Çarşamba, Mayıs 6

domestik


Şu Pazar günü kadar insanı eve adamaya zorlayan başka bir gün yok. İsterseniz tüm günleri birbirinin eşi olan bir ev hanımı olun, Pazar gelince ev, gizli bir fısıltıyla seni kendine çağırır. Çamaşır yıkamıyorsan, kendini gizli bir buyruğu yerine getiriyor gibi, mutfakta, tezgahın başında yemek yaparken bulursun. İşte, önümde kabak, elimde oyacak. Resim bu.

Dedim ki, hiç kimse bana kabak dolmasının nasıl yapılacağını göstermedi, ama hayret, işte oyacak, işte kabak ve işte bir yemeğin serüveni en geleneksel ilkelerle başlıyor bile. Kabak dolması yapıyorsanız bilirsiniz, sonuç asla bir tencere yemek değildir. Kabak içi ağır bir sorumluluk duygusu ile kendini dayatır. Mücver yapayım desem, eğer tavada kızartmıyorsan pek lezzetli olmaz. Bizimkiler fırında yapılmış en süslü mücvere bile yüz vermezler. Kızartmalar da sağlıksız. Bol limonlu, dereotlu bir yaz yemeği yapıvereyim desem böyle uydurma bir yemeğe ellerini sürmezler. Bora dedi ki, kabak böreği yap. Hayır, bu börek bildiğiniz tuzlu böreklerden değil. Annesinin çok güzel yaptığı bir Arnavut böreği. Tarifi bilmiyorum ve dahası ola ola bir kez yemişim. Yemek hafızamda böreğin tadını yoklayarak işe koyuldum. Aslında çok kolay ve siz de kabak içlerini bir vicdan sızısı ile içinizde dolaştıranlardansanız bir alternatif olarak aklınızda bulundurun.


Şeytan külahı şeklindeki kabak içlerini ince ince kıydım. Sonra iki avucumun arasına alarak sularını iyice sıktım. Üstlerine dört beş kaşık toz şeker gezdirip, şöyle bir karıştırdım. Tepsiyi yağladım, eh, buraları biliyorsunuz artık, yufkayı kenarları sarkık şekilde hafif buruşuk tepsiye yaydım, bolca süt gezdirdim. Bu börek bol sütlü yapılıyor. Yarım yufkayı koydum, tekrar süt gezdirdim. Aa kabak içleri şekeri görünce sulanmış! Eh, sorun değil; şöyle bir sıkıp
kabak içini dağıttım yufkanın üstüne. Sonra devam edin yine yufka, süt ve kabak olarak. Sonunda dışarıdaki kulakları içeri kıvırın, üstüne bir yarım yufkayı düzgünce geçirin. Birkaç kaşık yağ ile inceltilmiş yumurta sarısını sürün, kesin, üstüne toz şeker serpin, doğruca ısınmış fırına. Ben öyle yaptım. Bir tepsi bize, bir tepsi babaannelere. Babaanne aradı. Bu bildiğimiz, Arnavut böreği işte, dedi. Onay büyük yerden gelince size de yazdım.
Kabak dolması gibi oyuncaklı bir yemeğin bir mantığı var yine de. Ama şu baklaya ne demeli? Az önce yaptım, hala ocakta. Öyle süsüne düşkün bir yemek gibi bile görünmez ama ne kadar nazlı. Bildiğimiz sıradan bir yeşil, ama o yeşil kararmasın diye alarmda olmanız gerek. Keskin limon suyu, nedense tüm bu nazlı sebzelerin sözünü dinlediği tek şey. Peki sonrasında kimin aklına gelmiş baklaları biraz suyla bulamaç haline gelmiş unla ovmak, hayret! İşin uzmanları nasıl yapıyor bilmem, ben bir büyük soğanı orasından burasından delip tencerenin ortasına koyuyorum. Çevresine unlu baklaları yerleştiriyorum; üstüne de ince ince kıydığım yeşil soğanları ve dereotunu. Biraz tuz, biraz şeker, az kırmızı toz biber. Hafif ılık su boyuna kadar. Ağzını önce alüminyum folyo, sonra kendi kapağı ile sıkıca kapatıp, kısık ateşte pişmeye bırakıyorum. Böyle yaptım. Şu an ev, yeşil yeşil bakla kokuyor. Ben severim evin içinde yemek kokusunu, ki ister kereviz, ister lahana olsun, hiç değişmez bu.
Sadece ev böyle yemek koksun diye belki hamurişi yapmayı da seviyorum. Dün akşam yemekten sonra, Arçil yatakta dinlenir, Bora Atakan’a ders çalıştırırken, Tina ile salonda, öyle ne yapacağımızı bilmez şekilde kalakaldık. Hadi mutfağa, dedim Tina’ya. Kırıtarak peşime düştü. İki bardak ılık süte iki üç kaşık toz şeker ve bir poşet maya karıştırıp, çıktık. NTV’de Neden programını dinledik biraz. AKP’nin analizi vardı, şu kabine değişikliğinin anlamı filan konuşuluyordu. Tina sıkılıp yalanmaya başladı. Ben mutfağa girip mayalı süte, 3/4 bardak sıvıyağ ve yeterince un boşaltıp yoğurdum. Fazla katı olmayan, hafif ele yapışan bir hamur haline gelince üstüne ıslak bez örttüm. Loru ne börekde ne poaçada seviyoruz. Böreklik peynir lazım. Biraz da maydanoz. Hazır işte o da.

Aa Arçil uyanmış. İki gündür mutsuz biraz oğlum. Can sıkıntısıyla akşam vakti uyuması da o yüzden. Sanırım bir aşk kırıklığı yaşıyor. Kız fena değil. Arçil, renkli gözlü, açık tenli, koyu renk saçlı kızlardan hoşlanıyor. Bu da öyle, gözlerinin duru yeşili çok hoş kızın. Ama n'apalım yani. Boşver Arçil daha çok gençsin, bir sürü sevgilin olacak daha, dediğimde kızdı bana. Ben işi şakaya vurup, tabii, hem de bir sürü. İstersen her birine isimlerinden birini de söylersin, düşünsene üç ismin var, dedim. Anne ben öyle biri değilim, diye iyice hırçınlaştı. Bu kızla evlenecekmiş. Peki, dedim. Aslında doğrusu, elbette senin gibi kararlı olmak. Belki de değil, ne bileyim. Gerçi ben oğlumu sevgili olarak düşünmeyen bu kızdan hoşlanmıyorum. Oğlumu sevmeyen birini sevmem mümkün mü? Hayır elbette!
Herneyse, acıkmış biraz. Ona tarhana çorbası koydum. Sizin bildiğiniz o eritilmiş plastik gibi elastik dokusu olan toz tarhanadan bahsetmiyorum. Hiç sevmem ben onu. Memleket hasreti bende tarhana ile vücut bulur. Bizim tarhanalar, süzme yoğurtla, aşurelik buğdayın (biz ona döğme deriz) ve çeşitli otların karıştırılıp, el ayası büyüklüğünde parçalar olarak, Adana’nın berrak ve temiz güneşinde kurutulmasıyla oluşur. Hava almaz kavanozlarda bekletilir kış için. Uzun zamandır yememiştim. Bora, Kadıköy’ün ara sokaklarından birinde Kaz Dağı’ndan gelen ürünler satan bir dükkan keşfetmiş geçenlerde. İki çeşit keçi peyniri almıştı oradan, çok güzeldi. Geçenlerde yürüyüş yaparken Bora yolumuzu oraya düşürdü. Bizim tarhanaları görünce neredeyse gözlerim dolacaktı. Tarhana, zeytinyağı (kokusu biraz ağır geldi bana), yoğurt (çok güzel. Artık akşamları büyük kaselere yoğurt, bal, ceviz koyup yiyoruz tatlı niyetine), kuru fasulye aldık.

Bu tarhanayı akşamdan tencerede temiz suda bekletiyorsunuz. Yumuşayınca, kaynatıyorsunuz. O kaynarken bir yandan da tavada kızdırılmış yağda, iki üç diş ezilmiş sarımsak, pul biber ve nane ile sos hazırlıyorsunuz. Tarhananın döğmesi yumuşayınca, ki çok uzun sürmüyor bu, altını kapatıp, üstüne sosu boca ediyorsunuz. Mmm... gerçekten nefis oluyor. Diyelim bizim tarhanadan bulamadınız, akşamdam aşurelik buğdayı suda bekletin, sabah biraz suyla pişirin, diğer yanda bir kaşık un koyduğunuz süzme yoğurdu su ile inceltin, kaynayan döğmeye ekleyin. Kaynayıncaya kadar karıştırın ki kesilmesin. Tuz filan koymayı da kaynamadan sonraya erteleyeceksiniz doğal olarak, kesilmesin çorbanız diye. Sonra aynı sosu yapıp, ekleyin. Bu da güzel olur ve biz buna toga çorbası deriz.

Eh, bizim hamuru unuttuk bu arada. Ooo çok kabarmış. Ben poaçayı kahvaltı için düşünmüştüm, ama akşamdan da hazırlayıp tepsiye dizmek gerek neticede. Baktım Prizziler'in Onuru başlıyor, salona taşındım. Bora da geldi. Film izlerken poaçayı yaptım. Bora bayılır poaçaya, akşam hafif yiyor ya acıkmış biraz da, sabaha mı pişireceksin bunları, dedi. Ben anladım o zaman onu, aa şimdi mi pişirsem acaba, dedim. Olur! dedi. Akşam bütün ev poaça koktu ve herkesi salona çağırdım sıcak poaça yemek için. Müthiş sağlıksız ve müthiş keyifliydi! Bora tepsinin yarısını yedikten sonra, kendini suçlu hissederek, yapma bir daha poni, böyle şeyler, dedi.

Hımmm... Dolapta tarhana, ocakta bakla var, ama birbirleriyle uyuşmadıkları gibi yapılması gereken ana yemek için hiç bir fikir vermiyorlar. Üstelik çocuklar büyük olasılıkla bakla yemek istemeyecekler. Acaba ne, ama ne yapsam?


not: yemek fotoğrafları, fotoğraflarını, yemek tariflerini ve sevimli üslubunu sevdiğimiz evcini'nden.

28 yorum:

serpil dedi ki...

Merhaba Peri, sözünü ettiğin dükkan nerede, Altınoluk Zeytinyağları olabilir diye düşündüm önce ama o çarşı içinde.O tarhanayı çok merak ettim.

pommeler dedi ki...

seni okumayı seviyorum peri
alt komsumuz arnavuttu börek kokusunu duydum
cocukluğumdaki gibi eline sağlık

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Pericim,
Neo'yu blmem ama, ben hiç sıkılmadım bu yazını okurken, hatta çok eğlendim kendimce ara yorumlar yaptım.
Mesela:
-Aa, bizimkilerin tarhanasına benziyor bu (bizimkiler=annem/babam) Malatya'lıdır. Annem, pişirirken ince kıyılmış ıspanak eklerdi. Ya da Kavrulmuş kıyma ve nane karışımı.
-Taze yeşil bakla sevmem pek, oysa taze iç baklaya bayılırım.
-Poğaça ancak sıcakken yenmeli bence, ya da hiç yenmemeli.
İşte böyle şeyler...
:))
Ah Pazar günü, ahh! bir de. Ne çok iş sığıştırmak gerekiyor.

neo dedi ki...

mutfak yazılarının da hastasıyız periciğim, öyle "domestik" felan diyerek hiiiç hafifseme :)

sözünü ettiğin dükkana birkaç zaman önce gitmistik, çok güzel zeytinler, kurabiyeler ve tarcınlı, zencefilli, kakuleli kış çayı aldık, ha bir de kaymak. tarhana ve peynirlere de bakmalı bir dahaki sefere.

pazar tam da dediğin gibi bir gün, biz de çökelek yaptık yoğurdu kaynatarak, üzerine bol zeytinyağı ve toz kırmızı biberle kahvaltıda kızarmış ekmeklerin üzerine pek güzel oluyor -gerçi siz lor sevmiyormuşsunuz- çökelek yapımından kalan peynir altı suyuyla da zeytinyağlı poğaça yaptım. tarifi de şurdan aldım (http://zeytinagaci.blogspot.com/2008/10/zeytinyayla-poaa.html), güzel oldu gerçi ama bir dahakine daha az yağ koymayı düşünüyorum. -ekmekci kız, bu poğaçalar soğuyunca da güzeldi, bir dene istersen :)

son olarak bu aksam da zeytinyağlı enginar ve de fırında kremalı taze patates pişirdim. patatesi önceden haşladım biraz, haşlarken de azıcık tuzlu tereyağ koydum suyuna, pek hoş aroma verdi. fırına vermeden önce de bol sarmısak ve biraz taze tarhun, hmm nefis koktu mutfak :)

sen domestik yazı mı diyordun ;)

mavi dedi ki...

Sevgili peri'cim yazını okurken aklıma Björk'ün şu şarkısı geldi.
It's, Oh, So Quiet Official Video with Lyrics on Screen
Evdeki o pazar günündeki yaptıkların bu şarkıyla çok güzel bir klip olurdu sanırım.
not: kordon'da gazete oku demiştin bana hatırladınmı? Gazeteleri boşver onlar hergün aynı yalanları yazıyorlar Sen gel seninle İzmir'e bakıp imbatla serinliyelim hangi kız daha güzel diye bahse girelim ne dersin ;)

elma+Z dedi ki...

insanı eve adamaya zorlayan başka bir gün yok. İsterseniz tüm günleri birbirinin eşi olan bir ev hanımı olun, Pazar gelince ev, gizli bir fısıltıyla seni kendine çağırır. Çamaşır yıkamıyorsan, kendini gizli bir buyruğu yerine getiriyor gibi, mutfakta, tezgahın başında yemek yaparken bulursun.
(beni korkutuyorsun, henuz evli degilim)
;) kolay gelsin.

asliberry dedi ki...

Peri o tarhana çok besleyici bir şeye benziyor. O dükkanın yerini tam tarif edebilir misin? Ev Cini'nin dediği gibi ıspanakla pişireyim. Yoğurt olduğuna göre ekşi ekşidir de Yaman bayılır.

endiseliperi dedi ki...

serpil ve aslı,
bu dükkan şurada: boğadan söğütlüçeşmeye doğru yürüyün, sol kolda yapı kredi'yi göreceksiniz. yapı kredi'nin olduğu sokaktan hemen sola dönün, beş 10 metre ilerde, sağ kolunuzda küçük bir dükkan. dışarıya koyduğu raflarda tarhanaları da göreceksiniz zaten. içerisi, loş ve kokulu. bakliyatlar bez tosbalarda, peynirler dükkan buzdolabında. gözünüz dükkanın karanlığına alışırsa dibte, şark köşesini ve denizli kumaşından perdeleri, yatak örtülerini de farkedeceksiniz.

yo hayır, altınoluk zeytinyağı değil, markasız. gitmişken yoğurt da alın. yoğurtlar salı günü geliyor ama biz bu hafta unuttuk, çarşamba günü aldık. birkaç çeşit peynir d ealabilirsiniz azar azar. fiyatlar ortalama. dükkanın sahipleri konuşkan ve zarifler, bilgi vermekten çekinmiyorlar.

evet aslı, ekşi oluyor, bir de yaparken suyu iyi ayarlamak lazım, çok sıvı olmasın, çorbanın rengi bulanıklaşıyor. kararında olursa o ekşi tadı da beyaz rengi de tutturuyorsun.

bence çok besleyici. hatta bir keresinde, kışın ders çalışıyordum da, annem tarhana çorbası yapıyordu, gel iç sıcakken, zihnin açılır, demişti. onun bu sözüne nasıl inanmıştım, anlatamam:)sınavlardan elbette ve daima 1oo alıyordum!:)

endiseliperi dedi ki...

pommeler,
teşekkür ederim:) arnavutlar börek konusunda uzmanlar. ama onlar bir de yufkaları ince ince kendileri açarlar. bursa'da çekirge'de, cadde üstünde bir arnavut börekçisi var. onlar da nefis yapıyorlardı. üstelik yufkaları kendiler açıyordu. bir arnavut böreğinin böyle elde incecik açılmış 40 yufkadan yapıldığı da olur.

arnavutlar pırasayı d açok severler ve ben bazen pırasayı incecik kıyıp, biraz tuzla ovup, iyice sulandırıp mısır unu, normal un, krema ve tuzla pırasalı çörek de yapıyorum. sen de dene!:)

endiseliperi dedi ki...

ekmekçikız, ıspanaklı denemedim. anneminkinde sanki reyhan olurdu, öyle bir koku kalmış aklımda. ben çorbayı çok yapıyorum, bu nedenle bozulmaya yatkın ıspanak gibi malzemeleri koymuyorum çok. eğer günlük yenecekse, o başka. ıspanak piştikten sonra, zamanla tüm vitamini gidip, hatta zararlı olabilen bir sebze. eh, sen daha iyi bilirsin gerçi.

demek malatyalı'sın! malatyalı kızlar ne sağlıklı, ne güçlü kuvvetli ve güzel olurlar. tanıdığım bütün malatyalı kızlar öyleydi. gerçekten. ve evet malatyalılar'ın tarhanası da böyle. evcini d emalatyalı zaten. bir amerikalı gelmişti obama'dan sonra malatya kayısı ile ilgili ciddi girişimler filan vardı, n'oldu acaba?

bir de geçenlerde ben hayran hayran lalelere bakarken bora dedi ki, ülkemizde yabani lale'nin yetiştiği tek bölge Muş'muş. evet, evet! baharda muş'ta her taraf yabani lalelerle rengarenk olurmuş. keşke, özellikle doğuda olan şehirlerimiz böyle güzellikleriyle tanıtılsa.

ben keyifçiyimdir güya ama sen beni geçersin ekmekçikız, çıkıverip demirhindibağlar içip, lokumlar yemeler, poaçayı sıcak sıcak götürmeler...:)

afiyet olsun:)

endiseliperi dedi ki...

ah neolitik hanım'cığım, demek çökelek filan da yapıyorsun! ben o işe hiç bulaşmadım. yemek filan yaparım ama benim yemek zevkim pek gelişmemiş sanırım. eğer zorunlu değilsem, hiç yemek yapmadığım da olur. peynir ekmekle idare ederim. hımmm... berbat!peyniraltı suyuyla poaça diyorsun sen ve önce çökelek yapmak lazım, öyle mi? hımmm, bir deneyeyeim ben yine de.

enginar pişirmek gözümü çok korkutur, ama bu aralar bir pişirsem iyi olur. ben de ekmekçikız gibi enginarla pişen taze iç baklaya bayılırım. hatta, taze baklası için enginar yerim. geçenlerde, nerede ya bir tarif gördüm, taze iç baklalı bulgur pilavı! nefis olur. bulgur benim midem için çok ağır bir yiyecek ama, bakalım artık.

şimdi küçük taze patatesler var ya, hani kolaycacık pişiyor, onları hafifçe haşlayıp, zeytinyağı, pul biberi biberiye karışımıyla fırınlıyorum ben de. et yemeklerinin yanında güzel oluyor. ama fırında kremalı patatesi bizimkiler çok ağır buluyor, yemiyorlar. haklılar da belki ben beceremiyorumdur.

:)
:)
yaa, böyleyiz işte. aslında böyleyiz. kitaplar, filmler bir yere kadar. elbiseler, saç şekilleri, yemekler lazım bize!

endiseliperi dedi ki...

angel, o şarkıyı ben de çok severim.Oluuur, gelirim:) en sevdiğim aylaklıktır, bir yere oturup güzel kızı kesmece işi. hatta biz akmerkez'e gittiğimizde hangi kız operasyon geçirmiş, hangisi ne sporu yapıyor o kadar ayrıntıya dalardık:)

endiseliperi dedi ki...

mersi elma z!
bu yazıyla mı korktunuz evlilikten? bu yazı evliliği neredeyse kutsayan bir yazı. aleyhine yazdığımda ne yapacaksınız?
* pazarlar herkes için, her dönemde can sıkıcıdır!

* düzenli bir hayata evlilik değil çoluk çocuk sahibi olmak neden olur. ben evi ve evin dayattığı biçimleri severim. (bazen de sevmem, bıkarım) ama boş bir buzdolabı, mutfakta beceriksizlik beni müthiş umutsuzluğa düşürür.

* neticede, evlenin ya da evlenmeden çocuk sahibi olun dediğimi anlarsınız.

eğer çok param olsaydı beş altı tane çocuk doğurur, kocaman mutfakta kocaman tencerelerde yemekler pişirirdim. benim zenginlik hayalim, birbirinden farklı karakterlere sahip olmakla heyecan uyandıran bir sürü çocuk yetiştirmek. eğer kişiliğim de biraz daha müsait olsaydı buna, daha çok çabalardım bunun için, emin olun.

ama başka bir sohbette size, hiç çocuk sahip olmamayı da öneririm tüm içtenliğimle. kısaca, dediğime bakmayın benim.

serpil dedi ki...

Teşekkürler Peri, hiç aklıma gelmezdi orada öyle bir dükkan olacağı valla :)
Benim anne tarafım da Arnavut, kabak böreğini severim ama lahana böreği muhteşemdir.Teyzemler bütün tatlıları kendileri yapar, özellikle baklava nefis olur,bir de kaymaçina diye bir tatlıları var, belki Bora bey bilir.
Sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

lahana böreğini bilmiyorum, kaymaçina'yı da duydum ama bilmiyorum. tarifleri var mı sen de?

sevgiler.

serpil dedi ki...

Bende yok ama teyzemden alır yollarım sana, kaymaçina biraz krem karamele benziyor.

Adsız dedi ki...

evin yemek kokması, dışarıdan gelen için yuva kokusu, "ocağın tütmesi"...

büyük mutluluk.

Butterfly dedi ki...

bahsini ettiğin tarhananın aynısını Konya'da anneannem yapar bende cok severim sadece içine baharat koymazlar yarma,suzme yoğrut, ayeran ile yapılır güneşte kurutulur süper olur çorbası canım çekti sen anlatınca öyle uzun uzun yarın yapayım. Bir de nedense senin pazar günü klasiğini okuyunca bir zamanlar pazar günlerinden nasıl da nefret ettiğim geldi aklıma, karanlık günlerdi o günler, geçti çok şükür. şimdi Arçil için bir şeyler söyleyeceğim, evleneceğini ifade ediyor olması kararlı olmasından ziyade içinde hissettiği aşkın büyüklüğü ile ilgili kendisi sanıyor ki o büyülü acı veren duygu hiç geçmeyecek, ne güzel bir histir o ona bunları söyleten, öğrenirken yaşadıklarına engel olamayacak anne babalar ne yazık ki, bazen ben de hayıflanırken buluyorum kendimi ancak seni biraz kayınvalide modunda okudum Periciğim:) ne o oğlumu sevmeyeni sevmem mümkünmü demişsin, gülümsedim, ben de bazen aynı taraflı bakış açısında yakalıyorum kendimi, gülümsüyorum bir süre sonra, keşke ona her aşık olduğunda aynı hisleri taşıyacaksın korkma ve üzülme eksilmeyecek senden bunlar diyebilse birileri, ya da kendi inansa buna bir nebze olsun rahatlasa kuş kalbi. Kızları biraz kurnaz buluyorum ben bir oğul annesi olarak, kaynana modundan bakarken elbet bunlar:)
sevgiler

endiseliperi dedi ki...

jtoO,
"dışarıdan gelen için" vurgusuna ne kadar katılıyorum bilemezsiniz!:) bazen dışarıdan gelenin ben olmasını nasıl istiyorum anlatamam:)

endiseliperi dedi ki...

butterfly,
tüm dünyanın birleştiği tek nokta sanırım şu pazarların ne nefret edilesi olduğu. hep birlikte pazarları haftadan çıkarıp, yerine başka bir gün koysak yeridir:)

kötü bir kayınvalide mi olurum dersin? arçil özel hayatına beni bulaştırmaz, buna izin vermez sanırım. ama hep de bir onay ister. yani onun sevdiğini ben de seveceğim illa. sevmezsem, sevinceye kadar küser, surat asar. eh, seveceğiz o zaman illaki. sanırım, uzakta olmayı, pek de bulaşmamayı isterim.

arçil'e dedim, kızlar özellikle bu yaşlarda kim oldukları, ne kadar sevilebilir oldukları konusunda daha endişeliler ve bu nedenle flörte daha yatkınlar. benim yargılarıma ve eleştirilerime ne kadar kulak asıyor bilmiyorum ama.

artık kendi başına öğrenecek. ama şunu seziyorum ki, kesinlikle tek eşli, gelenekçi aile tipine yatkın biri olacak. öyle görülüyor.

sevgiler.

not:demek bu tarhana, anadolu'nun doğusunda yaygın olarak kullanılıyor. batı'ya kaydıkça tarhana toz haline geliyor. ama bence ikisi tamamen başka ürünler. ikisine de tarhana demek çok yanıltıcı.

redrabbit dedi ki...

tarhana dışında yazdığınız her yemeğe-hele işyerinde saat 12.28 de bilgisayar başındaysanız-ağzımın suyu aktı..Baklaya ölürüm,kabağın herşeyine,bulgura,enginara.vs..Yemek yapmak meditasyon gibidir benim için ;aynı hissi ve rahatlığı sadece uzun yürüyüşler verir.Büyük mutfaklı,bol bitkili,koca pencereli mutfaklara bayılırım.Evin odalarından çok mutfağı çeker dikkatimi..Şimdi de size basit bir tarif:enginarı bol limonlu ve tuzlu suda haşlayın..Ayrı bir tencerede haşladığınız patatesi ezip süt,tuz,ceviz ve peynirle püre yapın ,içine biraz da dereotu..Bu püreyi enginarların çanağına yerleştirin.Üzerine zeytinyağı ve nar ekşisi..

banu polat dedi ki...

sevgili peri
ne güzel bir yazı olmuş bu böyle, canım eve gidip yemek pişirmek istedi :) elma+z niye bu yazı seni korkuttu ki tam tersine özendirmesi gerek bence. bekar bir erkek arkadaşım evliliğe en çok özenmesinin sebebinin evli insanların evlerinin bekar evlerinden çok farklı kokması olduğunu söylemişti. eşim çok seyahat ettiğinden biliyorum insanın kendi kendine bişey pişiresi gelmiyor ama ev kalabalıkken pişirdikçe pişiriyorsun.

endiseliperi dedi ki...

redrabbit hoşgeldin!
hımm... ben de şu yemek sitelerine baktıkça acıkırım. ne olursa olsun, öyle, hazır, tabakta, önüme gelmiş gibi heyecanlanırım:)

yemek yapmayı sevmiyorum artık ben. sıkıldım yemek yapmaktan. güzel yapmaya uğraşıyorum, fena da olmuyor ama yemek yapma heyecanımı kaybettim. valla şu dakka itibariyle öyle yani. kaldı ki ocakta taze bezelye yemeği mis gibi kokuyor şu anda. ben yemek yaparken lezzetiyle olan bağımı kaybettim de bir görev icabı, ezbere yapar oldum. ezbere yapmadığım yemekler için ayırdığım bir heyecan damarı hala var elbette ama nadir o da.

verdiğin enginar tarifi de pek hoş. ama biraz ingiliz kokuyor bu tarif sanki, ne dersin?:)

öpücükler.

endiseliperi dedi ki...

sevgili banu,
sana bir şey diyeceğim, reklamlarda, ikinci sınıf holüvud aile filmlerinde gördüğüm o aile görüntüleri var ya benim içimi sıkar. bunalırım. "kutsal" şemsiyesinin altında olan şeyleri bu bağlamda sorgulamaya çok teşne bir halim vardır. gördüğümüz görüntülerin onda sekizinin sahte olduğunu düşünürüm. işin hep ışıklı tarafı gösterilir. gölgede buz gibi trajediler oynanıp durur.

elma z'yi, ev veya çamaşır kokulu pazar ızdırabından daha fazlası endişelendirmeli. ama korkarım, ızdırap denilene, gönüllü olarak atılacak. endişesinden bahsederken nasıl da gülücükler sıçratıyor baksana:)



teşekkür ederim güzel sözlerin için.

redrabbit dedi ki...

İngiliz usulü enginar? Hayır,bu benim evde artık kalan püremsi şeyi değerlendirme yolum..Eklediğim şeyler de bemin onu da yiyeyim,bu da olsun oburluğumdan kaynaklanıyor.Ama madem öyle geldi sana varsın ingiliz tarzı olsun...

siyahlale dedi ki...

Sevgili Peri,

Sizin pişirdiğiniz tarhanayı da severim. Size de Uşak tarhanasını özellikle öneririm. Rahmetli anneannem tarhanayı yağ koymadan pişirir. Daha sonra özel tavasında incecik kıydığı sarımsakları yağda kavurup içine döker ve şöööyle güzelce karıştırırdı. Hımm mis gibi kokardı ev. Rahmetli annem de arada bir önce tarhana pişireceği tencereye domates rendesi ve ince kıyılmış sivri biberi margarinde kavurur; daha sonra suyunu koyup tarhanasını salardı. O da ayrı bir tat olurdu. Ben tarhanasız yaşayamam. Hasta olduğumda beni ayağa kaldıran yegane yiyecektir. Kendim de yaparım tarhanayı. Ama işte biz elimizde ovalıyoruz. O biraz zahmetli oluyor. Bizim tarhanamız kırmızı olur. İçine bol salçalık kırmızı biber koyarız. Ayrıca bol taze nane koyarız. Bir de bir tanıdıktan gelen göçmen tarhanası yemiştim. Onlar taze nane yerine kekik koyarak hazırlıyorlarmış. O da farklıydı. Ama sevdim. Dedim ya tarhana benim midemin kalayı:)) Vazgeçemem. Taze baklayı da siyah zeytin ve taze ekmekle çiğ yemeyi severim. İç baklayla enginar süper olur. Çok uzattım galiba:)) Bu konular bitmez. Size afiyetler olsun. İzmir'den arzu ettiğiniz birşeyler varsa gönderelim. Sevgiler. Cafecihan Sibel

endiseliperi dedi ki...

redrabbit,
yemek zevki gelişmişse bir insanın, havada karada bir şeycik olmaz ona. çok severim, çok yiyeni değil de, çok çeşitli yemek zevki olanları, uydurup uydurup yemek yapanları, ingiliz mingiliz, hiç farketmez. sen çok yaşa.

endiseliperi dedi ki...

cici, öyle güzel anlatmışsın ki, ben bizim dükkana sorayım şu uşak tarhanasını.

benim için de hastalığın çeşidi ne olursa olsun, ilacı çorbadır. çorbasız iyileşmez!

:)

izmir'den rüzgarı, kordon'u, atlayıp arabaya, foça'ya gidivermeleri isterim. başkaca da iyiliğini, sağlığını. canım, çok teşekkür ederim.