"...Çık ortaya çay içtin çay içtin çay içtin gözbağını çözemez hiç kimse..."
Bunları eskiden, buzdolabının üzerine post-it'le yapıştırmıştım. Hoşuma gidiyor çayın tekrarı. Şimdi çay içiyorum, biraz başım ağrıyor. Neolitik Hanım yazmış sanırım, çayın içine tarçın çubuğu koyup öyle içiyorsun. Yaptım, tuhaf oldu:) Böyle hâller içinde bir kadın işte. Sevgiler.
iyiymiş. benim buzdolabının üstündeki post-it'te, kalın zımpara, su geçirmez ahşap cilası yazıyor:)büyüyünce olmak istediğim meslekler arasında marangozluk da var:) başım ağrımıyor, hiçbir yerim ağrımıyor. tavuk kanatlarını sosa koyup bekletiyorum. tina'nın ciğeri pişiyor. arpa şehriye pilavı ile bir de salata. yanlarında da portakal ve nar suyu sıkacağım. karar verdim, içim rahat. bir yerimde ağrımıyor. güneş güzel battı. teras kapısı açık, radyoda güzel bir müzik var. arçil gym salonuna gitti.insan mutlulukla yoğrulmuş bir şey, bazen içimden taşıyor, zaptedemiyorum... koşsam, koşsam istedim bugün. koşarken gülümserim. elimde değil. çocukken çok hızlı koşardım, gülmekten katılarak. bir kız arkadaşım sevişirken gülümsediği için erkek arkadaşı bozulmuş, dalga mı geçiyorsun, demiş. ama diyor arkadaşım, öyle mutlu oluyorum ki beni öperken, gülümsememi tutamıyorum.
neo hanım'la tanışmanı isterim. çok tatlıdır. doğasında iyilik var. ve türlü şeyler dener. tatlıya bayılır. onun deneyip beğendiği çoğu tatlı, bana çok tatlı gelir. tarçını hiç sevmem. çayın içine tarçın koymak benim için olağandışı bir şeydir. yapamam. ama neo hanım'ın yaratıcılığına hayranım; düşün çaya şekeri atıp onu bir çubuk tarçınla karıştırıyorsun, tarçın seven biriysen bundan daha hoş bir şey olamaz. deha basit şeylerdedir. ancak, fikir aklımda; yeşil çay yaptığımda tarçın çubuk koyacağım içine; tarçın ve karanfili yeşil çayla seviyorum.
hmmm... şenay'ın dediği gibi, böyle küçük küçük (trajedilerle) mutluluklarla geçip gidiyor gün, demek:) hazır bana uğramışken sorayım; atze'nin (sen) kavak ve karga yazısını okudun mu?
Canım ben sana uğramıyorum ki, rutinim bu, genelde buradayım:p Hah ha, şaka şaka, seviyorum sana uğramayı, hani şöyle bir komşu tipi vardır, bir çay-kahve içmeye uğrarsın, iki laf edersiniz. O da sana aynen öyle uğrar, sıkıntı dağılır ama uzun bir oturma olmaz. Sana iyi gelen -onca şikayete rağmen-, yalnızlığın kırılmaz. Benim öyle bir komşum vardı. Laden hanım, yaşı benden büyüktü. Elli küsur filan. Çok iyiydi ilişkimiz. Kapılarımız karşılıklıydı ama birbirimizi hiç rahatsız etmezdik. Rutin kahve içmelerimiz vardı, kasvetli havayı dağıtmak için. Sonra ikimiz de kendimize dönedik. Yay burcuydu, yalnız yaşıyordu:p
Ben de gülümsemeyi severim, ama her zaman değil tabii:p
Tarçını elma ve limonla seviyorum, Neo hanımın sayfasına yazdım. Sen elma seversin bir denesene.
Atze'nin yazısını okumak için vaktim olmadı. Nöbet, şu bu ve Atze çok uzun uzun yazıyor biliyorsun. Ben önemsediğim yazıları aralara sıkıştırmayı sevmiyorum. Senin Conrad yazını da neredeyse bir ritüelmiş gibi okumuştum:)
Farkındaysan Atze ile pişti olmuşuz, o kavak, ben kavak, arada dilek tutsana:p Tabii ben yine de kavak benim ağacım diyemem, hem ben ağaç filan da olamam öyle, bir şey olmak ne zor tanrım! Bütün ağaçlar çok güzel, bir orman gibi kardeşçe yaşasak ya:p Tamam saçmalamaya başladım, bitiriyorum.
Canım Peri, "güneşli günler de sıkabilirmiş insanı, bir raslantı gibi gelen mutluluklar da", aklında olsun;p
Çok sarıldım ve öptüm, ayrıca başımın ağrısı geçti, müjde:)
bana uğramanı seviyorum ben de. kapı komşum yok benim. apartmanın tepesinde, tek daire. uzayda yaşıyor gibiyim:)yönetici bana küs, toplantılara katılmıyorum, diye. bugün alışverişe çıktığımda karşılaştık, bana selam vermedi:) onu bir gün tutup kendimi anlatacağım, ben böyle böyle yabani bir insanım, size özel değil, filan demek ama, küslük bile bir ilişki ya, onun seçtiği bu biçimi sürdürmeye karar verdim. tuhaf bir adam, bir ayağı aksak, gizlice içiyor, ama bunu herkes biliyor ve bunu mazur göstermek için girdiği haller var. bazen beni yolda yakalıyor, yolda durup apartmanın boyanması işini konuşuyoruz filan:) söylediği her şeye aslında aşırı ilgi gösteriyor, her cümlesine tepki veriyorum. ama toplantıya, o kadar insanın içine beni sokmak, bu olanaksız bir çaba, bunu nasıl anlatsam ona.
güzelim elmanın herhangi bir ek katkıya ihtiyacı yok, justine. bu bahsi bir daha açmayalım. elmayı severim, onu neyse, ne kadarsa öyle severim. bu konuda alınganım, bir daha konuşmayalım bu konuyu:)
"bir şey olmak ne zor, tanrım!" justine, unutmazsam bununla ilgili bir alıntı yazayım ben bu gece. çok hoş bir alıntı, seveceksin.
eğer mutluluk dediğim şey maskenin dayattığı bir anlamsa asla sıkılmam, kimse de sıkılmaz. o sıkılanların içi sıkılır, maskeden, o derindeki, gizlenmiş rol yaptığın hissi seni uyarır durur çünkü. aklında olsun bu:)
öpüyorum. canım. evin olacağına, komşun olsun, komşun yay olsun.
Hah ha, düzeltmeyi görmemişim, on kere okudum cümleyi, allahallah, niye anlamıyorum ben! diye diye:))
Sevgili Peri şimdi benim de komşum yok, komşu sevmem ama mutsuzum bu konuda, bir ara sana uzun uzun anlatacağım.
Sana kim nasıl küsebilir ki? Hoş, bana da küsmemeliler ama oluyor öyle, insan işte sağı solu belli değil:p Apartman toplantıları hakkında da söyleyecek çok şeyim var fakat yazsam Şvayk'ın anılarını geçer. Susacağım!
Ya tamam elma mis gibi bir şey ama bir denesen ne kaybedersin ki, yuh yani bu ne inat!:p Bir de koç burcu olacaksın (yazdım ama koç inatçı mı değil mi unuttum, tanıdığım tüm koçları düşündüm hatırlayamadım), yakışmıyor sana. (elma paragrafını gülerek okudum, çok tatlısın sen:))
Düşün, yazıyla sohbet eden blog yazarları toplanıyormuş! Bir temaşa, bir nümayiş. Hah ha, kabus!!:))
bilmiyorum, justine. kendim hakkımda inatçıyım. bunun dışında beni sonsuz bir uyum, özveri, iyilik, bir melek gibi görebilirsin. ama içimde benim büyüttüğüm o şeye bir müdahale olmasın, gerçek bir müdahale, o zaman vahşileşirim, inadım tutar. ben çünkü onunla ayaktayım, onu benden alırsan, bozmaya kalkışırsan, herhangi biri olurum ben. buna izin vermem. elmaya dokundurmam, justine! al muzu, yoğurt, bal, cevizle şahane tatlı yap. yok, kızart, çikolata sosu dök, hiç itirazım olmaz. ayvayı pişireceğiz de, boya da katacağız, tarçın da ceviz de kaymak d a koyalım üstüne.... oluuur, yapalım. ama bana elmaya tarçın serpelim, deme. asla! armudu fırına ver, içini dışına çıkar hiç acımam. yahu kiraza tüm gece şekerle işkence edilmesine, sabah köpürte köpürte pişirilmesine bile itiraz etmemişliğim var benim. bunlar bile katlanılması zor şeyler ama dayanırım, ama damarıma basıp bana elmaya tarçın serpelim dersen, işler bir anda değişir. bilmem anlatabildim mi! (yanımda, masada bıçak d avar, bunu derken:)
Diğer meyvelere yapılan işkenceleri anlatmışsın ya, bayıldım bayıldım! Hele kiraz... Artık sıradan bir reçele, sadece reçel diye bakamayacağım, çok sağol, zaten onca sorunum var, bir de bu eklendi!:))
Gittim şimdi ben, bahsettiğin alıntıyı yazarsan sonra, gelirim yine. Biraz kitap okumalıyım.
""bir hafta önce birisine ihtiyacım vardı. neredeydin?" dedim ve devam ettim: "oraya birini buldum." " öylesine bi kitabı aldım ve öylesine bir cümlesini yazacağım dedim, şansınıza bu. adım geçtiği için ayrıca sevdim. sevgiler.
şenay (bana başka bir isim vermediğin sürece, bunu kullanacağım. bazı şahane yazılarından sonra içimden sahip demek geçiyorsa da gururum elvermiyor buna:) ben toros dağlarında dolaşan eşkiya gururu dolu masallarla büyümüş biriyim. yıkarım dünyayı uğruna ama sana sahip demem :p)... hah... şenay, şansıma çıkan cümle çok manidar. bana gençliğimi hatırlatıyor. o zamanlar dünya böyle estetize edilmiş bir çöplük yığını gibi gelmiyordu, elini nereye atsan bir avuç altın avuçlayacaksın sanki, öyleydi. şimdi ise, sevgili şenay, amerika'daki altın arayıcılarından beter haldeyim, dağları deliyor, ırmaklarda gün boyu buz gibi suyun içinde eleklerde bir tanecik altın zerresi bulurum diye umutlanıyorum. birine mi ihtiyaç duydum, başkasına değil, illaki ona, bu duyguya sıkısıkıya sarılıyorum. bu kıymetli bir duygu diyorum. onun yerine asla, asla başkasını koymuyorum. şimdi böyleyim. iyi, dürüst, sade, sıfır numara biri olmaya çok itina gösteriyorum. bana düşmanlık yapanlar oluyor mesela, ne kadar yalnız, diyorum mesela. gözlerim doluyor. seni kimler bu hale getirdi, diye sarılmak istiyorum. budaladan beter, gülünç biriyim böylece belki, ama senin yerine başkasını koymayacağıma güvenebilirsin. sen gidersen (ki izin vermem buna, biliyorsun:) yerin boş kalır. ne zaman istersen... ne zaman yanlış yapsan, hangi korkunç düşünceler seni ele geçirirse geçirsin, kendini rezil hissetsen bile bilirsin böylece, ben bir yerde altınım. burda altınsın... asla, asla yalnız hissetmezsin böylece. sakın.
kulaklarım çınlamıştı, senmişsin :) tatlı ve iyi miyim gerçekten? insanı mahçup ve mutlu edecek şeyleri nasıl da bulup söylüyorsun...
tarçına bayılırım, bana zencefil olsun, karanfil olsun zaten, son dönemde de muskata taktım, bal kabağı çorbasında çok güzel oluyor.
benim buzdolabında da "amantes amentes" (aşıklar delidir) yazıyor! çok romantiğim :P hemen yanında da üzerinde pehlivan resmi olan ve kırkpınar köftecisi yazan bir magnet var!
elbette, öylesin...hmmm.... neo? sana tuhaf bir şey diyeceğim şimdi, ama beni iyi anlamazsan çok tuhaf olur. sen bana halid'in yadigarısın. sanki şöyle oldu; halid, bu çok güzel, tatlı bir şey, onu korumanı isterim, dedi. ben böyle anladım. halid yok şimdi. gitti. ama sen burdasın, sen hem tatlı ve iyi bir şeysin, hem de halid'in bıraktığı bir şeysin. seni bu yadigarlığınla sevmiyorum sadece, yanlış anlama sakın, halid'in yadigari olarak bir tarihle katlanarak sevmiyorum, ama tüm bunlar iyiliğin ve tatlılığın üstüne kutsal bir baharat, bir safran gibi dökülüyor, tamam mı. seni düşünürken, birinin kulağına, "ben akrebim, bilmem anlatabiliyor muyum?" diyişin geliyor, gülümsüyorum, "dağın sesi" adında tuhaf bir kitap okumana sevecenlikle gülümsüyorum, battaniye, ah o battaniye yapma hadisen beni yerimden sevinçle zıplatıyor, yolculuklarda yeme içme yükünü sana yıkmalarına kızıyorum... böylece sen gözümün önünde, hiç bir şeye kapılmadan, sadece doğası iyi olduğu için iyi ve güzel şeylere yönelen biri oluyorsun. bu imgeye safranı da serp şimdi... eee...:):)
seni asla ama asla boşlamadım. gözüm uzaktan ama hep üstündeydi. bunu bildiğini biliyorum.
Yaa ama harika bir çay sohbeti gibi bu yazılanlar sevgili Peri.
Bir pasajın içinden geçilerek ulaşılan minicik bir çayocağı hatırlatıyor bana. Masalardan birinde çok ilginç bir çift gördüm birgün. Biri kara çarşaflar içinde, yalnızca ışıl ışıl, cin gibi gözlerden oluşuyor, gidip "ne kadar güzelsiniz" deme isteği uyandırıyor içimde. Yanında da saçı sakalı birbirine girmiş, boynunda kenevir yaprağı kolyesi, kafası dumanlı tütün saran bir delikanlı. Tütün sarıyor özenle, konuşma zorunluluğu hissetmiyorlar. Bakıp sayfalarca okunurlar oysa. Çarşaflı güzel kız çakmağı yakıyor biraz uzaktan, saçları tutuşmasın diye delikanlının, dudağının köşesini kıvırıyor delikanlı, saçlarını çekip, sigarasını aleve uzatıyor. Sonra birlikte, çok lüks mobilyaların olduğu bir kataloğa gömülüyorlar. Farklı ve uyumlular. İkisine de sarılıp "sizi çok özledim" dememek için zor tutuyorum kendimi.
Aralarına katılmak, yani sırf güzel olduğu için "benim olsun" istemek değilde herhangi birşey için, gördüğüne çok ama çok sevinmek. Öyle hissediyorum okuduklarımdan, mutluluk duyuyorum. Sürsün, sürsünn.
Sevgili Justine, kavak dediğin sen gibi olur, çok teşekkür ederim. Haklısın, gevezenin önde gideniyim, ne boğucuyum di mi? Neyse sustum. :)
sakın susma, atze. anlattığın o çift, o görüntü muhteşem. ne hissettiğini öyle iyi anlıyorum ki. çünkü atze, bıktım ben, bıktım bir şeyin, sana çok yabancı, anlayışına ters, düşmanca bir takım kavramlarla işlenip, senin hissettiğinin anlamı budur denmesinden, tamam mı! anlattığın sahneyi, aynen senin gördüğün gibi görüyor ve çok seviyorum. senin burdaki sohbette hissettiğin şeylerin niçin iyi, sıcak, anlayış ve sevgi dolu olduğunu anlıyor ve seni kucaklıyorum.
Sevgili blog klanına tabi dostlar, ben o görüntüden duygulandım, bir heyecan yaptım, niye ki?:p Hah ha, valla bir konuşsam, deli gibi gülersiniz ama yine susayım ben:) Ben, yazını (alıntı?) bir okuyayım Peri, sonra buralardayım, bira koydum şimdi kendime, ama buz gibi! İçmek için sadece istek yetmiyor, bir de cesaret gerek.
p.s.: Şaka yapmıyorum, Atze'nin yazısını okurken (o görüntü) bir an için kalbim hızla çarptı, biraz feraset sahibi olun lütfen:p
justine, bazen konuşabilecek birbirini sevecek iki insan nedense yüzyüze gelince susar, anlatamaz. konuşur da, o kadar geçek olmaz. hmmm... eee... sen, çok tatlısın. sen benim... hmmm... sen öyle doğal ve tatlısın ki, konuşmak çok kolay sen varken konuşmak kolay.... hmm... canım justine anladın sen.
Çay altında "iyi ve sıcak", üstelik, kalkmış sulu bir sohbet yapıyoruz. Seni, sizi bilmem, ben içki muhabbetini hissettim iliklerime kadar ve ben sarılırken bile düşünürüm Peri. Gözlerim fer fecir (bunun doğrusu bu mudur? bak yine!) okur ve ağlamaları kendime saklarım:) Of Peri, of! Yukarıya bir şeyler yazıp müzik dinleyeyim ben.
çay başlığı altında, içki sohbeti yapmak; içki içerken sakin, sade bir akşamı özlemek... frédéric, alabildiğine bohem bir partide madam arnoux'nun dikiş dikmeli, çay içmeli, sakin ev yaşantısını özler. ordan oraya koşturur gönlünü yetiştiriken. biz, bahçemizde, gül de olsun, domates de, zeytin ağacı olsun ama elma ağacı da olsun isteriz. ama olmaz. seçim yapmak gerekir. bahçende her şeyi yetiştiremezsin. seçim, bir kesinlik ve tutkuyu içermeli. zor iş vesselam.
nasıl, bu kahve servisiyle, bu sinir sohbetle, soğutabildim mi ortamı biraz:)
Ne kadar güzel bir sohbet olmuş burada. Yüzüme salak bir gülümseme kocaman yayılarak okudum her satırı.
Hmm, benim de buzdolabımda iki şey yazıyor: "How can I miss you if you won't go away?" bir de "A tidy house is a sign of a wasted life". Neonunkine de özellikle bayıldım.
Bu vesileyle Atze'nin blogunu görmüş oldum. Eh, uyanır uyanmaz bu kadar şey, az değil. :)
PAAAAAAAAAAA! hoşgeldin. seni gördüğüme çok sevindim. hava ne güzel, değil mi? birkaç gün sonra gidecek bu hava ama sonra baharda hep böyle! öyle seviniyorum ki bahar yakın, diye.
evet, dün gece çok hoştu bence de. sabah daolsa gelebilmene sevindim çok.
:):) çok güzlemiş magnetlerin. ah! hiç sorma, her gün süpürmek gerekiyor bu evi. şu an arçil'in odasında öğretmen var, o gitsin, yine süpüreceğim. çamaşırları astım, ama hava ne güzel, hemen kururlar. sanırım ben temizlik yapmayı seviyorum. tuhaf şekilde rahatlıyorum. temiz bir evde okumak, film izlemek ve tertemiz mutfakta yemek yapmaktan daha güzel ne var!:p
atze çok güzel yazıyor. punto biraz minik, italik ve koyu bir zeminde, bazen şöyle başlayayım sonra devam ederim diyorum bu zorluklarla gözüm yılınca, ama bir bakmışım yazının sonuna kadar okumuşum. bırakamıyorum hiç. ve okuduktan sonra neşeli bir şey oluyor bende.
Benim buzdolabının üstünde sadece pizza mizza yerlerinin magnetleri var. Little Ceasar'ınkilerden şöyle bir 10 tane var. Niyeyse. Onları ben haç şeklinde diziyorum. Annem her geldiğinda şöyle bir bakıyor, güya bana çaktırmadan bozuyor hemen. Bozarken de bir sürü söyleniyordur eminim, "bu çocuğun da ne olduğu belli değil, hristiyan mıdır, yahudi midir.." diye. Suratıma da söylüyor sık sık gerçi: "Oğlum senin de ne bok olduğun belli değil", diyor.
PA bana da gösterdi Atze'yi, ben de ekledim. Eskileri de biraz karıştırdım; çok hoşuma gitti. Ne kadar doğal, kızdığı insanları bile nefretle anlatmıyor, yalnızca oradan uzaklaşıyor. Ben bu sükuneti çok kıskanıyorum bıdı bıdı diye anlatayım dedim PA'ya ama benle alay etti (yine). Zaten hanfendi bir şeyimi de beğensin dişimi kırıcam. Yalnız o koyu italik temaya bir şey yapılması lâzım gerçekten.
:)annen haklI. ben üniversitede okurken, kocaman, kahverenkli paket kağıdına, çarmıha gerilmiş isa resmi çizip asmıştım karakalem. annemle babam ziyaretime geldiklerinde görmüşlerdi. gençlik işte, insan sadece karşı ve farklı olmak istiyor. büyüdüğünde geçer, faruk ahmet:)
atze'yi okuyup sevmene çok sevindim. onun bakışından itibaren çok farklı, fantastik bir dünyaya gidiyorsun sanki. ve şaşırıyorsun "aa, aslında anlattığı dünya bu dünya, yaşasın! ben de bu dünyadayım atze ve tüm o canlılarla birlikte, ne güzel!" diye düşünüyorsun. bu çok zenginleştirici bir şey. seviyorum atze'yi ve onu okumayı. sanırım bunları okursa fontu, puntoyu, fonu değiştirir artık.
PA ile arkadaşlığınızın, konuşmalarınızın çok tatlı, gülümseten bir yanı var. ikinizi öyle seviyorum, ayyy ayrı ayrı da seviyorum (PA o sözüme takılırdı şimdi müthiş duyarlılığıyla, ekleyeyim hemen:)
farukahmet yazsana sen de artık. ne ıssız buralar.
Çok utandım ama, teşekkür ederim. Değişecek o karanlık, kuşlar da gelecek, hemen değilse de, söz, olur mu?
Meyve katliamını düşünüyordum sevgili Endiseliperi. Yine yeniden okumak istedim ve nedir biz insanların bu doğa merakı nedir diye düşünüp henüz yazmadığınız yazıyı, sanki bunlar yorum kutucuklarında kalmamalı diye düşünmüştüm. Ihm. Yazmayı düşünür müsünüz? Çok mutlu olurum.
aa, neyi yazmayı, atze? biraz hastayım sanki, kusura bakma dikkatim dağınık sanki. yazarım tabii mutlu olacaksan, ama neyi yazmalıyım?
sevgiler.
* kuşları çok merak ediyorum gerçekten. benim için düşündüğünü tahmin ettiğim bir kuş var, bakalım o mu, çok heyecanlı:)bu seni telaşlandırmasın, benim ne düşündüğümü düşünme, lütfen.
Sessiz sessiz geliyorum çoğunluk, gülümseyerek okuyup işler yolundaysa seviniyorum. Değilse yolunda olsunlar lütfen diye dua ediyorum.
Hava bugün çok neşeliydi, evet. Biliyorsun ben sevmem baharı ama, hatta sevmemek ne kelime, düpedüz nefret ederim bahardan. Bahar boyu somurturum. Bu kışın da son bir iki hafta hariç pek hoşluğu yoktu. Geçen kış ne güzeldi, yağmurlar hiç dinmedi, sabah yahut öğle vakti pencerelerden içeri girip de insanın canını sıkacak bir güneş hiç yoktu. Dışarı çıktığında ayaz kemiklerini titretiyordu. Harika bir kıştı. Şu soğuk, güneşsiz ülkelerde insanlar intihara meyilli olurlarmış ya, derler hep, hiç anlamam. Güneş yoksa intihar da yok bana göre.
Ben bir türlü olmam gerektiğini düşündüğüm kadar temiz ve düzenli olamıyorum Peri. Anneannemin yüreğinde bir çıban benim düzensizliğim ama düzenli ve tertemiz bir evin insanın içini ne kadar rahatlattığını, o evde daha rahat kitap okunup film izlendiğini de biliyorum. Keşke bu kadar tembel olmasaydım. Belki o zaman bahara da "neden illa neşelenelim istiyorsun, uğraşmasana benimle" diyerek bu kadar kızmazdım.
Tina'ya rica etseniz, bir sıcak çorba yapsa, hı sevgili Endiseliperi, yapmaz mı? Peki biraz çay... doğru ya. Patisiyle biraz meyve yuvarlasa size... belki. Meyveye uzanırken, hadi uzanıvermişken bir de örtü çekip alsanız üzerinize, ardından da temiz hava. Artık güneş dünyaya daha bir yakın hem. Vtmn, vtmn diye sevinse bünyeniz.
Meyvelerin bir hallere sokulmasıyla ilgili yazınız şu yorum kutucuğunda kalmasın diye düşünmüştüm. Sonra insanların neden bir doğa merakına girmiş olabilecekleri ile ilgili, düşünmüş ama yazmamıştınız. Ve tabi kendinizi hangi ağaçta bulursunuz, hangi kuşu seversiniz, siz de yazmalısın. Tutmasın, olsun. :) Biraz tahmin yürütüp, biraz hayal kuruyorum işte, biliyorsunuz, eğleşiyorum. Ama mesela içinizden geçen ağaç ıhlamur değildi sanki. Düşündüğüm elma ağacıydı, hayal ettiğim ıhlamur.
Kuşunuz için, derinlerinize baksam, puhu diyeceğim. Boy ve yaşamınızın yapısına baksam leylek. Gördüğümse ispinoz. Sonra blogunuzu keşfettiğimde zihnimde beliren karasağandı. İlk mektubumu da bu kuşla uçurmuştum size. Serçe de birden doğuvermiyor mu içime. Gel de çık işin içinden. :) Halbuki, çok başka bir kuş söyleyeceğim.
Bugün başınıza zindelik gelsin, diledim. Sevgiyle.
:) ben yemek yaparken tina beni çok izler. dikkatle izler. onun bakışını farkettiğim zaman hep gülerim. eh, artık öğren bir şeyleri yapmayı, kızım, derim. onunla konuştuğumu anlayınca, başını kaldırır, gözlerini tatlı tatlı kısıp, miyav, der. mutfakta otururken ben, o soğuk diye durmak istemez, ama yanımda da olmak ister, beni odaya götürünceya kadar miyavlar. odaya taşınır, yatakta laptop'u kucağıma alırım. o da peşimden girer, rahatça gerinir, radyatörün üstüne, beni göreceği şekilde uzanır. artık mutludur. ilişki her zaman işbölümüne bağlı olarak sürmez. bazen böyle sadece sevmek ve sevilmek üstüne kurulur. tina'nın işi sadece beni sevmek. ilişkimizi böylece kabul ediyorum.
evet, güneş daha yakın. ve açıkradyo'da çevre programlarını dinleyerek, bilimkurgu filmlerindeki o korkunç felaket sonrası dünya muhayyilesi ile zihnime endişe salıyorum. soğuğun bitmesini istemekten de bir suçluluk duygusu üretiyorum. güneş imparatorluğu filminde savaşı, oyuncağının ışığıyla başlattığını düşünen çocuk gibi, küresel bozulmadan kendimi sorumlu tutuyorum. şu evin içinde tek başıma ürettiğim endişe bir sürü insanı besler, baksana:)
sevgili atze, zevk alınan bir sohbet, benim için kutsaldır. o sohbetin doğduğu koşulların mucizemsi bir tesadüfiliği vardır. o sohbet orada yapıldı, yuvası orası, orası hakediyor yani bunu. ben onu alıp, süsleyip püsleyip başlığa taşırsam, frankfurt'a götürülüp, üstüne cici elbiseler giydirilmiş heidi'den beter olur o yazı. hataları bile düzeltmiyorum ki, eğer bir gün yeniden okursam, ben böyle hatalar yapan birymişim, diyeyim diye. çünkü hatalar, cahillikler derhal silinir, örtbas edilir ya... buna anlam veremem. hataların da kendi tarihlerini sürdürmesine izin vermek gerekir.
hayır, atze, ıhlamurdan gayet memnunum. senin beni ıhlamur olarak görmenden memnunum. bir başkası başka bir ağaç olarak görür, çalı olarak görür diyelim mesela, ondan da memnun olurum. benim hakkımda, isterse olumsuz olsun ama iyiniyetli ve samimi bir algının ifadesini önemserim. elmayı seven, elmaya aşık biriyim. ama sanırım elma değilim. ıhlamurdan gayet gayet hoşnutum ve o senin yazın da muhteşemdi bence. kuşkularla onu bozmayalım.
ah ne hoş... leylek çok sevdiğim bir kuş. olmayı isterim. kaçak bana kırlangıç hanım, der:)puhu kuşunu tanımıyorum, ama çok esrarengiz geldi şimdi sen diyince. elmaysam o halde serçeyim:) ispinoz değilim sanki. ama hangisiyim? yazını merakla bekliyorum. sevgiler çok.
sevgili PA, sen beni merak ediyorsun da ben seni merak etmiyor muyum? geldiğinde seslen, kendinden azıcık haber ver, lütfen.
baharı sevmeyen biri olmak istiyorsun sen, PA. ama senin doğan öyle mi? emin değilim hiç. kışı kim sevecek diye endişeleniyor, müthiş bir şefkatle kendini ona veriyorsun belki. kendini, karanlık, kuytu, rahatsız, tekin olmayan yerlerin temsilcisi yapmak istiyorsun. bundan bir tat da alıyorsun belki, ama sahiden sahiden o karanlık azınlığın temsilcisi sen misin? insanın kendine ettiğini bir düşmanı etmez. savurur, itekler, hor görür ve sen busun, deriz. zavallı kendimiz, boş bulunur, yağmur sonrası kaldırım kenarında gördüğü o sıradan sarı çiçekle duygulanıverir. akılla, bilgiyle, bir sürü kolluk kuvvetiyle zapturapt altına aldığı kendisi bir yarıktan sızar ve bir bahar yağmuru sonrası içinde pıt pıt sevinç zıplamaya başlar. bana öyle gelir ki sen kışı sevmek isteyen birisin sadece. bu da anlaşılır.
şu an evi süpürmem gerekiyor. nerde ne pislik var hepsini biliyorum. ben de temiz değilim. yapıyorum ama, düzeni sağlayacak uzak karakollartım hiç yok. sedir altı, koridor kenarı, dolap içleri... toz toz. bu başkaldırı karşısında yılıyorum bazen. isyana karşı gelmiyorum. bugün gelmeyeceğim mesela. biraz okuyacağım, arçilin boğazı acıyor onunla ilgileneceğim vs vs.
yarından itibaren hava tekrar soğuyacak. sevinebilirsin:) ama PA, bahar geliyor! yaşasın bahar geliyor! :)
Bugün o kadar mutsuzdum ki. Üşümeler de çeşit çeşit ya hani. Yalnızken başka üşür insan, mutsuzken başka üşür, sevinçliyken başka, neşeliyken başka. Mutsuzluktan üşüdüm bugün. Bence bu mutsuzluğumda bahar havasının da etkisi vardı. Bahar neyse de, kuzuların kesin var.
Birkaç gün sonra, pazartesi aslında, bir sunumum var. Ona çalışıyorum, o yüzden de kütüphaneye gittim öğleden sonra. Kütüphanede wireless var ama nedense bloggera girmek engelli. Ben çıkmadan önce henüz yorumlar yayınlanmamıştı, tüm gün "Acaba Peri benim bahar huysuzluğuma ne yazmıştır" diye düşündüm. :) Biraz önce, saat 10.00 gibi, yorgunluktan ve üzüntüden harabe gibi eve gelince, hemen sana koştum, bir de Neolitik Hanım'a. Ne güzel, yorumlarınız beni bekliyordu. Isınıyorum şimdi.
Sence öyle miyim? Muhtemeldir. Bir iki hafta önce biri bana "Karşımızdakini üç aşağı beş yukarı tanırız da, kendimizi hiç bilmeyiz" demişti. Muska gibi taşıyorum o sözü üzerimde. Öyledir belki. Ben, senin gözlemlerine kendiminkilerinden daha çok güvenirim, tamamen içgüdüsel bir şey bu, hele mevzu insansa.
:) kuzuların kulaklarını çekmek lazım. seni üzmesinler. yarın hava soğuk, daha mart var hem, o bahar sayılmaz.
canım PA, sana uzun bir yorum yazdım, sonra sildim. biraz iyi anlaşılmazsa sorunu olan bir yazıydı. onu silince de kendimi pek iyi hissetmedim yazmak konusunda.
sunumunu başarıyla yaparsın umarım. kışa dikkat et, soğuklar fenadır, insanı hasta eder:P
öpüyorum çok, kucaklıyorum da, güzelce ısın:p, sevgiler. f arukahmet'e selamlar.
34 yorum:
Ne yaparsaniz yapin savasmayin da!
hmmm...
"...Çık ortaya
çay içtin çay içtin çay içtin gözbağını çözemez hiç kimse..."
Bunları eskiden, buzdolabının üzerine post-it'le yapıştırmıştım. Hoşuma gidiyor çayın tekrarı. Şimdi çay içiyorum, biraz başım ağrıyor. Neolitik Hanım yazmış sanırım, çayın içine tarçın çubuğu koyup öyle içiyorsun. Yaptım, tuhaf oldu:) Böyle hâller içinde bir kadın işte.
Sevgiler.
iyiymiş. benim buzdolabının üstündeki post-it'te, kalın zımpara, su geçirmez ahşap cilası yazıyor:)büyüyünce olmak istediğim meslekler arasında marangozluk da var:) başım ağrımıyor, hiçbir yerim ağrımıyor. tavuk kanatlarını sosa koyup bekletiyorum. tina'nın ciğeri pişiyor. arpa şehriye pilavı ile bir de salata. yanlarında da portakal ve nar suyu sıkacağım. karar verdim, içim rahat. bir yerimde ağrımıyor. güneş güzel battı. teras kapısı açık, radyoda güzel bir müzik var. arçil gym salonuna gitti.insan mutlulukla yoğrulmuş bir şey, bazen içimden taşıyor, zaptedemiyorum... koşsam, koşsam istedim bugün. koşarken gülümserim. elimde değil. çocukken çok hızlı koşardım, gülmekten katılarak. bir kız arkadaşım sevişirken gülümsediği için erkek arkadaşı bozulmuş, dalga mı geçiyorsun, demiş. ama diyor arkadaşım, öyle mutlu oluyorum ki beni öperken, gülümsememi tutamıyorum.
neo hanım'la tanışmanı isterim. çok tatlıdır. doğasında iyilik var. ve türlü şeyler dener. tatlıya bayılır. onun deneyip beğendiği çoğu tatlı, bana çok tatlı gelir. tarçını hiç sevmem. çayın içine tarçın koymak benim için olağandışı bir şeydir. yapamam. ama neo hanım'ın yaratıcılığına hayranım; düşün çaya şekeri atıp onu bir çubuk tarçınla karıştırıyorsun, tarçın seven biriysen bundan daha hoş bir şey olamaz. deha basit şeylerdedir. ancak, fikir aklımda; yeşil çay yaptığımda tarçın çubuk koyacağım içine; tarçın ve karanfili yeşil çayla seviyorum.
hmmm... şenay'ın dediği gibi, böyle küçük küçük (trajedilerle) mutluluklarla geçip gidiyor gün, demek:)
hazır bana uğramışken sorayım; atze'nin (sen) kavak ve karga yazısını okudun mu?
mutluluktan çıldırmadan mektubuma son vereyim:)
öpücükler, sevgiler.
Canım ben sana uğramıyorum ki, rutinim bu, genelde buradayım:p Hah ha, şaka şaka, seviyorum sana uğramayı, hani şöyle bir komşu tipi vardır, bir çay-kahve içmeye uğrarsın, iki laf edersiniz. O da sana aynen öyle uğrar, sıkıntı dağılır ama uzun bir oturma olmaz. Sana iyi gelen -onca şikayete rağmen-, yalnızlığın kırılmaz. Benim öyle bir komşum vardı. Laden hanım, yaşı benden büyüktü. Elli küsur filan. Çok iyiydi ilişkimiz. Kapılarımız karşılıklıydı ama birbirimizi hiç rahatsız etmezdik. Rutin kahve içmelerimiz vardı, kasvetli havayı dağıtmak için. Sonra ikimiz de kendimize dönedik. Yay burcuydu, yalnız yaşıyordu:p
Ben de gülümsemeyi severim, ama her zaman değil tabii:p
Tarçını elma ve limonla seviyorum, Neo hanımın sayfasına yazdım. Sen elma seversin bir denesene.
Atze'nin yazısını okumak için vaktim olmadı. Nöbet, şu bu ve Atze çok uzun uzun yazıyor biliyorsun. Ben önemsediğim yazıları aralara sıkıştırmayı sevmiyorum. Senin Conrad yazını da neredeyse bir ritüelmiş gibi okumuştum:)
Farkındaysan Atze ile pişti olmuşuz, o kavak, ben kavak, arada dilek tutsana:p Tabii ben yine de kavak benim ağacım diyemem, hem ben ağaç filan da olamam öyle, bir şey olmak ne zor tanrım! Bütün ağaçlar çok güzel, bir orman gibi kardeşçe yaşasak ya:p Tamam saçmalamaya başladım, bitiriyorum.
Canım Peri, "güneşli günler de sıkabilirmiş insanı, bir raslantı gibi gelen mutluluklar da", aklında olsun;p
Çok sarıldım ve öptüm, ayrıca başımın ağrısı geçti, müjde:)
bana uğramanı seviyorum ben de. kapı komşum yok benim. apartmanın tepesinde, tek daire. uzayda yaşıyor gibiyim:)yönetici bana küs, toplantılara katılmıyorum, diye. bugün alışverişe çıktığımda karşılaştık, bana selam vermedi:) onu bir gün tutup kendimi anlatacağım, ben böyle böyle yabani bir insanım, size özel değil, filan demek ama, küslük bile bir ilişki ya, onun seçtiği bu biçimi sürdürmeye karar verdim. tuhaf bir adam, bir ayağı aksak, gizlice içiyor, ama bunu herkes biliyor ve bunu mazur göstermek için girdiği haller var. bazen beni yolda yakalıyor, yolda durup apartmanın boyanması işini konuşuyoruz filan:) söylediği her şeye aslında aşırı ilgi gösteriyor, her cümlesine tepki veriyorum. ama toplantıya, o kadar insanın içine beni sokmak, bu olanaksız bir çaba, bunu nasıl anlatsam ona.
güzelim elmanın herhangi bir ek katkıya ihtiyacı yok, justine. bu bahsi bir daha açmayalım. elmayı severim, onu neyse, ne kadarsa öyle severim. bu konuda alınganım, bir daha konuşmayalım bu konuyu:)
"bir şey olmak ne zor, tanrım!" justine, unutmazsam bununla ilgili bir alıntı yazayım ben bu gece. çok hoş bir alıntı, seveceksin.
eğer mutluluk dediğim şey maskenin dayattığı bir anlamsa asla sıkılmam, kimse de sıkılmaz. o sıkılanların içi sıkılır, maskeden, o derindeki, gizlenmiş rol yaptığın hissi seni uyarır durur çünkü. aklında olsun bu:)
öpüyorum. canım. evin olacağına, komşun olsun, komşun yay olsun.
"eğer mutluluk dediğim şey maskenin dayattığı bir anlam DEĞİLSE asla sıkılmam" olacak elbette.
öhöm, burada hata düzelttiğim görülmemiş bir şey ama bu artık iyice ters olmuş.
Hah ha,
düzeltmeyi görmemişim, on kere okudum cümleyi, allahallah, niye anlamıyorum ben! diye diye:))
Sevgili Peri şimdi benim de komşum yok, komşu sevmem ama mutsuzum bu konuda, bir ara sana uzun uzun anlatacağım.
Sana kim nasıl küsebilir ki? Hoş, bana da küsmemeliler ama oluyor öyle, insan işte sağı solu belli değil:p Apartman toplantıları hakkında da söyleyecek çok şeyim var fakat yazsam Şvayk'ın anılarını geçer. Susacağım!
Ya tamam elma mis gibi bir şey ama bir denesen ne kaybedersin ki, yuh yani bu ne inat!:p Bir de koç burcu olacaksın (yazdım ama koç inatçı mı değil mi unuttum, tanıdığım tüm koçları düşündüm hatırlayamadım), yakışmıyor sana. (elma paragrafını gülerek okudum, çok tatlısın sen:))
Düşün, yazıyla sohbet eden blog yazarları toplanıyormuş! Bir temaşa, bir nümayiş. Hah ha, kabus!!:))
Çok öpüldün, sevgiler.
bilmiyorum, justine. kendim hakkımda inatçıyım. bunun dışında beni sonsuz bir uyum, özveri, iyilik, bir melek gibi görebilirsin. ama içimde benim büyüttüğüm o şeye bir müdahale olmasın, gerçek bir müdahale, o zaman vahşileşirim, inadım tutar. ben çünkü onunla ayaktayım, onu benden alırsan, bozmaya kalkışırsan, herhangi biri olurum ben. buna izin vermem. elmaya dokundurmam, justine! al muzu, yoğurt, bal, cevizle şahane tatlı yap. yok, kızart, çikolata sosu dök, hiç itirazım olmaz. ayvayı pişireceğiz de, boya da katacağız, tarçın da ceviz de kaymak d a koyalım üstüne.... oluuur, yapalım. ama bana elmaya tarçın serpelim, deme. asla! armudu fırına ver, içini dışına çıkar hiç acımam. yahu kiraza tüm gece şekerle işkence edilmesine, sabah köpürte köpürte pişirilmesine bile itiraz etmemişliğim var benim. bunlar bile katlanılması zor şeyler ama dayanırım, ama damarıma basıp bana elmaya tarçın serpelim dersen, işler bir anda değişir. bilmem anlatabildim mi! (yanımda, masada bıçak d avar, bunu derken:)
öpüyorum çok. sevgiler.
Hah ha! Bayıldım bu işe:))
canım:) anlaştığımıza sevindim:P
Masada bıçak vardı canım, dava açsam kazanırım:p
Diğer meyvelere yapılan işkenceleri anlatmışsın ya, bayıldım bayıldım! Hele kiraz... Artık sıradan bir reçele, sadece reçel diye bakamayacağım, çok sağol, zaten onca sorunum var, bir de bu eklendi!:))
Gittim şimdi ben, bahsettiğin alıntıyı yazarsan sonra, gelirim yine. Biraz kitap okumalıyım.
Bye:p
""bir hafta önce birisine ihtiyacım vardı. neredeydin?" dedim ve devam ettim: "oraya birini buldum." " öylesine bi kitabı aldım ve öylesine bir cümlesini yazacağım dedim, şansınıza bu.
adım geçtiği için ayrıca sevdim.
sevgiler.
şenay (bana başka bir isim vermediğin sürece, bunu kullanacağım. bazı şahane yazılarından sonra içimden sahip demek geçiyorsa da gururum elvermiyor buna:) ben toros dağlarında dolaşan eşkiya gururu dolu masallarla büyümüş biriyim. yıkarım dünyayı uğruna ama sana sahip demem :p)...
hah... şenay, şansıma çıkan cümle çok manidar. bana gençliğimi hatırlatıyor. o zamanlar dünya böyle estetize edilmiş bir çöplük yığını gibi gelmiyordu, elini nereye atsan bir avuç altın avuçlayacaksın sanki, öyleydi. şimdi ise, sevgili şenay, amerika'daki altın arayıcılarından beter haldeyim, dağları deliyor, ırmaklarda gün boyu buz gibi suyun içinde eleklerde bir tanecik altın zerresi bulurum diye umutlanıyorum. birine mi ihtiyaç duydum, başkasına değil, illaki ona, bu duyguya sıkısıkıya sarılıyorum. bu kıymetli bir duygu diyorum. onun yerine asla, asla başkasını koymuyorum. şimdi böyleyim. iyi, dürüst, sade, sıfır numara biri olmaya çok itina gösteriyorum. bana düşmanlık yapanlar oluyor mesela, ne kadar yalnız, diyorum mesela. gözlerim doluyor. seni kimler bu hale getirdi, diye sarılmak istiyorum. budaladan beter, gülünç biriyim böylece belki, ama senin yerine başkasını koymayacağıma güvenebilirsin. sen gidersen (ki izin vermem buna, biliyorsun:) yerin boş kalır. ne zaman istersen... ne zaman yanlış yapsan, hangi korkunç düşünceler seni ele geçirirse geçirsin, kendini rezil hissetsen bile bilirsin böylece, ben bir yerde altınım. burda altınsın... asla, asla yalnız hissetmezsin böylece. sakın.
öpücükler, sarılmalar, sevgiler.
kulaklarım çınlamıştı, senmişsin :) tatlı ve iyi miyim gerçekten? insanı mahçup ve mutlu edecek şeyleri nasıl da bulup söylüyorsun...
tarçına bayılırım, bana zencefil olsun, karanfil olsun zaten, son dönemde de muskata taktım, bal kabağı çorbasında çok güzel oluyor.
benim buzdolabında da "amantes amentes" (aşıklar delidir) yazıyor! çok romantiğim :P hemen yanında da üzerinde pehlivan resmi olan ve kırkpınar köftecisi yazan bir magnet var!
öpücükler, sevgiler.
elbette, öylesin...hmmm.... neo? sana tuhaf bir şey diyeceğim şimdi, ama beni iyi anlamazsan çok tuhaf olur. sen bana halid'in yadigarısın. sanki şöyle oldu; halid, bu çok güzel, tatlı bir şey, onu korumanı isterim, dedi. ben böyle anladım. halid yok şimdi. gitti. ama sen burdasın, sen hem tatlı ve iyi bir şeysin, hem de halid'in bıraktığı bir şeysin. seni bu yadigarlığınla sevmiyorum sadece, yanlış anlama sakın, halid'in yadigari olarak bir tarihle katlanarak sevmiyorum, ama tüm bunlar iyiliğin ve tatlılığın üstüne kutsal bir baharat, bir safran gibi dökülüyor, tamam mı. seni düşünürken, birinin kulağına, "ben akrebim, bilmem anlatabiliyor muyum?" diyişin geliyor, gülümsüyorum, "dağın sesi" adında tuhaf bir kitap okumana sevecenlikle gülümsüyorum, battaniye, ah o battaniye yapma hadisen beni yerimden sevinçle zıplatıyor, yolculuklarda yeme içme yükünü sana yıkmalarına kızıyorum... böylece sen gözümün önünde, hiç bir şeye kapılmadan, sadece doğası iyi olduğu için iyi ve güzel şeylere yönelen biri oluyorsun. bu imgeye safranı da serp şimdi... eee...:):)
seni asla ama asla boşlamadım. gözüm uzaktan ama hep üstündeydi. bunu bildiğini biliyorum.
kocaman kucaklar, öperim. sevgiler.
Yaa ama harika bir çay sohbeti gibi bu yazılanlar sevgili Peri.
Bir pasajın içinden geçilerek ulaşılan minicik bir çayocağı hatırlatıyor bana. Masalardan birinde çok ilginç bir çift gördüm birgün. Biri kara çarşaflar içinde, yalnızca ışıl ışıl, cin gibi gözlerden oluşuyor, gidip "ne kadar güzelsiniz" deme isteği uyandırıyor içimde. Yanında da saçı sakalı birbirine girmiş, boynunda kenevir yaprağı kolyesi, kafası dumanlı tütün saran bir delikanlı. Tütün sarıyor özenle, konuşma zorunluluğu hissetmiyorlar. Bakıp sayfalarca okunurlar oysa. Çarşaflı güzel kız çakmağı yakıyor biraz uzaktan, saçları tutuşmasın diye delikanlının, dudağının köşesini kıvırıyor delikanlı, saçlarını çekip, sigarasını aleve uzatıyor. Sonra birlikte, çok lüks mobilyaların olduğu bir kataloğa gömülüyorlar. Farklı ve uyumlular. İkisine de sarılıp "sizi çok özledim" dememek için zor tutuyorum kendimi.
Aralarına katılmak, yani sırf güzel olduğu için "benim olsun" istemek değilde herhangi birşey için, gördüğüne çok ama çok sevinmek. Öyle hissediyorum okuduklarımdan, mutluluk duyuyorum. Sürsün, sürsünn.
Sevgili Justine, kavak dediğin sen gibi olur, çok teşekkür ederim. Haklısın, gevezenin önde gideniyim, ne boğucuyum di mi? Neyse sustum. :)
Çok sevgiyle.
sakın susma, atze. anlattığın o çift, o görüntü muhteşem. ne hissettiğini öyle iyi anlıyorum ki. çünkü atze, bıktım ben, bıktım bir şeyin, sana çok yabancı, anlayışına ters, düşmanca bir takım kavramlarla işlenip, senin hissettiğinin anlamı budur denmesinden, tamam mı! anlattığın sahneyi, aynen senin gördüğün gibi görüyor ve çok seviyorum. senin burdaki sohbette hissettiğin şeylerin niçin iyi, sıcak, anlayış ve sevgi dolu olduğunu anlıyor ve seni kucaklıyorum.
sevgiler canım atze.
Sevgili blog klanına tabi dostlar, ben o görüntüden duygulandım, bir heyecan yaptım, niye ki?:p
Hah ha, valla bir konuşsam, deli gibi gülersiniz ama yine susayım ben:)
Ben, yazını (alıntı?) bir okuyayım Peri, sonra buralardayım, bira koydum şimdi kendime, ama buz gibi! İçmek için sadece istek yetmiyor, bir de cesaret gerek.
p.s.: Şaka yapmıyorum, Atze'nin yazısını okurken (o görüntü) bir an için kalbim hızla çarptı, biraz feraset sahibi olun lütfen:p
justine, bazen konuşabilecek birbirini sevecek iki insan nedense yüzyüze gelince susar, anlatamaz. konuşur da, o kadar geçek olmaz. hmmm... eee... sen, çok tatlısın. sen benim... hmmm... sen öyle doğal ve tatlısın ki, konuşmak çok kolay sen varken konuşmak kolay.... hmm... canım justine anladın sen.
sarıl bana çabuk.
Çay altında "iyi ve sıcak", üstelik, kalkmış sulu bir sohbet yapıyoruz. Seni, sizi bilmem, ben içki muhabbetini hissettim iliklerime kadar ve ben sarılırken bile düşünürüm Peri. Gözlerim fer fecir (bunun doğrusu bu mudur? bak yine!) okur ve ağlamaları kendime saklarım:)
Of Peri, of!
Yukarıya bir şeyler yazıp müzik dinleyeyim ben.
çay başlığı altında, içki sohbeti yapmak; içki içerken sakin, sade bir akşamı özlemek... frédéric, alabildiğine bohem bir partide madam arnoux'nun dikiş dikmeli, çay içmeli, sakin ev yaşantısını özler. ordan oraya koşturur gönlünü yetiştiriken. biz, bahçemizde, gül de olsun, domates de, zeytin ağacı olsun ama elma ağacı da olsun isteriz. ama olmaz. seçim yapmak gerekir. bahçende her şeyi yetiştiremezsin. seçim, bir kesinlik ve tutkuyu içermeli. zor iş vesselam.
nasıl, bu kahve servisiyle, bu sinir sohbetle, soğutabildim mi ortamı biraz:)
ben anladım seni. öpüyorum, sarılıyorum,
sevgiler kocamanından.
Ne kadar güzel bir sohbet olmuş burada. Yüzüme salak bir gülümseme kocaman yayılarak okudum her satırı.
Hmm, benim de buzdolabımda iki şey yazıyor: "How can I miss you if you won't go away?" bir de "A tidy house is a sign of a wasted life". Neonunkine de özellikle bayıldım.
Bu vesileyle Atze'nin blogunu görmüş oldum. Eh, uyanır uyanmaz bu kadar şey, az değil. :)
Sevgiler.
PAAAAAAAAAAA! hoşgeldin. seni gördüğüme çok sevindim. hava ne güzel, değil mi? birkaç gün sonra gidecek bu hava ama sonra baharda hep böyle! öyle seviniyorum ki bahar yakın, diye.
evet, dün gece çok hoştu bence de. sabah daolsa gelebilmene sevindim çok.
:):) çok güzlemiş magnetlerin. ah! hiç sorma, her gün süpürmek gerekiyor bu evi. şu an arçil'in odasında öğretmen var, o gitsin, yine süpüreceğim. çamaşırları astım, ama hava ne güzel, hemen kururlar. sanırım ben temizlik yapmayı seviyorum. tuhaf şekilde rahatlıyorum. temiz bir evde okumak, film izlemek ve tertemiz mutfakta yemek yapmaktan daha güzel ne var!:p
atze çok güzel yazıyor. punto biraz minik, italik ve koyu bir zeminde, bazen şöyle başlayayım sonra devam ederim diyorum bu zorluklarla gözüm yılınca, ama bir bakmışım yazının sonuna kadar okumuşum. bırakamıyorum hiç. ve okuduktan sonra neşeli bir şey oluyor bende.
seni gördüğüme çok sevindim, PA.
öpüyorum, kocaman sarılıyorum. sevgiler.
Benim buzdolabının üstünde sadece pizza mizza yerlerinin magnetleri var. Little Ceasar'ınkilerden şöyle bir 10 tane var. Niyeyse. Onları ben haç şeklinde diziyorum. Annem her geldiğinda şöyle bir bakıyor, güya bana çaktırmadan bozuyor hemen. Bozarken de bir sürü söyleniyordur eminim, "bu çocuğun da ne olduğu belli değil, hristiyan mıdır, yahudi midir.." diye. Suratıma da söylüyor sık sık gerçi: "Oğlum senin de ne bok olduğun belli değil", diyor.
PA bana da gösterdi Atze'yi, ben de ekledim. Eskileri de biraz karıştırdım; çok hoşuma gitti. Ne kadar doğal, kızdığı insanları bile nefretle anlatmıyor, yalnızca oradan uzaklaşıyor. Ben bu sükuneti çok kıskanıyorum bıdı bıdı diye anlatayım dedim PA'ya ama benle alay etti (yine). Zaten hanfendi bir şeyimi de beğensin dişimi kırıcam. Yalnız o koyu italik temaya bir şey yapılması lâzım gerçekten.
:)annen haklI. ben üniversitede okurken, kocaman, kahverenkli paket kağıdına, çarmıha gerilmiş isa resmi çizip asmıştım karakalem. annemle babam ziyaretime geldiklerinde görmüşlerdi. gençlik işte, insan sadece karşı ve farklı olmak istiyor. büyüdüğünde geçer, faruk ahmet:)
atze'yi okuyup sevmene çok sevindim. onun bakışından itibaren çok farklı, fantastik bir dünyaya gidiyorsun sanki. ve şaşırıyorsun "aa, aslında anlattığı dünya bu dünya, yaşasın! ben de bu dünyadayım atze ve tüm o canlılarla birlikte, ne güzel!" diye düşünüyorsun. bu çok zenginleştirici bir şey. seviyorum atze'yi ve onu okumayı. sanırım bunları okursa fontu, puntoyu, fonu değiştirir artık.
PA ile arkadaşlığınızın, konuşmalarınızın çok tatlı, gülümseten bir yanı var. ikinizi öyle seviyorum, ayyy ayrı ayrı da seviyorum (PA o sözüme takılırdı şimdi müthiş duyarlılığıyla, ekleyeyim hemen:)
farukahmet yazsana sen de artık. ne ıssız buralar.
öpüyorum çok. sevgiler.
Çok utandım ama, teşekkür ederim. Değişecek o karanlık, kuşlar da gelecek, hemen değilse de, söz, olur mu?
Meyve katliamını düşünüyordum sevgili Endiseliperi. Yine yeniden okumak istedim ve nedir biz insanların bu doğa merakı nedir diye düşünüp henüz yazmadığınız yazıyı, sanki bunlar yorum kutucuklarında kalmamalı diye düşünmüştüm. Ihm. Yazmayı düşünür müsünüz? Çok mutlu olurum.
Sevgiyle.
aa, neyi yazmayı, atze? biraz hastayım sanki, kusura bakma dikkatim dağınık sanki. yazarım tabii
mutlu olacaksan, ama neyi yazmalıyım?
sevgiler.
* kuşları çok merak ediyorum gerçekten. benim için düşündüğünü tahmin ettiğim bir kuş var, bakalım o mu, çok heyecanlı:)bu seni telaşlandırmasın, benim ne düşündüğümü düşünme, lütfen.
Peri Peri,
Biraz önce sana Neo'da bir not bıraktım. :)
Sessiz sessiz geliyorum çoğunluk, gülümseyerek okuyup işler yolundaysa seviniyorum. Değilse yolunda olsunlar lütfen diye dua ediyorum.
Hava bugün çok neşeliydi, evet. Biliyorsun ben sevmem baharı ama, hatta sevmemek ne kelime, düpedüz nefret ederim bahardan. Bahar boyu somurturum. Bu kışın da son bir iki hafta hariç pek hoşluğu yoktu. Geçen kış ne güzeldi, yağmurlar hiç dinmedi, sabah yahut öğle vakti pencerelerden içeri girip de insanın canını sıkacak bir güneş hiç yoktu. Dışarı çıktığında ayaz kemiklerini titretiyordu. Harika bir kıştı. Şu soğuk, güneşsiz ülkelerde insanlar intihara meyilli olurlarmış ya, derler hep, hiç anlamam. Güneş yoksa intihar da yok bana göre.
Ben bir türlü olmam gerektiğini düşündüğüm kadar temiz ve düzenli olamıyorum Peri. Anneannemin yüreğinde bir çıban benim düzensizliğim ama düzenli ve tertemiz bir evin insanın içini ne kadar rahatlattığını, o evde daha rahat kitap okunup film izlendiğini de biliyorum. Keşke bu kadar tembel olmasaydım. Belki o zaman bahara da "neden illa neşelenelim istiyorsun, uğraşmasana benimle" diyerek bu kadar kızmazdım.
Sevgilerimle Peri
Tina'ya rica etseniz, bir sıcak çorba yapsa, hı sevgili Endiseliperi, yapmaz mı? Peki biraz çay... doğru ya. Patisiyle biraz meyve yuvarlasa size... belki. Meyveye uzanırken, hadi uzanıvermişken bir de örtü çekip alsanız üzerinize, ardından da temiz hava. Artık güneş dünyaya daha bir yakın hem. Vtmn, vtmn diye sevinse bünyeniz.
Meyvelerin bir hallere sokulmasıyla ilgili yazınız şu yorum kutucuğunda kalmasın diye düşünmüştüm. Sonra insanların neden bir doğa merakına girmiş olabilecekleri ile ilgili, düşünmüş ama yazmamıştınız. Ve tabi kendinizi hangi ağaçta bulursunuz, hangi kuşu seversiniz, siz de yazmalısın. Tutmasın, olsun. :) Biraz tahmin yürütüp, biraz hayal kuruyorum işte, biliyorsunuz, eğleşiyorum. Ama mesela içinizden geçen ağaç ıhlamur değildi sanki. Düşündüğüm elma ağacıydı, hayal ettiğim ıhlamur.
Kuşunuz için, derinlerinize baksam, puhu diyeceğim. Boy ve yaşamınızın yapısına baksam leylek. Gördüğümse ispinoz. Sonra blogunuzu keşfettiğimde zihnimde beliren karasağandı. İlk mektubumu da bu kuşla uçurmuştum size. Serçe de birden doğuvermiyor mu içime. Gel de çık işin içinden. :) Halbuki, çok başka bir kuş söyleyeceğim.
Bugün başınıza zindelik gelsin, diledim. Sevgiyle.
:) ben yemek yaparken tina beni çok izler. dikkatle izler. onun bakışını farkettiğim zaman hep gülerim. eh, artık öğren bir şeyleri yapmayı, kızım, derim. onunla konuştuğumu anlayınca, başını kaldırır, gözlerini tatlı tatlı kısıp, miyav, der. mutfakta otururken ben, o soğuk diye durmak istemez, ama yanımda da olmak ister, beni odaya götürünceya kadar miyavlar. odaya taşınır, yatakta laptop'u kucağıma alırım. o da peşimden girer, rahatça gerinir, radyatörün üstüne, beni göreceği şekilde uzanır. artık mutludur. ilişki her zaman işbölümüne bağlı olarak sürmez. bazen böyle sadece sevmek ve sevilmek üstüne kurulur. tina'nın işi sadece beni sevmek. ilişkimizi böylece kabul ediyorum.
evet, güneş daha yakın. ve açıkradyo'da çevre programlarını dinleyerek, bilimkurgu filmlerindeki o korkunç felaket sonrası dünya muhayyilesi ile zihnime endişe salıyorum. soğuğun bitmesini istemekten de bir suçluluk duygusu üretiyorum. güneş imparatorluğu filminde savaşı, oyuncağının ışığıyla başlattığını düşünen çocuk gibi, küresel bozulmadan kendimi sorumlu tutuyorum. şu evin içinde tek başıma ürettiğim endişe bir sürü insanı besler, baksana:)
sevgili atze, zevk alınan bir sohbet, benim için kutsaldır. o sohbetin doğduğu koşulların mucizemsi bir tesadüfiliği vardır. o sohbet orada yapıldı, yuvası orası, orası hakediyor yani bunu. ben onu alıp, süsleyip püsleyip başlığa taşırsam, frankfurt'a götürülüp, üstüne cici elbiseler giydirilmiş heidi'den beter olur o yazı. hataları bile düzeltmiyorum ki, eğer bir gün yeniden okursam, ben böyle hatalar yapan birymişim, diyeyim diye. çünkü hatalar, cahillikler derhal silinir, örtbas edilir ya... buna anlam veremem. hataların da kendi tarihlerini sürdürmesine izin vermek gerekir.
hayır, atze, ıhlamurdan gayet memnunum. senin beni ıhlamur olarak görmenden memnunum. bir başkası başka bir ağaç olarak görür, çalı olarak görür diyelim mesela, ondan da memnun olurum. benim hakkımda, isterse olumsuz olsun ama iyiniyetli ve samimi bir algının ifadesini önemserim. elmayı seven, elmaya aşık biriyim. ama sanırım elma değilim. ıhlamurdan gayet gayet hoşnutum ve o senin yazın da muhteşemdi bence. kuşkularla onu bozmayalım.
ah ne hoş... leylek çok sevdiğim bir kuş. olmayı isterim. kaçak bana kırlangıç hanım, der:)puhu kuşunu tanımıyorum, ama çok esrarengiz geldi şimdi sen diyince. elmaysam o halde serçeyim:) ispinoz değilim sanki. ama hangisiyim? yazını merakla bekliyorum. sevgiler çok.
sevgili PA,
sen beni merak ediyorsun da ben seni merak etmiyor muyum? geldiğinde seslen, kendinden azıcık haber ver, lütfen.
baharı sevmeyen biri olmak istiyorsun sen, PA. ama senin doğan öyle mi? emin değilim hiç. kışı kim sevecek diye endişeleniyor, müthiş bir şefkatle kendini ona veriyorsun belki. kendini, karanlık, kuytu, rahatsız, tekin olmayan yerlerin temsilcisi yapmak istiyorsun. bundan bir tat da alıyorsun belki, ama sahiden sahiden o karanlık azınlığın temsilcisi sen misin? insanın kendine ettiğini bir düşmanı etmez. savurur, itekler, hor görür ve sen busun, deriz. zavallı kendimiz, boş bulunur, yağmur sonrası kaldırım kenarında gördüğü o sıradan sarı çiçekle duygulanıverir. akılla, bilgiyle, bir sürü kolluk kuvvetiyle zapturapt altına aldığı kendisi bir yarıktan sızar ve bir bahar yağmuru sonrası içinde pıt pıt sevinç zıplamaya başlar. bana öyle gelir ki sen kışı sevmek isteyen birisin sadece. bu da anlaşılır.
şu an evi süpürmem gerekiyor. nerde ne pislik var hepsini biliyorum. ben de temiz değilim. yapıyorum ama, düzeni sağlayacak uzak karakollartım hiç yok. sedir altı, koridor kenarı, dolap içleri... toz toz. bu başkaldırı karşısında yılıyorum bazen. isyana karşı gelmiyorum. bugün gelmeyeceğim mesela. biraz okuyacağım, arçilin boğazı acıyor onunla ilgileneceğim vs vs.
yarından itibaren hava tekrar soğuyacak. sevinebilirsin:) ama PA, bahar geliyor! yaşasın bahar geliyor!
:)
öpüyorum çok. farukahmet'e selamlar.
sevgiler.
Sevgili Peri,
Bugün o kadar mutsuzdum ki. Üşümeler de çeşit çeşit ya hani. Yalnızken başka üşür insan, mutsuzken başka üşür, sevinçliyken başka, neşeliyken başka. Mutsuzluktan üşüdüm bugün. Bence bu mutsuzluğumda bahar havasının da etkisi vardı. Bahar neyse de, kuzuların kesin var.
Birkaç gün sonra, pazartesi aslında, bir sunumum var. Ona çalışıyorum, o yüzden de kütüphaneye gittim öğleden sonra. Kütüphanede wireless var ama nedense bloggera girmek engelli. Ben çıkmadan önce henüz yorumlar yayınlanmamıştı, tüm gün "Acaba Peri benim bahar huysuzluğuma ne yazmıştır" diye düşündüm. :) Biraz önce, saat 10.00 gibi, yorgunluktan ve üzüntüden harabe gibi eve gelince, hemen sana koştum, bir de Neolitik Hanım'a. Ne güzel, yorumlarınız beni bekliyordu. Isınıyorum şimdi.
Sence öyle miyim? Muhtemeldir. Bir iki hafta önce biri bana "Karşımızdakini üç aşağı beş yukarı tanırız da, kendimizi hiç bilmeyiz" demişti. Muska gibi taşıyorum o sözü üzerimde. Öyledir belki. Ben, senin gözlemlerine kendiminkilerinden daha çok güvenirim, tamamen içgüdüsel bir şey bu, hele mevzu insansa.
Klavye başında uyuyakalmadan gideyim,
Sevgilerimle,
PA.
:) kuzuların kulaklarını çekmek lazım. seni üzmesinler. yarın hava soğuk, daha mart var hem, o bahar sayılmaz.
canım PA, sana uzun bir yorum yazdım, sonra sildim. biraz iyi anlaşılmazsa sorunu olan bir yazıydı. onu silince de kendimi pek iyi hissetmedim yazmak konusunda.
sunumunu başarıyla yaparsın umarım. kışa dikkat et, soğuklar fenadır, insanı hasta eder:P
öpüyorum çok, kucaklıyorum da, güzelce ısın:p, sevgiler.
f
arukahmet'e selamlar.
Yorum Gönder