kendisinden söz edildiğini anlayan hayvan “anladığı şeyi anlayamadığından dolayı çılgına dönmüştü.”
Sartre’ın burada kültür adını verdiği köpek-insan ilişkisi hayvanda “kendi özünde hayvan olma durumunu mutlak olarak yadsımasına” dönüşür. İnsansal niteliğin reddedilen bir olasılık şeklinde yerleşmesi hayvanın keyiflenmesiyle ifadesini bulur: Köpek yaşadığını hisseder, canı sıkılır.
Roger Martin du Gard, “köpeklerin bakışlarındaki iç sızlatan inanma ihtiyacının altını çizer.”
S. 9
(…) Ama yaşayan dünyaya genel olarak baktığında Maeterlinck köpeğin büyük bir ayrıcalıktan yararlandığı görüşündedir:
“Köpek yadsınamaz, elle tutulur, reddedilemez, kesin bir tanrıyı bulan ve tanıyan tek canlı varlıktır. Hasletlerini neye adayacağını bilir. Kendisini aşan kimseye yar olacağını bilir. Karanlıkta, kusursuz, üstün ve sonsuz bir gücün, birbirini izleyen yalanların, varsayımların ve düşlerin peşinde koşması gerekmez.”
S:10
Almanya’da, Yahudi asıllı savaş esirlerinden oluşan bir orman birliğinden Emmanuel Levinas, bekçilerinin, hatta gelip geçenlerin nazarında artık insan türüne ait olmadığını anlar. Derken serseri bir köpek birliğe katılır. “Onun nazarında insan olduğumuz su götürmezdi.”
S. 11
Kısa bir hikaye olan Karşılaşma bir köpeğin yol üstünde karşılaştığı bir yabancıya kendini nasıl yamamaya çalıştığını anlatır. Yabancı kabul etmez. Acımasızlıktan ya da ilgisizlikten değil. Böyle bir sorumluluğu yüklenecek gücü kendinde bulamadığı için:
“Bütün güvenini bana bağladığının farkına bile varmazsın; beni gözünde büyütürsün ve yapamayacağım şeyleri beklersin benden; beni gözlersin ve yaptığım doğru olmayan şeyleri bile onaylarsın. Seni sevindirmek istediğimde ben de sevinecek miyim bakalım? Hüzünlü olduğun ve yakındığın bir gün sana yardım edebilecek miyim? Üstelik, seni ölüme terk edenin ben olduğuma inanmaman gerekiyor.”
Aşağıdaki Rilke ile Balthus konusunu şurada konuşmuştuk daha önce.
Rilke, bir çocuğun kedi albümüne önsöz yazarken (o çocuk büyüyüp balthus olmuştur) önce şöyle der: Kanımca kedigillerin varlığı oldukça tartışılır bir varsayımdır. Oysa köpekler…
“Yaklaşımları öyle içten, öyle hayranlık yüklüdür ki bazıları en eski alışkanlıklarından vazgeçmiş görünür, hatalarımızı bile benimserler. Onları trajik ve soylu kılan bu tavırlardır. Bizi kabullenmekteki kararlılıkları onları bir bakıma insanlaşmış bakışları ve nostaljik ağızlarıyla, sürekli aştıkları kendi doğalarının sınırlarında yaşamak zorunda bırakır.”
S. 12
Ten Ten ve Köpeği
Psikanalist François Gantheret onlarca kilometre boyunca avın izini sürebilen ve izi kaybedecek olurlarsa kendi izlerini, o ufacık koku moleküllerini bularak gerisin geri dönen bazı av köpeklerinin şaşırtıcı yetilerini hatırlatıyor. O zaman köpeğin “izi tersten sürdüğü” söylenir. Ve psikanalist hayıflanır: “Ah! Ben de aynı rahatlıkla kendi izlerimi tersten sürebilseydim. Ama düşünce ağır yol alır, yüklüdür, insanın kendini baskı altında tutuşunun sansürüne bağımlıdır. Anıların bize geri verdiği bölük pörçük parçalarla kendi öykümüzün izini sürmek zor, hatta imkansız.”
S. 15
Evcil hayvan, hayatın sillelerine karşı bir korunma, dünyaya karşı bir destek, biraz anlamsız da olsa mutlaka sevilme güvencesi, hem daha az yalnız, hem daha yalnız olmanın bir biçimidir.
S. 23
Köpeğini en çok seven belki de aynı zamanda onun celladıdır. Çünkü Sartre haksız değil, insanla fazla içli dışlı olmak evcil hayvanı mutsuz eder. Kendine ne yapacağını öğrenmek için zamanını efendisini gözetleyerek geçirir. Yaptığı her şey bir işarettir: öksürmek, saatine bakmak, televizyonu kapatmak. Efendisinin masum bir davranışı yoktur. Sürekli kaygılanır.
S. 29
Rin tin tin
Kim ne derse desin Hitler köpeklerini severdi. Gözde köpeği Blondi’yi ve yavrularını beraberinde ölüme sürükleyecek kadar. Léautaud’nun tarzında Axel Munthe de iddialı. Malamarte Capri’ye çekilen Munthe’yi bulur ve Yahudileri, işçileri, köylüleri katleden, kentleri ve köyleri yakan Almanlar’dan söz eder. Munthe kaygılanır ve kuşları öldürdüklerinin doğru olup olmadığını sorar. Malaparte, buna vakitlerinin kalmadığı karşılığını verir. İnsanları öldürmekten başlarını kaşıyacak vakitleri yok:
“İyi ki Almanlar kuşları öldürmüyor,” der Axel Munthe gülümseyerek. “Kuşları öldürmedikleri için çok mutluyum.”
S. 30
Avrupa’da olsun Amerika’da olsun bir politikacının yanında bir hayvanla görünmesi kendisinin merhametli bir insan olduğunu ilan etmesinin bir yoludur. Roosevelt’in 1944’te yaptığı bir seçim konuşması Fala Söylevi adıyla tarihe geçmiştir, çünkü başkan dinleyicileri kazanmak için çoğunlukla İskoç teriyesi Fala’dan söz etmiştir.
S. 35
Hopper'ın beyaz köpekli kız tablosu
Samuel Butler şunu yazmış:
“Köpekler. Köpeklerin hoşluğu, onların yanında saçma sapan davranabilmemizdedir, bizi hiç kınamadıkları gibi onlar da bizimle birlikte saçma sapan davranışlarda bulunurlar.”
S. 39
Köpek simge değeri de taşıyabilir. Bunun bir örneğine Cervantes’te rastlıyoruz:
“(…) Kaymaktaşından mezarların üstünde orada gömülü olanların figürleri var, bu kişiler karı kocaysa, ikisinin arasına, ayak uçlarına bir köpek figürü yerleştirilir, böylece bu çiftin hayatları boyunca birbirlerine sarsılmaz bir dostluk ve sadakat gösterdikleri ifade edilir.”
S. 43
Dingo aslında kötü biri değildir. Atalarından kalma bir içgüdünün dürüstlüğüyle hareket eden temiz yürekli bir katildir. Asıl sadist olan, yakaladığı kuşları bir hamlede öldüreceğine, onlara uzun işkenceler çektirerek oyalanan küçük arkadaşı, genç dişi kedi Miche’dir.
S. 51
Tristram Shandy, VII. Kitabın sevgi ve merhamet dolu XXXII. Bölümü:
“(…) ne kadar acelem olsa da bir eşeğe vurmayı içime sindiremem: bakışlarındaki ve duruşundaki gösterişsiz metanet, bütün acılara boyun eğişi davasını öyle güçlü bir şekilde savunuyor ki elim kolum bağlanıyor; sertçe bile konuşamıyorum onunla; kentte, tarlalarda, koşulmuş ya da semer vurulmuş, özgür ya da tutsak, nerede rastlarsam ona sunacak bir iki nezaket sözcüğüm oluyor ve laf lafı açınca, eşek benim gibi aylaksa aramızda muhabbet etmeye koyuluyoruz, çünkü hayal gücüm hiçbir zaman aşamadığı bir canlılıkla, bütünüyle onun duruşunun her halinde, verdiği karşılıkları anlamaya yöneliyor ya da yeterince derine inemezsem yüreğinin içine kadar uçup eşeğin doğal olarak bir insan hakkında neler hissettiğini kavramaya çalışıyorum.”
S. 54
Beethoven
Doğa dostları, örneğin Maurice Genevoix, özgür yaşayan ve insana refakat eden hayvanlar hakkında olağanüstü şeyler söyler. Ama bu insanlar da Francis James gibi avcıdırlar. Hayvanın huyunu olduğu gibi kabul ederler. Köpeklerin huyunu ve davranışını başkalarından iyi bilmekle birlikte, onların işlevsel yanlarına fazlaca ağırlık vermekten kendilerini alamazlar. Çünkü sonuçta av köpeği, sürü bekçisi, kızak köpeği, polis köpeğinin yararı, hiçbir işe yaramayan köpeğinkinin yanında hiç kalır. İşe yaramayan köpek, dostluk ve ve sevgi alıp vermek için yaratılmıştır.
S. 56
Faulkner de avlanır. Ama köpekler hakkında onun kadar güzel, onun kadar akıllıca, sevgiyle, hatta mizahla söz eden başka bir yazar tanımıyorum. Sartoris’te insanlar kadar ve aynı çeşitlilikte köpek de yer alır. Genç köpekler, kocamışlar, bilgeler, budalalar, bir de dişi bir tilki, Ellen ve olabildiğince sarsak kırma yavruları. Umutsuzluğa kapılan Bayard Sartoris’in bir Noel arifesinde Mac Callumlar’ın ve köpek ailesinin evine sığındığı geceyi anlatan bölüm eşsiz bir gülmece ve dugu doruğuna ulaşır.
S. 59
Zaten Doğu’da, komünizm döneminde süs köpeğine iyi gözle bakılmazdı. O gereksiz bir tüketici ama asıl bireycilik ve içe kapanıklığın bir belirtisiydi. Köpeği olan biri kolektiviteye az çok sırt çevirir.
S. 62
Doğu Avrupa ülkelerindeki bu kıyımlar bir zamanlar Türkiye’de olup bitenin yanında hiç kalır. Desenci ve yazar Sem bu konuda tanıklık etmiştir. İstanbul sokakları, yumuşak huylu, geçimli köpek nüfusuyla ünlüydü. Pierre Loti onları pek sevdiğini söylerdi. Sayıları binleri buluyordu. 1910’da polis onları ortadan kaldırmaya kararlaştırdı. Onları öldürmediler. Marmara Denizi’nde bulunan ıssız bir adaya, Hayırsızada’ya sürdüler. Güneşin alnında, susuz, yiyeceksiz.
S. 64
Hayırsızada
Bu Hayırsızada meselesini okuyunca şok oldum, Bora'ya sordum. gerçekten olmuş böyle bir şey. Denizde ses daha çok yayılabildiği için günlerce köpeklerin çığlıkları gelmiş. Kimse kimsenin yüzüne bakamamış utançtan. Ne vahşet!
Roger Grenier
Kitap yayınevi
Çev. Ela Güntekin
***
Bu kitabı okurken 23 Nisan'da Büyükada'ya bisikletle büyük tur yapmaya gittik. Bora bir kaç fotoğraf çekmiş olabilir. Unutmazsam onu da yazarım bir ara.
17 yorum:
Sarı köpeğin yavruları mı var acaba Peri'ciğim? Tabağı taşıyıp uzaklaşması buna alamettir bence. Tavuk kemikleri vermiyorsun değil mi köpeciklere? Ukala Oya çok ukalasın Oya, desem de kendime, tavuk kemikleri boğazlarına batar veya bağırsaklarını yırtabilir. Kitabı alırım, hem de Ela çevirmiş... Aile dostuyuz Güntekin ailesiyle. Bir varmış bir yokmuş. Tina'yı koklar severiz biz de Cancan'la beraber.
Peri hanımcım;klasik bir tanım vardır bu ikili hakkında:
Kedi dermiş ki insan için:
Bu bana bakıyor, her hizmetimi görüyor, ben tanrı olmalıyım.:)
Köpek dermiş ki insan için:
Bu bana bakıyor, yemeğimi veriyor, tanrı bu olmalı.:)
-------------
Köpeklerin gözlerindeki hüzün çok içimi acıtır.Neden öyle baktıklarını eşime sorduğumda:
"Çünkü" dedi: "kimse bilmez ama köpek en onurlu hayvandır. İnsanlar hep onların onurunu incitir." :(
Çok sevindim Tina'nın çocuğu olması kararınıza.:)
Ayrıca: Eşimin büyürken çok etkilendiği yaşlı meczup bir dostu varmış.
Yıllar yıllar yıllar sonra onun yaşadığı yerden biraz uzak bir ilçede mezarlık ziyaretindeyiz.
Bir köpek yüzümüze baktı, peşimizden gitmemizi resmen istedi. Bizi bir mezara götürdü, başında durup tekrar yüzümüze baktı.
Biz orayı da ziyaretlerde ihmal etmez olduk.
İsim aynı ama uzak diye ihtimal de vermiyoruz.
Ama sonra bir şekilde öğrendik ki orada yatan o meczup dedecikmiş.
Bu kitabı eşime hediye alacağım. teşekkür ederim.
Kopekleri de kedileri de severim ben de, ayri ayri. Tabii onlarin da iyisi var kotusu var - gerci Kotu Kedi Serafettin haric kotusunu pek gormedim kedilerin, belki kotulukleri pek bize dokunmadigindandir.
Huysuzada olayiysa inanilmaz; gercekse korkunc, korkunc, kanatici. Sokaktaki kopeklerden sikayet varsa baska cozumlere gidilebilecekken oldurmeye karar vermek ama en kotusu oldurme eyleminin dogrudan sorumlulugunu almamak icin iskenceli bir olum hazirlamak onlara.
Sanirim bazi kopeklerle ilgili en ic atici olani da onlarin insanlara gosterdigi minnet ve dostlugun karsiliginda insanlardan kotuluk gormeleri.
Bir de ufak bir not dusmek istiyorum; yazarin adi koydugun kitap kapagi resminden de gordugum kadariyla Roger Grenier. Greiner yazmissin; sanirim bizim kulagimiza daha tanidik cunku bir Alman soyadi; benim hocaminki gibi.
Sevgili Peri,
Hayırsızada hikayesi kahretti beni. Kimmiş birbirinin yüzüne bakamayan acaba? Ya biz insanlar ne kadar gaddarız; inanılır gibi değil. İçimden öyle kötü şeyler geçiyor ki şu anda, bu sefer ben utanıyorum.
Kitabı mutlaka alacağım. Bayılıyorum hayvanlarla ilgili her şeye. Geçen gün Animal Planet'te bir programda bir grup hatun ne kadar mutlu olduklarını, ne süper bir deneyim yaşadıklarını filan anlatıyorlardı. İnanamazsın, etraflarında çitalar, aslanlar, şunlar bunlar... Nerede yahu bunlarrr diye inledim.
Gidicem bir gün.
marruu
Ne çok şey öğrenedim köpekler hakkında.Oysa ben Köpekleşen insanlr gördüm yazanların okumasını nisterdim bu yazıyı... teşekürler..
nurgül
www.kayipruhlarkulubu.com
sevgili oya hanım, sizi burada görmek her seferinde beni nasıl mutlu ediyor, anlatamam. insanın sizin gibi hem böyle derin, zengin bir ruha sahip olması hem o insancıl ironiyi hiç boşlamaması hem de öyle güzel yazması ne olağanüstü bir şey! sizi okuduğumda, "insan"a duyduğum inanç coşkuyla tekrar tekrar diriliyor. tüm samimiyetimle söylüyorum bunları.
siz dilediğinizce ukalalık yapabilirsiniz, sonsuz krediniz var bende:)hayır, tavuk kalıntılarında kemik yoktu. hem tuhaftır dün yazıyı yazdıktan sonra markete gitmiştim de pek sık görmediğim sarı köpekle rastlaştık. o gürültülü insan kalabalığı arasından bir bilge gibi düşünceli geçip gitti. öyle derin düşüncelere dalmış görmeseydim, selam verecektim, ama vereceğim selamda, ilişkimizde benim insan olmamdam kaynaklanan, eşitliği bozan şımarık, nobran bir tavır olur diye sessiz kaldım.
Ela hanım çok güzel çevirmiş, eline sağlık, görürseniz selamımı iletin, lütfen.
Şu an kıvrım kıvrım olup uyuyan Tina ile birlikte Cancan ve size kucak dolusu sevgiler.
Köpekseverler ve kediseverler diye iki ana akım olduğu söyler, insan dünyasını tanımlayanlar.
Bildiğim şu ki, evimizde bir kedi ile yaşamaya başladıktan sonra, köpek korkumu yendim. Aslında hayvansever ve hayvan dahil canlı sevmez/insan sevmez diye bir ayrım yapılmalı.
Ne güzel bir yazı olmuş bu...
:))
köpek böyledir işte! sizin ruhunuzu okuyup, meczup dedenin yalnız mezarını ziyaret etmekten, bundan insana, tanrı'ya dair türlü türlü anlamlar çıkaracağınızı ve bulduğunuz bu anlamlarla hayat üstüne tekrar tekrar düşünmeyi sevdiğinizi hissetmiş.
bizim arçil hem kedilere hem köpeklere çok düşkündür. isterim ki, onun hayvanlarla ilgili bir mesleği olsun. ne tuhaf ki, hayvanları seven birinin aynı zamanda matematik ve fen derslerinin de kuvvetli olması gerekiyor ki veterine olabilsin. işte orada hevesimiz kırılıyor. ama şundan eminim ki arçil büyüdüğünde evinde türlü türlü hayvanlar olacak:) arçil'in babasının sonraki eşinin inanılmaz akıllı bir köpeği var. şaşırtıcı derecede zeki hem de merhametli. evin kedilerinden biri doğurunca anne her nedense yavrularla ilgilenmemiş de, köpek emzirmeye çalışmış yavruları, memeleri yara olmuş. ayrıca evin hayli fazla kedi ahalisini tehlikelerden korumak için cansiparane çalışırmış. diyelim ki odanın içinde kötü bir koku oldu ve herkes köpeğin gaz çıkarttığından şüphelenip ona baktı; utanıp yüzünü patileriyle örtermiş:) daha bir sürü hikaye var da adını bile unuttum köpeğin. çok yaşlı ama hala da yaşıyor. umarım daha da yaşar.
kitaplarda insanların ne denli kötü olabileceğini göstermek için, sadakati tartışılmaz köpeğe yapılan hayvanca davranışlar kullanılır. doğrudur, iyi bir insanın bir hayvana eziyeti mümkün değildir.
size ve evin kedi ahalisine çok selamlar,
not: tina zaman zaman o çığlıklarını atarak bir eş istediğini belli ediyor ama tina çok flörtöz olup, hadi o zaman dediğinde kaçan kızlara benziyor biraz. eğer uygun bir eş bulursak, derhal başgöz etmeyi planlıyoruz. eğer tina da hoşlanırsa tabii:))
tavşan'cığım ben tina'dan çektiğimi kimseden çekmedim. elimin üstünü görsen onun tırmıkların izleriyle perişan olmuş durumdadır. eğer okşanmayı istiyorsa, beni şurada iki dakika oturtmaz, kucağına al, göbeğimi okşa diye emirler yağdırır. bu bir şey mi, yemeğimi ver, suyumu değiştir, dolap kapağını aç, yalnız olmak istiyorum, çarşafları değiştirirken benimle oyna, portakal soyma, elma yeme, kıpırdama, kıpırda, gel, git... bir sürü emirlerle dolu bir gün yaşatır bana. üstelik laftan da anlamaz, bir kraliçe gibi sağır ama çok dilli keyfi ne istiyorsa öyle yaşar. ama bu onu sevmeme hiç engel değil. benim de zaafım bu işte: canımı acıtanların peşinden koşuyorum tipik bir kadın olarak:p
benim metinlerde bol bol yanlış bulabilirsin. eskiden esquire dergisinin bir "olay"ı vardı; dergide dizgi yanlışı varsa bunu bulup gönderiyordun dergiye, onlar da sanırım bir kutu bud weiser bira ile ödüllendiriyorlardı seni. şimdi bulunan her yanlışa, diyelim altılık çamlıca gazoz göndereyim desem, çamlıca fabrikası ile ciddi bir anlaşma imzalamam gerekir:) teşekkür ederim, bir ara değiştireyim ben bu hatayı.
sevgiler.
misoooooo:))
bilmez miyim! sen bir keresinde bir arkadaşın kuşla ilgili (kuş muydu?) bir yazısına yorum yazmıştın da, "burnumun direği sızladı. ben de saçımın üstüne konan bir kuş istiyorum" demiştin de ben anlamıştım o burun sızlamasından senin hayvanlara durdurulamaz, içgüdüsel düşkünlüğünü:)
hayırsızada gerçekten insanı, insanlık adına dehşete düşüren bir trajedi. insandan her şey beklenir.
umarım, fillerin hortumuna asılıp, sallandığın, ağaçlara çıkıp zürafaların başını okşadığın bir seyahate tez zamanda çıkarsın.
öpüyorum, sevgiler.
nurgül,
alıntılardan birinde var ya, köpek sahibi olmak hem daha az yalnız olmamızı hem de daha çok yalnız kalabilmemizi sağlar, diye; insanlardan umut kestikçe hayvanlara bel bağlayabiliriz. hiç değilse onların doğalarında olan tehlikeleri biliyor ve anlayabiliyoruz. insanların doğalarında ki kötülük ise kestirilemeyecek kadar çok ve sınırsız.
sevgiler.
ekmekçikız, teşekkür ederim.
küçükken beni bir köpek ısırdı. kapkara, vahşi suratlı bir köpek. nedensiz bir şekilde taa uzaktan beni seçti, arkamdan koştu ve ısırdı. hala nedenini anlamıyorum, kendimde onu çılgına çeviren, uyaran bir hata arıyorum hala. ancak yine de köpeklere sevgim hiç eksilmedi, onlardan hiç korkmadım. ev köpeklerini severim de, geçmişte bazı geceler izlediğim köpek çetelerine karşı da saygı duyarım. bir meseleleri vardır ve bu meseleye yoldan geçen bir sarhoşu hiç dahil etmezler. diğer mahallenin köpek çetesiyledir dertleri.
eğer bahçeli bir evim olursa bir de köpeğim olsun isterim, kazların, tavukların yanında. Tina'nın yeri hep ayrı tabii:)
ah peri, tam da bahceli bir evim olsa, bir kopegimiz olsa diyerek dolasirken ortalikta, bu yazin iyice mahvetti beni :) ben kediden de kopekten de korkarim aslinda yani kucagima alip sevemem ama hep imrenirim kedi-kopeklerle iyi anlasan insanlara ve biliyorum ki (inaniyorum ki) kucucukkenden alirsam ben ona, o bana alisir. ama apartman dairesinde kopek cok zor olur diye dusunuyorum. bilmem ki...
kültürümüzde köpek kelimesi küfür olarak kullanılırken, kedi kelimesine nötr hatta olumlu bakılıyor galiba, bunda islam'ın evde köpeğe hoş gözle bakmamasının ama kediye izin vermesinin etkisi de olabilir tabi.
toplumların bilinç altları çok ilginç mesela "hınzır" deriz birisine ki arapça domuz demektir. türkler de "ayı" kaba saba görgüsüz anlamında hakaret anlamı taşırken, çoğu avrupa halkında bir övgü kelimesidir güçlü, kuvvetli anlamında... aynı şekilde bizde örneğin "koç gibi delikanlı" ya da "koç'um" kelimesi bir iltifatken, birisine koç demek bazı ülkelerde bir aşağılamadır.
...velhasıl dünyanın çoğu sirkinde köpek varken, kedi pek görmezseniz... bir köpeksever ve köpek sahibi olarak sözlerimi; her ne kadar gaykedi olarak tanınsamda mesela nakhar'ı ve bazı kaprislerini kediye, kendimi bu huyları pek olmayan birisi olarak köpeğe daha çok benzettiğimi ve kedileri de çok sevdiğimi ekleyerek bitireyim sevgili peri :p
şule'ciğim o bahçeli ev bizim de özlem yüklü bekleyişimizin bir parçası. ama ne zor. yahu ne zormuş evinin bahçesindki bir ağaca sırtını verip oturmak. oysa dünya ağaç dolu da bir tanesi olsun bizim değil.
evet, apartmandairesin de köpek zor. kedi daha kolay görünüyor ama sizin haftasonları çok kaçamakla dolu, kedicik evde çok sıkılır. bilmem ki ne yapsanız... ama eğer olacağı varsa, kedi ya da köpek bir yolunu bulup hayatınıza karışır bir yerden:)
sevgiler.
gaykedi beni çalıştıracaksın şimdi:)
kitabın, söz dağarcığında köpek başlıklı yazısı bu konuya ayrılmış durumda.
"kimi zaman, aşırı bir sevginin nesnesi olan köpeğin dildeki kullanımına bakılınca, sırasında üzerind ekuşkuyu, küçümsemeyi, kini de çektiği görülür. chmfort fransızın doğal kişiliği, maymunun ve yere uzanmış köpeğin niteliklerinin bir karışımıdır dediğinde iltifatta bulunmuyordu.
'ben köpek miyim ki üzerime spoalarla geliyorsun?' diye soarar calut, davut'a. antikçağ'dan başlayarak, yunanca'da olduğu gibi latince'de de bir insana yapılacak en ağır hakaretlerden biri ona köpek diye sövmektir. sonunda ithaka'da karaya ayak basan ulis, zavallı köpeği argos'u görünce gözyaşı dökse de az sonra tahtta hak iddia edenlere 'köpekler' diye hakaret eder. sheakspeare de, julias cesar, kardeşinin sürgünden dönmesini isteyen metellus'a 'aşağılık ispanyol köpeği yaltaklanmalarının' kalbini yumuşatmasına izin vermeyeceği karşılığını verir. ısrar edecek olursa, 'seni aşağılık köpek gibi tekmeyle kovarım' diye tehdit eder.
cabot(kelb)sözcüğü, aşağılayıcı bir ayırtıyla köpeği adlandırır."
s. 67
"insan köpektir, yani cimri. insan kötü eğilimlerine köpeğin kusmuğuna döndüğü gibi döner. insan marifetli köpeği oynar. flaubert, croisset'ye köpekgibi şekerleme yaptığını söyler. zamanın halk dilinde, bu deyim gün içinde, üstünü başını çıkarmadan ve yatmadan uyuyakalmak anlamına gelir."
" kadın göz açıp kapayıncaya kadar sırtüstü yatıp bacaklarını havaya kaldırdığına kancıktır. yaptığı kancıklıktır. romalılar'da köpek evliliği iffetsiz berbarlikler için kullanılırdı. horatius cehennem tanrıçalarını,cehennem köpekleri olarak adlandırır. mutsuz bir hayat, köpek hayatıdır, insan köpek gibi ölür, köpek gibi ölünür."
s. 68
"aragon'un salak iréne'deki mazoşist olan ve bundan gurur duyan kahramanı şöyle böbürlenir: 'ben onun köpeğiydim. benim trzım bu.'
jacques brel, beni bırakma adlı şarkısında daha da ileri gider: 'köpeğinin gölgesi olayım.'
insan ile köpek birlikte yaşamaya başlayalı belki de on iki bin yıl oluyor ve işte bu beraberlikten insanların dilinde kalnlar. bir de latinler'in r harfine homurtuyu çağrıştırdığı için 'köpek harfi' demeleri.
s. 69
gaykedi, güzel katkıların için ne kadar teşekkür etsem az. zevkle okudum. ben olsa olsa bir kediye benzerim. başka bir hayvana değil. hatta tina kadar kibirli ve çıtkırıldım olmasam da, kaprislerimiz, alınganlıklarımız, cilvelerimizle bir kardeş kadar benzeriz tina'ya:)ama evet, her şeye rağmen kedileri kim sevmez ki?
aa bunu yazdım ya, seni sevmeyen ölsün, diye bir şarkı var mıydı o geldi aklıma. ya da şey vard, levent yüksel'in bir şarkısı, senin allahın yok, diye sevdiği kadına sitem ediyordu:)
neyse, yorgunum galiba. şimdi tuzlu fıstık alıp, gazete okuyacağım.
sevgiler çok.
Yorum Gönder