Salı, Mayıs 18

leke


“fallik” olan, tam da, “yerine oturmayan”, yüzeydeki masalsı sahneden “sarkma yapan” ve onun doğallığını bozan, onu tekinsizleştiren ayrıntıdır. Bir resimdeki anamorfoz noktasıdır; dosdoğru bakıldığında anlamsız bir leke gibi görünen, ama resme tam olarak belirlenmiş yanal bir perspektiften baktığımız anda, birdenbire belirgin hatlar kazanan unsur. Lacan, Holbein’in Elçiler tablosuna göndermede bulunur sık sık. Tabloya bakan kişi, resmin alt tarafında, iki elçi figürünün altında şekilsiz, yayılmış, “kalkmış” bir leke görür. Ziyaretçi ancak, tam tablonun sergilendiği odanın eşiğinide, resme son bir yanal bakış attığı zaman bu leke bir kafatasının hatlarını kazanır ve resmin gerçek anlamını –her türlü mal mülkün, resmin geri kalanını dolduran sanat ve bilgi nesnelerinin beyhudeliğini- teşhir eder. Lacan fallik göstereni işte bu şekilde, “göstereni olmayan” (bu haliyle de gösterilenin etkilerini mümkün kılan) “gösteren” olarak tanımlar: bir resmin “fallik1 unsuru, onun “doğallığını bozan”, bütün bileşenlerini şaibeli kılan ve böylece bir anlam arayışı uçurumunu açan anlamsız bir lekedir –hiçbir şey göründüğü gibi değildir, her şeyin yorumlanması gerekmektedir, her şeyin ilave bir anlama sahip olduğu varsayılır. Yerleşik, aşina anlamlandırma zemini yarılır; kendimizi bütüncül bir muğlaklık alanında buluruz, ama tam da bu eksik bizi yepyeni “gizli anlamlar” üretmeye iter; bitimsiz bir zorlantının (compulsion) itici gücüdür. Eksik ile artı anlam arasındaki gidiş geliş öznellik denen boyutu kurar. Başka bir deyişle, bakılan resim “fallik” leke sayesinde öznelleşir: Bu parodoksal nokta “tarafsız”, “nesnel” gözlemci konumumuzu tahrip eder, bizi gözlemlenen nesnenin kendisine mıhlar. Gözlemci işte bu noktada gözlemlenen sahneye çoktan dahil olmuş, kaybolmuştur –bir bakıma, resmin kendisinin bakışımıza karşılık verdiği noktadır bu.

zizek, yamuk bakmak, 5. bölüm -hitchcockçu leke-, s. 125-126



Holbein’in bu tablosu ile daha önce karşılaşmıştım. Zaman konusunda bir dergiye bir yazı yazmıştım; masanın üstünde duran saat ve yerde duran o fallik leke, iskelet kafası arasında bir bağlantı kurarak.

Zaman geçiyor, hepimiz ölüyoruz. Ve ne tuhaf, şuurumuz sanki dikiliyor, kilitleniyor bu noktada ve işte sanki farkında değilmişiz gibi,  her saniyesi geçen bu zamanın ölümle bir bağlantısı yokmuş gibi…  böyle yaşayabilmemize şaşıyorum. Ne yapacağız peki? Doğrusu bana her şey gülünç geliyor. Bana her şey gülünç gelir. Ait olduğum kuşağın yan ürünü bu. Sadece kitaplar, sanat iyi. Bu sana aldırışsız geçen zaman içinde üç kuruşluk hayatlarımızı çoğaltmanın başka yolunu bilmiyorum. Bir insanın içinden geçen her şeyi öğrenebilmenin tek yolu. İnsan ne karmaşık, ne sancılı, ne hastalıklı, kusurlu…Bir insanın insan olmayı anlamasından başka yapabileceği bir şey  yok.

Nasıl, ama nasıl idrak edebiliyoruz kendimizi… bu, insan olma sürecindeki sızıyı, ağrıyı nasıl kaldırabiliyor ve yaşamaya devam edebiliyoruz... ölümlü olduğumuzu bile bile nasıl devam edebiliyoruz... akıl almaz bir güçle donanmış olmalıyız. İnsan bir mucize… Zizek’te okuduğum insan bir mucize. İnsan onun alaycılığı ve zekası karşısında şaşakalıyor. Lütfen okuyun.  Okuyunca, bildiğiniz her şeye başka türlü bir bakışın mümkün olduğunu, her şeyin çok başka anlamlara da gelebileceğini de görüyorsunuz. İnsan ne tuhaf.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Yok ben yorgunum herseyin baska anlamlara da gelebilme olasiligindan. Oyle yapa yapa anlama tecavuz etmlerden tiksinmekteyim. gecenlerde irkci fasistin biri Martin Luther King'in sozunu kullanarak yeni bir fasist uygulamayi savunuyordu... bikmisim valla. Midem kaldirmiyor. Bazan Zizek, o salya sumuk haliyle konusmasi da buna eslik ediyor kuskusuz, buna dail bazan...

endiseliperi dedi ki...

sevgili eleştirel günlük,
artık sıradan insan bulmak pek zor oldu, ne kadar da hakslısınız. düz, olduğu gibi bakan, anlayan bir insan gördüğümüz zaman, "çok ilginç doğrusu," filan demeye başladık:) ben gene de gerekliyse - siz böyle adlandırdığınız için aynen devam ettireceğim-, anlama tecavüzden yanayım. hele zizek'in tecavüzü gibi ise zevk bile veriyor.

bazen birini dümdüz değerlendirmek, sizdiniz sanırım, knut hamsun'ı faşist, ismet özel'i soytarı, zizek'i sümüklü bir oğlana benzetmek bir sürü anlamı, derinliği de kaçırmaya yol açar bana kalırsa. herkesin tiksinti vereni kendine özeldir ve bu bakışla, joyce'un cebinde kadın iç çamaşırlarıyla dolaşmasını kınar, onu okumaktan vazgeçebiliriz. böyle dümdüz, kapı duvar barikatlarımızın içinde itina ile seçtiklerimizle,tertemiz, hiç kirlenmeden, anlamı hiç tartışmadan ve tarafımızı hiç değiştirmeden yaşar, yaşar, yaşar gideriz. öyle özeniyorum ki insanın bir kez taraf tutup, içinde hiç bir kuşku duymadan bin yıl geçse de taraftar olmasına, her gün tekrarlanan büyülü sözler gibi anlamını kaybetse de tarafının argümanları, bundan hiç sıkılmadan kullanmasına...

zizek'le çok eğleniyorum, eleştirel günlük. onun hitchcock okumasına da bayıldım, bayıldım. bugün, çok sevdiğim arka pencere filmi hakkında yazayım, zizek'ten alıntı yaparak. beğeneceksiniz siz de.

ne demek istediğinizi anladım ve size her seferinde yaptığım gibi aşırıya kaçmış bir yanıt verdim. size hep yapıyorum bunu. konuştuk işte.

sevgiler.