Cuma, Aralık 17

marlow anlatıyor: talih



conrad'ın hayatı hakkında kısa bir film
conrad'ın tüm eserlerinde geçmiş zamanda olmuş bitmiş, anlatılmayı bekleyen bir hikaye vardır. bazen marlow, bazen  başkası anlatır, anlatır. anlattığı geçmiştir. dinleyin.

talih biteli bir süre oldu, ama kafamda öyle çok dolaşıp durdu ki, bu dolanmalar bir sona ulaşıp, size yazamadım.  biraz dağınıksa yazı ya da sanki size okuyun diye önermiyor da, sanki biz birlikte talih'i okumuşuz da oradan sohbet ediyormuşuz gibi örtükse, kusura bakmayın. başlayalım.

hep konuştuk sizinle, "şimdi" sorunlu bir zamandır. eylem o an gerçekleşmektedir. akıl henüz eylemin duyumu ile başedecek durumda değildir. aklın işbirliği sonra gerçekleşir. ne zaman ki "şimdi" geçmişte kalır, marlow o zamanı anlatır. ancak hatırlayan zihin kusurludur, boşlukludur ve conrad bu kusuru anlatı tekniğinin bir niteliği olarak kullanır (karanlığın yüreği dolayımında bunu konuşmuştuk).

işte, said'den gerekli bir alıntı: "T.E. Lawrence, F.N. Doubleday'e bir mektubunda, conrad'ın üslubunu, konusuna tümüyle sahip olmak için açlık duyan ve kendini her seferinde reddedildiği gözüken olaylara uygulamayı çalışan bir yazar olarak tarif etmişti. (...) gönderme yaptığım kısım şöyledir:
'biliyorsun, conrad yayınlamak nadir bir haz olmalı. şu ana kadar düzyazının gördüğü kesinlikle en akıldan çıkmayan adam o; keşke nasıl olup da yazdığı her paragrafın (hep paragraf yazıyor, dikkatini çekiyor mu? tek bir cümle yazdığı çok nadir) durduktan sonra bile tıpkı en büyük çandan gelen ses gibi dalgalar halinde ilerlemeye devam ettiğini bilseydim. yazdıkları sıradan bir düzyazının ritmine değil, yalnızca kendi kafasında olan bir şeye dayalı ve söylemek istediği şeyin ne olduğunu asla söylemediğinden, bütün şeyleri bir tür açıklıkla sonlanıyor, söyleyemediği ya da yapamadığı, düşünemediği bir şeye göndermeyle bitiyor'
j.conrad ve otobiyografide kurmaca, e. said, s.107

evet, conrad, geçmişte olmuş bir olayı anlatma isteğinin yoğun hissi ile dolup taşar, dinleyici/okuyucular, olayı tam kavramak için yanıp tutuşur, ama  bir sorun vardır. bu sorunun olduğu yerde conrad'ın tekniği kendini  belli eder. conrad, olayları, anları anlatırken kılı kırk yarar, ayrıntılara gömülür, durumlar nefis sinematografik bir anlatımla gözler önüne serer, ancak geçmiş yine de tam olarak bilinemez. neden? anlatıcı, olayın gerçekleştiği zamanın yoğunluğundan uzaklaşmıştır, anlatıya duygusal bir uzaklık içindedir. neticede geçmişte gerçekleşen olay, anlatıcının hafızasına, onun tanıklığına bağlıdır. işin içine onun tercihli bakışını da eklersek, geçmiş hükmedilemez, kontrol edilemez hale gelir. conrad'ın orijinal anlatı tekniğini görmek için, bu tekniğini cömertçe sergilediği talih en uygun kitabı kanımca (lord jim bahsinde, conrad'ın katmanlı anlatı tekniğini bolca konuşmuştuk. burda üstünd edurmuyorum tekrar). conrad, talih kitabında, eylemden her zaman daha fazla ve takıntıyla dikkat ettiği üslup konusunu derin derin, geniş geniş mesele edinir. talih'te kahramanlar yaratılır, her kahraman kendi karakteri ölçüsünde söz konusu olayı değerlendirir ve onların bakış açılarının yönlendirdiği eylemlerle olay yön kazanır, eksik ya da rastlantısal ya da kasti bu anlatılar marlow'a ulaşır. marlow, kendi düşüncesiyle birlikte olayı, yazara/bize anlatır.  bu katmanlı açılımı başka hiç bir yazarda göremezsiniz.

conrad'ın, karanlığın yüreği için tuttuğu nottan.

marlow talih'te, bazen bizzat tanıklık ettiği, çoğu kez dinleyerek edindiği, yaklaşık onyedi yılı kapsayan olay örgüsü hakkındaki bilgisini, sessiz sakin, loş bir kütüphanede, olaylar artık geçmişte kaldığı için "tefekkürle" anlatır. aynı tefekkürle, sessiz, sakin, durgun ya da bekleyiş hali içindeki anlatma zamanını, karanlığın yüreğinde ve lord jim'de de gözlemlemiştik.

Kitap, artık olgunlaşmış powell'ın, marlow ve yazarın bulunduğu bir yemekte ilk işi olan üçüncü kaptanlık işini bir talih eseri olarak nasıl aldığını anlattığı ilginç ve çok hoş bir anlatıyla başlar. ana kahraman olarak düşündüğümüz powell oysa sadece bir yan karakterdir. kitabın  asıl kahramanı, flora de barrall adında bir genç kızdır. conrad ilk kez bir kadın kahramanı öne çıkarmaktadır bu kitapta ve bu nedenle kitap, conrad'ın tabiriyle bir "kız kitabı" dır:)

olay şudur: flora, annesini henüz küçükken kaybetmiştir; bir banka memuruyken şans eseri işi büyütüp zengin bir banker olan babası, işini batırır, borçlarını ödeyemez, kamuoyunun yoğun ilgisini çeken yargılama sonucunda, utanç verici şekilde hapse atılır. öncesinde de zaten flora babasının ilgisinden uzakta, kötü kalpli, çıkarcı, düzenbaz bir öğretmenin gözetiminde, dünyadan bihaber, zenginliğin konforu içinde bilinçsizce yaşamaktadır. babasının hapse düşmesiyle tüm mal varlıklarına el konulur, kız bir anda yapayalnız, kendine güveni ve bilinci zedelenmiş, alabildiğine yoksul kalakalır. babasının uzaktan, fırsatçı akrabaları tarafından evlerine kabul edilse de  horgörü ve alayla karşılaşır. oradan kaçarak bir zamanlar annesinin uzaktan arkadaşı olan zoe fyne'lerin evine sığınır.  başarısız bir intihar girişimi sırasında tesadüfen, yakınlarda bir pansiyonda kalan fyne'lerin arkadaşı marlow ile tanışma hikayesi çok ilginçtir. daha sonra, kardeşi mrs fyne'i ziyarete gelen anthony ile tanışır. kara hayatından uzun süre ayrı kalmış, kadınlarla ilişki konusunda deneyimsi, iyi kalpli, şövalye ruhlu anthony ile ilişkisi hızla ve tuhaf şekilde gelişir. kitabı okuyacaksanız, bunları dinlemekten hoşlanmazsınız diye kısa kesiyorum.


conrad'ın çalışma masası

şurası açık ki, marlow bize şimdi bir dedikodu nakletmektedir. nakleder, ama okuyucu ben, olaylar ve dedikodusu edilen kahramanlarla önce bir bağ kuramadım. conrad, geçmiş ve şimdi arasında bir neden sonuç ilişkisi kurmaya bu kitabında çok daha fazla bir uğraş verir sanki. diğer kitaplarında, özellikle karanlığın yüreği kitabında geçmişi bile isteye muğlak bırakır, bağ kurulamaz, hikaye ve marlow kasti olarak karanlık bir geçmişe gömülür. talih'te, marlow, olayları tam olarak açıklayacak bir düzene zaten sahip değildir.  sözü sürekli geçen gizemli ve çok önemli bir mektup vardır; marlow tarafından okunmamıştır. marlow, kahramanların bir kısmını hiç tanımamaktadır bile. eylemlerin çoğunu başkasından dinlemiştir. hal böyleyken, meraklı, hikaye anlatmayı seven, bir insanın doğasını kavrayınca onun eylemlerini tahmin etme yetisine sahip olarak boşlukları dolduran marlow böylece, hem olaylar arasında, hem şimdi ve geçmiş arasında neden/sonuç ilişkisi kurmaya çalışır ki, anlatı ve okur arasında anlamlı bağ gelişsin. başta kuramadığım bu bağı zamanla kurdum dolayısıyla.

talih'in konusunu oluşturan olay örgüsü bir melodramdır olsa olsa. insan yaşamının türlü türlü trajedisi ile karşılaşan bizim için çok büyük bir olağanüstülük taşımaz. conrad için de taşımaz aslına bakarsanız. bu nedenle özellikle kitabın başında marlow'un bakışı hiç olmadığı kadar alaycıdır.  çocukken hiç çocuk edebiyatı okumamış, babasının shakespeare çevirileri ile beslenmiş conrad bu kitabında bana kalırsa othello etkisiyle kurgulamıştır olayları. şöyle ki:

talih'te conrad, bir yarı filozof gibi, hafif sığ, kadın ve erkek doğası hakkında bolca laf eder ve korkarım ki conrad, diğer kitaplarında sezdirip, bu kitabında açıkça yzadığı gibi bir cinsiyet ayrımcısıdır. aynı duyguyu othello'da da hissederiz. flora de barrall, desdemona' ya çok benzer. ikisi de yazgılarının etkilerine olabildiğince açık, sinir bozacak kadar pasif, edilgen, erkek egemen dünyanın tüm iktidarına zayıflıkla boyun eğen kadınlardır. flora de barrall hapisten çıkınca iyice katlanılmaz olan babasının kesin ve nefes aldırmaz baskıcı iktidarından; şövalyavari, erdem ve iyilik dolu olsa da, flora'nın zor durumunu istismar ederek, onun kötü yazgısını kendi lehine kullanan ve onu evlenmeye ikna eden kocasının iktidarına savrulur. aynen othello'da desdemona'nın da önce efendi babasının sonra efendi kocasının egemenliğine tabi olması gibi.

talih'te baba barrell'in sürekli olarak kızının kendine ihanet ettiğini söyleyip durması, ikinci kaptan franklin'in anthony'e kıskanç bağlılığı ve gözden düşme endişesi othello'yu düşündürtür.

talih'te, kitabın sonlarında şekspiryen bir sahne doruk noktasındadır. denizci olduğundan teni haddinden fazla kararmış anthony'nin esmerliği ile flora'nın bembeyaz, soluk teni ilk kez ama ısrarla vurgulanır. sanki bize marsık kadar kara, mağripli othello ile beyaz desdemona hatırlatılmak istenir. ayrıca  tam da shakespeare'in eserlerinde görebileceğiniz şekilde perdenin arkasından uzanan el tarafından içkiye zehir katılarak, olağanüstü bir kötücüllükle birinin öldürülmesi hedeflenmektedir ki, othello'daki şeytan kadar kötü iago'yu hatırlamadan edemeyiz.

othello'da ırkçılık ayan beyan ortadadır. othello, ne kadar erdemli, savaş kahramanı, şan şöhret sahibi ve ülkesinde soylu bir köke sahip olsa da, mağripli diye olmadık şekillerde aşağılanır. desdemona ile evliliklerinden doğabilecek çocuklar için iğrenç benzetmeler yapılır. talih'te de bir hörgörü dolanır durur; özellikle, kadın hakları savunuculuğuna soyunan ve bu konuda kitap yazan ve metinleri alabildiğine ilericiyken, gerçek yaşamında tavır alması gerektiğinde, işin ucu kendine dokunduğunda gerici davranan zoe fyne dolayımında. ünlü ve soylu bir şairin oğlu, zengin anthony ile sicili karanlık, sıradan bir soya sahip babanın yoksul kızı flora'nın evliliklerinden çocukların doğması ihtimali zoe'yi dehşete düşürür.  ayrıca, flora'nın babasının yahudi olma ihtimali bir şekilde sezdirilir; baba, aşağılık duygusunun yarattığı bir kibirle, onun yaptığı işi küçümseyen 'centilmenlere' çatar.

othello'nun, biliyorsunuz, sadece ilk bölümü venedik'te geçer. sonra, conrad'ın çok sevdiğini tahmin ettiğim fırtınalı bir deniz yolculuğunun sözü edilir ve diğer bölümlerde mekan hep kıbrıs adasıdır. ada, burada, bana kalırsa, conrad için bir gemi imgesidir. çepeçevre deniz ve gökyüzünün sonsuzluğunda, sınırları dar bir alanda derin, insani bir takım sorunlar  yoğunlukla yaşanır. sonsuz zamanda, belirli bir zamanı/geçmişi  ve sınırlı bir mekanda/gemide gelişen olayları anlatmaya istekli conrad'ın talih'i yazarken othello'yu fazlaca düşündüğünü sezdirir. ayrıca ferndale gemisi othello'nun gemisi gibi savaşa gitmemektedir belki ama, yükü, barut, dinamittir. aynı gerilim vardır.


"azgın dalgalar sanki bulutları dövüyorlar;
fırtınadan kabaran dalgalar dik, ejder yeleleriyle
sanki su atıyorlar ışıltısına küçük ayı'nın,
söndürüyorlar ezelden beri duran bekçilerini kutup yıldızı'nın.
hiç görmedim kuduran denizin bu denli karıştığını."
II. bölüm, I. sahne, s.57)


neyse ki conrad, yürek dağlayan, çok acıklı bir kitap olan othello'nun sonunun aksine iyi bir son hazırlar. sanki othello'daki cassio'nun yerini dolduran powell'ın talihiyle başlayan kitap, cassio'nun talihsizliğini paylaşmaz, kitap iyi sonla biter.

joseph conrad
talih
çeviren nilgün şarman
kırmızı yayınları

talih
karakterler:
yazar: marlow'un hikayeyi anlattığı isimsiz kişi.
marlow: gemi kaptanı, anlatıcı.
charles powell: ferndale gemisinin genç, üçüncü kaptanı.
mr. powell: gemicilik ofisi çalışanı. genç powell ilk işini onun sayesinde bulur.
roderick anthony: ferndale gemisi kaptanı.
carleon anthony: kaptan anthony ile zoe fyne'in babası. romantik şiirleriyle ünlü şair.             
john fyne: zoe'nin kocası, anthony'nin kayınbiraderi.
zoe fyne: kaptan anthony'nin kardeşi, radikal feminist.
eliza: flora'nın kötü kalpli öğretmeni.
charley: eliza'nın sahte yeğeni. 
mr de barrall:  ünlü ve zengin banker. iflas edip, hapse girer.
flora de barrall: barrall'ın genç kızı.
isimsiz akraba: de barrall'ın düşük sınıftan akrabası, flora'yı evlerine aldılar.  
franklin: ferndale gemisinin ikinci kaptanı, kaptan anthony'e kıskançlıkla bağlı.
mr brown:  ferndale gemisinin kamarotu.
jane brown: kamarotun karısı, flora'ya gemide hizmet ediyordu.


 w.shakespeare
othello
çeviren özdemir nutku
remzi kitabevi


othello
karakterler:

brabantio: bir senatör, desdemona'nın babası.
senatörler
gratiano: brabantio'nun kardeşi, venedikli bir soylu.
lodovico: brabantio'nun bir akrabası, venedikli bir soylu.
othello: bir mağripli, venedik devletine hizmet edeni bir soylu.
cassio: othello'nun dürst emir subayı.
iago: othello'nun kötü yürekli sancak çavuşu.
roderigo: venedikli saf bir bey.
montano: kıbrıs'ın eski valisi.
soytarı: othello'nun uşağı.
desdemona: brabantio'nun kızı ve othello'nun karısı.
emilia: iago'nun karısı.
bianca: cassio'ya vurgun bir yosma.


***

bugün kadıköy adliyesinde duruşmam vardı. çıkışta yürüdüm, hava soğuk ama nasıl temiz ve durgundu. kadıköy'de yapı kredi şubesinin yanındaki dükkanda yapı kredi yayınları satılıyor artık. ordan alışveriş yapmayı seviyorum. faulkner kitaplarımı tamamlamak için uğradım, sadece ses ve öfke'nin baskısı kalmış, onu aldım. diğerlerini sahaflardan bulacağım.

kendime dosyalarımı koymak için bir çanta aldım. fena değil. arçil'i bir cafe'nin sokağa çıkarılmış masasında bekledim. üstümde tente vardı ve yağmur yağıyordu. üşümedim, çok güzeldi. bolca çay içip, not defterime yukarıya aktardığım yazıyı yazdım. arçil geldi. ona bir anorak, pijama takımı, çoraplar aldık. sonra da bir kaç hediye.

otobüs yolculuğu uzun sürdü. birbirimizin omzunda biraz uyukladık. markete uğrayıp, çikolata, fındık, mandalina, elma, tost ekmeği aldık. eve gelip yemek yedik. ben biraz dinlendim. sonra bloğa yazıyı yazdım. arçil oyun oynadı. şimdi dizisini izliyor. güya uyuyamıyormuş. oysa sabah uykusunu almamış kalkıyor. tina arçil'in kucağında. ben de yatağa girip laptop'ta the good wife dizisini izleyeceğim.

3 yorum:

justine dedi ki...

Peri,
canım. Şimdi nöbetteyim, öğlen başladı sabaha kadar sürecek. Benim bölümüm bitti ama bugün arabayla gelmedim, gün ağarana kadar bekleyip, otobüsle gideceğim eve. Az kaldı, bitecek. Gece okumaya başlamıştım yazını, olmadı. Hem iş, hem nöbet arkadaşımla sohbet girdi araya. Kapattım, sonra daha dikkatli okumalıyım, Peri Talih'i yazmak için çok bekledi, ben de beklemeliyim dedim:)

Hâlâ gülümsüyorum sanırım, şaştım bu işe! Evet, yorgunluktan.

Talih'i okumadan konuşmak çok zor. Fakat ne güzel anlatmışsın, tane tane, sabırla. Biraz korkarak okudum aslında, okuma heyecanımı alacak belki bir cümle gelir diye. Ne bileyim, sonları umursamam ama, yine de... Şimdi Talih ana hatlarıyla gözlerimin önünde beliriyor. Karakterleri çizebiliyorum kafamda. Othello demişsin ayrıca, oysa uyarmıştım ben seni, "o kibirli bir adam" ona bulaşma diye:) Şimdi bir de Talih'in insanları var beyninde. Bilinçaltında hatta, hiç hayır deme, oraya sızıyorlar, biliyorum.

Conrad okumak istiyorum artık. Çok istiyorum. Gerçek bir misyoner gibi çalıştın ve şimdi rahat uyuyabilirsin. Sevgili Joseph seni kutsayacak:)

Canım sıkıldı bugün. Bir şeyler oluyor, ve "şimdi" sorunlu bir zaman. Biliyorum. Marlow'un anlatması henüz başlamamış, sesini duyamıyorum. Hâl böyleyken durumla, 'şimdi'yle baş edemiyorum. Bir uyusam her şey bitecek, eminim. Ne bahçe kalacak ne bahçıvan. Ne beden, ne irade. İago, kötülüğüyle korkutmuştu beni, tanrım ne düşünce!

Yay burcu o Peri, İago tabii. Olmaz dersin, ama öyle:p

Sarıldım.

(Kim bilir nasıl saçmaladım?! Affet, ama saat sabahın altı buçuğu, körü yani! Uykusuzluğa alışığım fakat duş almam gerek. Üzerimdekiler artık batıyor. Yarından sonra (c.tesi) yine nöbetçiyim ve bu sefer 24 saat. Yarın, ya da artık bugün mü demeliyim, her neyse iyi hisseder ve rahat koltuğumda çayımı içebilirsem, Talih yazısı için tekrar yazacağım. Şimdilik bu kadar.)

endiseliperi dedi ki...

sevgili justine,
teşekkür ederim. conrad nedense pek okunmuyor ülkemizde. internette türkçe, pek yazı bulamıyorum onun hakkında. kadıköy'de gittiğim kitapçıda da en alt sırada conrad'lar, eğilip bakıyorum, o derece. kafka'lar, faulkner'lar, calvino'lar desen en mutena köşede. conrad ciddi önemli bir yazar ve şu kadar olsun ehemmiyeti yok. evet, farkındayım, bir misyoner gibi duygusal bağlılıkla konuşuyorum conrad hakkında.

sen sanki bugün yine nöbetteydin, değil mi? bugün istanbul güneşliydi. mutfakta oturdum. storları indirdim güneş gelmesin diye, o kadar güneşli.

iago'nun yay burcu olduğunu nerden biliyorsun? hiç öyle bir ayrıntı hatırlamıyorum. ben yay burcunu çok severim, ama şekerim beni müthiş hayal kırıklığına uğratanları da var. sanıyorum yükselenleri çok etkili:p

saçmalamak filan, deme rica ederim böyle şeyler. çalışıyorsan çok kolay gelsin sana.

sevgiler.

justine dedi ki...

Peri,
canım. Nöbetteyim yine, doğru hatırlıyorsun. Bugünlerde sık nöbet geliyor, ülkeyi kurtaracağım, bravo bana!:p

Hızlı hızlı yazayım, bölününce dağılıyor kafam burada. İago neden yay burcu; çünkü Othello'nun kim bilir kaçıncı uyarlaması olan, Parker filminde Kenneth Branagh İago'yu canlandırıyordu! Ben o filmi çok sinirli ve gerçekten mutsuz bir zamanımda seyretmiştim. Çok geçti saat ve biraz içmiştim de. Nasıl deli bakıyordu İago, aman tanrım! Her zaman kitap okuma süreci daha çok etkiler beni, cümlelere vurulurum ama bu sefer Kenneth Branagh fena sarsmıştı. Benim oyuncum değildi, çok etkilendiğim bir oyunu yoktu, sadece Shakespeare tutkunu olduğunu biliyordum o kadar ama İago'yu gerçekten yaşıyordu adam. Neyse işte, bakmıştım o zaman nedir ne değildir diye, yay burcuymuş. Nasıl bir insan bir karakterin içine böyle girebilir diye düşünmüştüm. Eh, içkiliydim biraz, ayrıca iyilik ve kötülük üzerine düşünüyordum, bunun da etkisi var tabii. Benim için İago o günden sonra yay burcu kaldı. Tanrı affetsin.:)

Yay burcu sevilmez mi şekerim, neşeli, güleryüzlü insanlarız işte, daha ötesi nedir yani?:p Hah ha, hem felsefeyi filan da seven bir burç (yalan, sinir olurum!), ateş grubu üstelik, böyle gider bu:))

En ciddi tavrımla, yükselen etkili evet, diye söyleyeyim de kurtul bu muhabbetten:)

Bazı yazarlar bu ülkede çok seviliyor, haklısın. Kafka'dan onun için soğudum ben. Oysa ne kadar sevimli adamdır kendisi:p Benim bünyem popüler olan şeylere karşı tuhaf bir tepki veriyor. Tamam, okuyorum, sevdiklerim de çok (al işte Salinger, Dosto, Fowles!) ama ne bileyim. Bu da kibir olabilir mi acaba?

İzmir buz gibi! Hatta bırrrr diyorum, bağırarak giyiniyorum neredeyse dışarı çıkarken:) Evde giyinmek, süs filan yok, pijama, hırka, hırka, hırka, utanmasam bere filan. Neticede storları indirdim ben de canım, ama soğuk gelmesin diye!

Sarıldım, ben buradayım biliyorsun. Zaman bulsam yazarım tabii, niye yazmayayım? (bkz; Bazarov) :)