Pazar, Eylül 4

resimli roman: "sabah olur uyanırsın ve bu iddialı bir başlangıçtır."*

ancak  gün yaklaşık şöyle görünür:

bakar, bakar, bakarsın. sonra uyuşmuş zihninin bir yerinden imdat çığlığı gibi 
şöyle bir formül bulursun: 

kendini kutlarsın. yapılması gereken ayan beyan ortadadır. yataktan fırlar, 
çamaşır sepetini, ütü masasını salona taşırsın. ütü,  bir fikir olarak
şahanedir; tartışılmaz, mutlak bir doğrudur.  

tişörte, 'çamaşırın dokusuna işlemiş inatçı kir ve lekelerle' yaptığın savaşın galibi olarak yukardan bakarsın. zaman, haklı mücadelene gururla devam etme zamanıdır! kırışıklar ne kadar kararlıysa sen de o kadar hazırsındır! bu yolun sonu, kefenini ütülemeye kadar gitse yılmak yoktur.



akşam olur, uzanırsın. ne yaparsan yap, kendini yenik hissedersin.


-bitti-


komediye niyetle başlamıştım ya, insanın fikri neyse...


* elbette, erhanbey'den.

20 yorum:

serpil dedi ki...

Günaydın Pericim,

Ütü günü betimlemene bayıldım, Tina'nın bu sürece bakış açısını merak ettim :)
Pazar günün güzel olsun, sevgiler

Adsız dedi ki...

Hep bir fiil içinde olma zorundalığı .. Kuş cıvıltılarını ve tomurcuklanmış bahar dallarını görmek için pencereyi açtığımızda sararmış yaprakları görmenin korkunçluğu ..

endiseliperi dedi ki...

günaydın serpilcim,

ütüye başlayan kendimi hep komik bulurum. kednimi ütü için motive ettiğim fikirler, bulduğum ve bulmakla kalmayıp abarttığım o güç gösterisi gülünçtür:)

tina başa bela! hayır efendim, ütü yapma, gel yatalım, diyor. resmen beni yatak odasına sürüklüyor miyavlayarak, tırmalayarak. az önce, yatmayacağım ya, uykum yok ki! diye bağırdım. neyse, sonra dayanamayıp kucağıma aldım. sepetini yatağıma koyup, onu da içine yatırdım. öyle okşarken uyuyakaldı da ben de işime başlayabildim.

öpüyorum çok seni.

sevgiler.

endiseliperi dedi ki...

zedkacım,
hmmm... nasıl desem, beni tanıyorsun, ben konuşan biriyim. ancak konuşmaya kışkırtan, hazırlayan eylemi de severim. eylemden bağımsız ve onunla alakasız konuşmaları da severim. aşağıda bir sahnesi olan pulp fiction filminde olduğu gibi. bu nedenle eylemde bulunma zorunluluğu beni yıldırmaz. ben koç burcuyum, kaslarım, sinir sistemim bile eylemek üstüne yapılanmıştır. kitap okumak, yazı yazmak da bir eylem neticede ve ben sanırım sadece bu eylemleri yapmak için otururum, evin içinde bir şeyler yapmak isterim ve derhal dağıtırım, kirletirim ve eylemler sürer, sürer.

zedka, aslında pencereyi açtığımda illaki bahar dalları görmek istemiyorum. öfkeli, hırçın, hayal kırıklığına uğramış, karamsarlığa düşmüş içimdeki duygu kuruluşlarının varlığına saygı duymaya ve onları yozlaştırmadan usturuplu bir hale sokmak üzere kendime bir terbiye vermeye çalışıyorum. çünkü insan denen varlık sadece iyi, olumlu datalarla donanmış bir varlık değil. kentin dışındaki o çöp yığınları bölgesi gibi, atık yığının bile var içinde aslına bakarsan. sadece sanatçılardan müteşekkil bir estetisyen ordusu ile kendini kurtaramazsın, can sıkıcı mühendislerle filan da çalışman gerekir. bazen ilkel kalırsın ve ordu işbaşına diyen içindeki siyasetçi birimlerin, olağanüstü hal ilan etmeye filan kalkar. onları durdurman, evrensel değerleri, insanlığın gelişimini filan hatırlatman gerekir. içinde kanlı ya da kansız devrimler de olur. bütün bunların dışında, yüzeyinde kendini, olmuş olan insandan yani, memnun kaldığın bir halde, bir kişilik örgütlenmesi olarak sunman gerekir. insan mucizevi bir örgütlenme şeklidir aslına bakarsan.

bu öğütçü, bilgiç yorumumu bağışla. ama böyle düşünürsen faydasını göreceksin. çünkü hayat böyle. bize gül bahçesi filan vaadetmiyor ve korkarım ki çok da az dolaşıyoruz o gül bahçesinde. bu nedenle bozkırdaki dikenli çalılardan filan bir zevk üretmemiz de gerekiyor.

filan işte.

öpüyorum çok seni.

sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Daha önce de benzer bir şey söylemiştim sanırım, evin öldürücü bir yanı var nedense, uyuşturuyor bir şekilde.
Ama görünen o ki bu durum burada pek bir geçerli olmamış, ütü yapma eylemine duyulan sorumluluğun kararlılıkla devşirilmiş haletine pek dokunamamış gibi :)
Sizin için kırışıksız bir dünya dileyeyim o halde...

endiseliperi dedi ki...

vuslat,
ev dışındaki hayatın insana iyi geldiği yolundaki sözlere kanmıyorum ya. işte çıkıyorum ve hiçbir yerde evimden daha mutlu olmuyorum. arkadaşları görmek iyi de, evinde yapıp eden kendimi görmek de iyi. şimdi bunu fevri bir şekilde diyorum, çünkü bana, "dışarı çık, ruh hstası olacaksın!" lafını çok duyuyorum.

yarın yine çıkacağım. bankaya ve arçil'in okuluna uğrayacağım. elbette çay molasını nazım hikmet'te vereceğim. görüşürüz:)

:) devrim için evkadınlarına yönelik sloganlar da üretmelisiniz tabii böyle, bizim anlayacağımız şekilde:) kapitalist, yayılmacı tozlara hayır! kırışıksız bir dünya için daha sıcak çözümler! yemek masasındaki sömürü düzenine hayır!... servis daha bitmemişken ilk tabağını bitiren adamlar istemiyoruz!:p

sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

En sevdiğim mevsim erken geldi bu sene. Dün gece balkonumda esen serin rüzgarın ürperttiği bedenim sabaha hafif bir kırılganlıkla başlasa da yeni bir güne başlamanın o yumuşak direnişi tazeledi beni. Bir süre yürüdüm evin içinde, bir şeylerden sıyrılmak istediğimde hep yürürüm ben çıplak ayaklarımla. Kendi kendime konuştum, kavga ettim. Lavaboda ki aynanın karşısına geçip dik dik süzdüm suratımı ve yine attım kendimi sokağa…
Bir süre Mephisto’da oturdum ama nedense erken gelen mevsimimi karşılamak için uygun bir yer olduğunu düşünemedim. Anadolu kavağına geçtim. orayı da sevdim, çok huzurlu bir yer, özellikle tepeye tırmandıktan sonra… Şimdi ise hem bir şeyler okumak için, hem de atıştırmak adına döndüm dolaştım Nazım’a geldim. Bu bahçede beni çeken bir şey var. Sonbaharda oturmak için kesinlikle ideal bir yer…

Yani ev dışında yaşıyorum ben de belki de ondan eve olan garezim. Devrim mevzuuna gelince orada işler karışık, daha kavram düzeyinde olsa da biliyorsunuz biz komünistler ev emeğine karşıyız, çamaşır için çamaşırhaneler, yemek için yemekhaneler, çocuk bakımı için kreşler vb. daha toplumsal ölçekli bakıyoruz. O zaman şöyle diyelim
"Haydi yoldaş bacılar(Buradaki bacı edebiyatına bayılırım ben) burjuvazinin pisliğinden kurtulmaya, devrimci çamaşırhanelere" ya da "Kahrolsun kadının köle emeği yaşasın yemekhane yemeği" vb. olabilir sanırım :)
neden olmasın değil mi?
Sevgiyle

Ps: sokak güzeldir...

endiseliperi dedi ki...

merhaba vuslat yoldaş:p,
cık, olmuyor. haydar yoldaş, filan daha uygun bakın. peri bacı da olmuyor; peri bacası gibi:)

sizde ne enerji var yahu! anadolu kavağı ne demek! ama ah şu ütü işi olmasa ben de gelirdim sizinle. sahiden gelirdim. bana, hadi şuraya gidiyoruz, diyen bir arkadaş lazım. geçen gün ali ile konuştuk bunu; o da yalnız ama taa karşıda. yakında biri olsa, hadi sabah bisiklete binip sahilde spor yapacağız dese, yaparım, diyor. istanbul'un derdi bu, herkes çok dağınık yerde. ama siz yılmıyorsunuz, iyi bu.

yooo, şimdi şu halimde, çalışmıyor halimde yani, sevgilim yanımda olsun, ona sevdiği yemekleri yapmaktan, gömleğini koklayarak yıkamaktan, mutfakta birlikte kurabiye yaparken sevişmekten daha güzel bir şey düşünemiyorum. ama çalışmadığım için böyle. çalışmaya başlayınca, evde sıcak bir çorbanın hasretini ben de çekerim sanırım ve kaliteli zaman geçirmek dedikleri hadise için enerjim, isteğim olsun isterim.

böyleyken böyle vuslat yoldaş:) "devrimi bensiz başlatın, kapsamlı bir ekşi nohut maya üretme denemesine geçtim ben," diyebilirim. valla böyle:) bana güven olmaz, onu diyeyim.

sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Hımm! Benim zorum şu aslında; ben 1998 senesinden beri hiç durmadım. Son birkaç aya kadar hayatımın tüm o dönemi günlük 3-4 saat uykuyla ve sürekli koşuşturma içinde sürdü. Mesela sadece geçen sene sürgünümde şöyle bir programım vardı. haftanın 3 günü bağlama kursları, haftada dört gün tiyatro kursu ve oyun hazırlıkları, haftada iki gün eğitim seminerleri, haftada 3 gün yuvarlak masa eğitimleri, dört gün kadro ve yapı eğitimi, 2 gün kitle eğitimi, bir gün demokrasi platformu tüzük ve program tartışmaları ve pratik hedefler, son üç ay gece yarısından saat sabah üçe kadar da haftanın üç günü radyo sunumu… Sonra kapandı o radyo… Yani ben sabah altı gibi evden çıkıp duruma göre gece 1-2-3 gibi eve girebiliyordum.

Şimdi burada yabancıyım, bağlarım oturmadı. Yapacak işim yok. Evde duramıyorum o yüzden. Bünyem alışmamış. Ama bu gün İspanyolca kursuna katıldım. Nazım’a gidip orada ki TKP li yoldaşlara alın beni kullanın dedim. Sanırım bazı kursları vermem için görüşecekler benimle. Ha bir de şimdi bulamadım muhatabı ama Nazım’da Latin dansları kursu var, kendimi salsa yaparken hayal edemiyorum. Ona da yazılmaya karar verdim. İngilizcemi geliştirmek için ileri düzey İngilizce çalışma kitapları aldım. Yani ağır ağır kurtulabilirim şu avarelikten. Ha bir de Erdal Erzincan Bağlama kursu veriyormuş. Kapsamını tam bilmiyorum ama eğer ileri şelpe eğitimi verirse ona da yazılacağım. Beyoğlunda keman kursuna yazıldım haftaya başlıyorum.

Bir de Okmeydanına gitmem gerek erteledim çok fazla, Şu yorum korosu seçmeleir sürüyorsa ona da katılmam gerekecek.

Sonuç olarak artık bu kadar gezmeye vakit bulamayacağımdan da endişe duyuyorum. İstanbul’un o kadar çok yeri var ki gezmem gereken. ..
Bu arada yoğurt deyince bu havada mehir güzel olur, tavsiye ederim…

Sevgiyle…

endiseliperi dedi ki...

amanın! sakin! ne çok şey! ben size göre epeeey bir tembelim. sınırlı bir alanda, ezberlenmiş hareketler dışında tek tük yenilik yeter de artar bana. yoruldum şimdi sizi okurken bile.

ama şahane! demek nazım hikmet'te olacaksınız çoğu kez. kursunuza katılırım, ne kursu olacak ki acaba? düşünebildiğim tek kurs şu aralar, dikiş kursu gerçi;) sahiden. dikiş öğrenip eğlenceli pijamalar, gecelikler, minderler dikeyim istiyorum. evet! bu solcular niçin spor yapmıyor, bisiklete binip, slogan atmadan trekking filan yapmıyor abi!? yani oturup konuşmaktan ve miting yapmaktan başka bir şey yapmayan kasvetli bir topluluk! örgütlemeyi düşündüğünüz o halk eğlenmeyi de sever. acıklı türkülerden bahsetmiyorum. hem logonuz, afişlerinizdeki grafikler de berbat, söyleyeyim. komünist denilen adam karikatür gibi duruyor artık. yarınız reklamcı oldu, şahane, yaratıcı reklamcılar da var aranızda. niçin yani 80 yıl öncesinin rus grafik anlayışı ile hareket ediyorsunuz hiç anlamış değilim. ilerici, yenilikçi, devrimci vs...solculuk kavramları... size bakıyorum, zero! neyse, şu salsa dansı, keman kursu ve dil kursları filan hoşuma gitti, hombre :) (ispanyolca'ya yavaş yavaş ısının böyle:)

hatta companero vuslat, selam sana! diye bitireyim:)
ve elbette perice bir sevgiler sarkıtmadan olmaz burada.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Sevgili peri; Justine ile konuşuyorduk ayıp olur dedi de aklıma takıldı. Ayıp etmek istemedim. Sadece sohbetinizi bölmek istemedim. Ben de Nazımdaydım bu gün şu İspanyolca kurs işini resmiyete bağlamak ve bir dost ile görüşmek için gelmiştim. Sizi gördüm ama biri ile sohbet ediyordunuz. Hararetli ve eğlenceli bir konuşmaya benzediğinden bölmek istemedim. Aksi gibi Justine de selam söylememi istedi ayıp olur dedi ama ben yorumu gördüğümde siz zaten hırkanızı giyip çıkmıştınız.
Böyle işte, ayıp etmek niyetinde olmadığımı bilmenizi istedim.
Sevgiyle...

endiseliperi dedi ki...

şimdi giridm eve. ne ayıp olur, anlamadım. keşke gelseydiniz, niye ayıp olsun. gerçi bülent benim yirmi yıllık arkadaşım ve yıllar sonra orda karşılaştık. hararetli konuşmamızın nedeni biraz da bundandı. siz nerde oturuyordunuz acaba, bizim masaya yakın mıydınız? bakındım da şöyle ama sizin yüzünüzü görmediğim için sizin beni tanımanız gerekiyor işte. hay aksi. ee, ispanyolca kursu da mı veriliyor orda? bülent de bir konu da ders verecekmiş sanırım orda.

bülent le öyle sohbete dalınca ben işlerimin yarısını yapamadım. yarın yine çıkmak zorundayım. gerçi başka bir randevu daha olabilir. eğer gidersem ve siz de orda olursanız bir çay içeriz artık.

bu yol beni öldürüyor. trafik d eçok yoğundu. arçil gelmeden ben hemen yemek için hazırlıklara başlayayım.

justine'e selam söyleyin benden de;)

sevgiler.

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Ben sizin açınızın biraz dışında kalıyordum. altı masa kadar sizin oturduğunuz yöne göre solda kalıyordum. (Köşede ki duvarın kesişmesinde oturuyordum) galiba ben sizi çok göreceğim bu tarafta. :) Evet eğlenceli bir sohbete benziyordu. Justine selam götür benden yazdığında ben şimdi sohbet ediyor bölmeyeyim dedim. O ara esen rüzgardan dolayı siz siyah hırkanızı giyiyordunuz. Sonra Justine'den bir ileti daha geldi. Ayıp olur falan diye ben de baktım kalkmıştınız. Bu arada merak ettim. Kitabın adı neydi?

Vuslat AKTEPE dedi ki...

Atlamışım; evet İspanyolca kursu burada 4 ekim de başlıyor 16 ay sürecekmiş. Aslında Küba dostluk derneğinden alayım diyordum bana yakın olur. Çünkü evimden Kadıköy'e gelmek ortalama 3 saat sürüyor. Ama orada bulamadım. Artık buradan devam edeceğim. Şimdilik dans kursunu iptal ettim. Başka görevler sırtlanmaya karar verdim çünkü. Vaktim olmayacak sanırım.

justine dedi ki...

Ne çok "ayıp" demiş Vuslat;) Duyan da bir şey sanacak;p Kendi selamımı kendim söylerim ben; sevgiler, selamlar. Ne demişler el elin eşeğini ıslık çalarak ararmış, hah ha uymadı bu, biliyorum;p

endiseliperi dedi ki...

ay geliyorum şimdi. yine klasik yemeğimden yapıyorum: domatesli spagetti ve tavuk:) yanmasınlar. birazdan konuşuruz.

endiseliperi dedi ki...

hmmm! fındık ağacının yakınında. şimdi bu durumda vuslat, karşıda ev tutmanız saçmalık olmuş. bir bilene danışsanız, ne yapmanız gerektiğini söylerdim size. hatta bizim mahalleden ev bakardık. burası hem sakin bir yer, orman filan var işte, evler hem çok güzel, hem de ucuz. en fazla bir saat sonra kadıköy'de oluyorsunuz hem. biraz yaşayın da orda, sonra düşünürseniz bakarız.

dans kursunu iptal etmeniz iyi olmuş. çünkü bir programsızlık var programınızda. şöyle ki; ispanyolca dil kursuna gitmekle öğrenilmez ki! ona zaman ayırmanız gerek. hatta hepsini eleyip sadece ispanyolca'ya asılmanız filan. bana kalırsa bağlama kursunu filan d aboşverin. kariyer mi yapacaksınız bağlama'da? yoook. bağlamada bu kadar uzmanlık yeter, biz dinleriz, anlamayız sonrasını zaten.

hah, okuduğum kitap, çok, çok eğlenceli bir kitaptı. yalnız otururken farkettiniz mi bilmem okuyup gülüyordum. paragrafların yanındaki işaretlerim hep gülme ikonu ile doldu. bülent somay'ın bir şeyler eksik kitabı. siz sevmezsiniz büyük ihtimalle. ben seviyorum.

konuşuruz daha, tina'ya da yemek vereyim ben şimdi.

endiseliperi dedi ki...

justine'ciğim,
selam olsun sana! öpüyorum seni çok. nerdesin, evde misin?

justine dedi ki...

I ıh, hastanedeyim maalesef. Bir de rutin ağrım var, kötü kısacası durumlar. İlaç bile işe yaramadı. Sen ne haldesin? İstanbul çok güzel değil mi, bak hüzünlendim yine;p

endiseliperi dedi ki...

hmmm! hay aksi o ağrının zamanı değildi hiç, yolculuk yorgunluğu, aksi giden işlerin üstüne bir de o. iş de var bir yandan. ama o ne yapsın öyle ya da böyle gelmesi gerekiyor bir ara. onun açısındna düşünürsek, iyi bir zamanlama:p

ben,istanbule debiyatı yapmayan biriyim, biliyorsun. güzel tabii. ama filmdeki artisti güzle bulursun ya, benim istanbul'a bakışım o kadar. nazım hikmet (bu da uzun bir isim, bundan sonraki yazılarda NH diyelim ona.)çok güzeldi. ağaçlar çok güzel, çay güzel. hatta bak üşüyüp hırkamı giydim, ki tanığım var:)

ya ne diyeceğim, ben bana gerçek ismimle hitap eden arkadaşlarımla konuşmayı özlemişim. bana peri değil de ismimi söylüyorlar ya, önce bir tuhafsıyorum:)

öpüyroum çok.