Salı, Ocak 31

conrad okuyor: pass

café de pass, bir sürü harika müziği dinlediğim bir yer.

'yalnızım' dediğimde, bu yalnızlıktan ne kasteddiğimi  pass'ın anlayacağını bilirim. sanırım aramızdaki bağı, birbirimize ilgimizi bir sözcükle açıklamak gerekse, o, yalnızlık olurdu. yalnızlığın da çeşitleri var; bazısı cehennemde nefes almaya çalışmak gibidir. ruhuna bir is gibi sıvanır ve en parıltılı gülücüğün bile onunla gölgelenir.  solgun yüzlü şairlerin romantize ettiği o yalnızlıktan epey farklıdır. varoluşunu alçakgönüllü, gösterişsiz, iddiasız olarak sürdürmek dışında yapacağın her şey kendine yabancılaşmana neden olur. kötülük duygusu, hırs, nefret, dünyayı o kadar ciddiye almadığın, eşitlenmenin öylesine gönül indirmeyeceğin  için listeden çıkardığın duygulanımlardır. böyle biriyle kahve içip dedikodu yapamazsın. normalden bir sapmayı ifade eder çünkü dedikodu ve insanın derin kederini tanımış birinin normal ibresi biraz farklıdır.

pass ile seyrek olarak mektuplaşırız ve tüm ilişkimizin içeriğini de o ender zamanlarda yazılmış mektuplar oluşturur. şurdan burdan, havalardan, çocuklardan, yemek tariflerinden konuşuruz, ama kimle konuştuğumuzu derinden biliriz. o, dünyada yazılmış en güzel kitaptan gelir, ben o kitaba doğru giderim ve arada rastlaşırız; birbirimizi tanırız.


biraz önce geldi, pass'ın fotoğrafları. jpeg'e çevirmesi için arçil'den yardım istedim. bu sırada mutfaktaydım. kar devam ediyordu. artık ilk günkü gibi neşeli bir duygu vermiyordu da, "beni yanlış anlıyorsunuz; ciddi bir şeyden bahsediyorum," diyen biri gibi bir gizi çözmemiz için kararlılıkla yağıyordu. ben mutfakta amerikan krep yaptım. katların arasına muz ve bal koydum. kocaman, sıcak bir fincan çayı da  tepsiye yerleştirip, arçil'e, sıcak odaya götürdüm. arçil jpeg'e çevirmiş; fotoğrafı açtı. "aa, ne kadar güzelmiş, pass," dedim. "bakar mısın kitaba bebekle aynı hayret duygusuyla bakıyor. ne tatlı." arçil kreplere yönelmişti, laptop'u alıp mutfağa geldim ve işte yazıyorum.


pass ve ferzan, conrad'ın nostromo kitabının başındalar. kitabın kurgusunda olağanüstü bir önemi olan sulaco kenti coğrafi olarak anlatılıyor şimdi ve okuyucuyu çok zorlayıp çok sıkıyor bu bölüm. conrad, sabırsızlanmamıza hiç aldırmıyormuş gibi devam ediyor. çünkü nerdeyse kitabın baş kahramanı sulaco. ferzan hepimizin bebekken bildiği ama sonra bastırıp unuttuğu bir dürtüyle kitabı ağzına alarak onu anlamaya çalışıyor. bana kalırsa gelecekten haber veriyor ferzan. bir kitabı okumak istediğimizde,  kitabın içeriğine haiz bir tableti ağzımıza alıp, dilimiz ve damağımız arasında bir şekeri emer gibi emeceğiz bir bebek gibi gözlerimiz dalgınlaşarak ve öylece uyuyakalacağız. uyandığımızda o kitabı okumuş, özümsemiş biri olacağız. her şeyi bileceğiz. ama dünyayı anlamak için bilmenin hiçbir şey olduğunun çaresizliğini hissedeceğiz yine de. işte o zaman pass, yani yalnızlığın o kara labirentinde dolaşıp ışığı bulmuş, yani her şeyin en temel noktasını bilecek bir bakış geliştirmiş olarak ferzan'a,  dünyanın, onu anlamak için harikulade bir yer olduğunu anlatacak. hayat bu sayede sürmeye devam edecek.

14 yorum:

yeliz dedi ki...

öyle bir zaman gelecek mi acaba? dünya kadar okumak istediğim kitabım var ve en klişe bahanem zaman:)

endiseliperi dedi ki...

aslında ben hızlı hızlı çok kitap okumayı anlamam. bir tane kitabı ömür boyu oku, o da yeter gibi gelir bana. daha önce demişimdir. çünkü bir tane çok iyi bir kitap hayat, insanlar hakkında epey şey söyler. ancak iyi bir kitabı yeme dürtüsünü çok iyi biliyorum, diyeyim. çok tuhaf, sapkın bir duygu, insan yanında tanık olsun istemez;) o sayfayı koparıp yemek istiyorsun.

sanırım gelecekte öyle zamanlar gelecek. zihninde tabletlerden bir kütüphane oluşturacaksın. çocuğun yanlış bir tablet yediğinde epey telaşlanacaksın. doktorların özel zihin kusturma aparatları olacak bu nedenle:)okuduğuna verdiği anlam her insan için yine farklı olacak ve farkı da bu oluşturacak. sanırım böyle şeyler olacak. zamana karşı yine teknoloji bize bir avantaj sağlayacak ama anlamak her zaman o değerini koruyacak.

sevgiler.

Ayça Yaşıt dedi ki...

"Conrad Okuyor" bölümleri devam ediyor, hoş ve anlamlı. Conrad okuyucularına da bir kahraman gibi davranıyor ya, bunu hayli dostça buluyorum. Çoğu yazarda olmayan sevecen, saygılı ama her nasılsa bir o kadar da mesafeli bir havası var. Evinin bir odasını gezdirir gibi elini tutuyor okuyucunun, gezdiriyor, tanıtıyor, sonra odanın ruhuna bırakıveriyor. Olan biten bir eşya gibi izlenmeye başlanıyor.

Pass, çok canlı bir fotoğrafın tam ortasında ama hakikaten onun için aklıma ilk gelen "yalnız"dı. Hiç şikayetçi değil üstelik. Çalışkanmış elleri, çok beğeniyorum bu anatomiyi.

Şimdi babam izlediğim vaşak belgeseline bakıp "Aaa, aynı kedi." deyip duruyor. Ben de her seferinde "Kedi familyasından o çünkü." diyorum. Şimdi de "Vallahi kediye benziyor." dedi... Babam dedi ki "Aynı kedi!". Sesim mi çıkmıyor, eşya mı oldum ben acaba?

Sevgiyle.

endiseliperi dedi ki...

ne güzel ifade etmişsin ve sahiden de ne doğru anlamışsın aramızda olanı, sevgili atze.

'conrad okuyor' serisinin devam etmesini çok isterim. okuyan ister sevsin, ister sevmesin yine de katılırsa çok hoşuma gider.

babanla olan ise bir hikayeden okuyabileceğim nefis bir sahne gibi:) çok tanıdık. çok güldüm. sen çok komiksin, atze:) komikliğine vurgu yapmadan komiksin hem de:)

öpüyorum çok. sevgiler.

şe dedi ki...

heyyy, siz onları bir de google + ' da görün. annesi, babası ve kendisi, sonra evleri, koltukları, sandalyeleri....ahh çok mesutlar.

endiseliperi dedi ki...

şenay sen misin? allah iyiliğini versin... nerde kaybettin isminin kalanını?:) google+ da nasıl görünüyor, evet göreyim.

burda öyle felaket kar var ki, senin gibi filme çekecektim ama üşendim.
öpücükler sana.

şenay izne ayrıldı dedi ki...

heyecandan hızlıca enter'a bastım. nasıl da bildiniz ama beni. kar, evet, bitmesin istemiyor musunuz siz de?

denizka dedi ki...

ah peri peri, şu hayatta tek bir kitap okuma işine aynen katılıyorum, insan n ebileyim bütün ömrü boyunca karamazofları okusa mesela neler neler değişir neler görüp geçirir hayatında! önemli olan hangi kitabı okuyacağını bilmek. conrad okusa mesela hangisini okusun söyle bakalım hangi kitabı okusun sen olsan kütüphaneneden o tek kitap olarak neyi seçerdin ha? :)

aiağı yukarı benzer hayatlar yaşıyoruz, ben de insanlardan köşe bucak kaçıp evine kitaplarına filmlerine sığınan bir tipim tabi çocuğum yok, uzun zamandır da aşk konusunda müthiş bir boşluk içindeyim ve bu boşluğu işte kitaplarla filmlerle dolduruyorum başta bana iyi geliyordu ama insanlardan uzaklaştıkça - yani ne kadar çok iyi kitap okursan o kadar çok sıkılmaya başlıyorsun arkadaşlarından ne yazık ki- ve hayal dünyasında yaşıyor gibi hissetmeye başlayınca, yani şu an, bende bir sıkıntı var diyorum kendi kendime. o çok övdüğünüz yalnızlık, o yalnızlığın insana kattıkları, gerçek bir hayalci olmak bana sanki ne bileyim bir yanılsama ve gerçek dünyadan kaçıştan başka bir şey değilmiş, bir soruna işaret ediyormuş gibi gelmeye başladı, ne dersin peri?

endiseliperi dedi ki...

bilmez miyim? seni hiç bilmez miyim, şenay! sanıyorsun ki ben gelip sana havadan keyif bağışlıyorum. hayır, efendim. hayır! şu yukardaki yorumu senden başka kim yazabilirdi? kim, iki satırda bir eski melodram havası yaratıp, mağrur ve şakadan kıskanç bir mutlu aile seyircisi rolüyle yazabilirdi. senden başka hiç kimse. sana hep diyorum, sözcükleri bu kadar tasarruflu kullanıp bu denli zengin atmosfer yaratan çok az insan vardır. istersen ismindeki tüm harfleri kaybet, seni yine de bulurum.

yooo, bitsin, gitsin istiyorum kar. içimdeki çocuğu mu kaybettim acaba ben? :p (leyla ile mecnun izledim de şimdi) banyo yapmak için üstümdekileri çıkarıyorum, çamaşır makinası doluyor, bu ne ya! askılı, penye elbise giymeyi özledim valla. hiç yok bende o kar romantizmi. hayalet şehre döndü ortalık.

öpüyorum çok seni.

endiseliperi dedi ki...

amanın denizka, çık dışarı hemen, çık! ben artık çıkamıyorum diye çıkmıyorum. n'olduysa bende öyle bir hal hasıl oldu. ama iyi mi dersin? hayır! hastalık bu. çık, arkadaşlarınla buluş, geyik yap, dedikodu yap, vitrinlere bak, kırmızı kaşkol, eldiven al, acı çek, sevin, azıcık da yalnız kal. bana bakma sen. ben yorulmuşum, yorulmuş. dinleniyorum. bi de ben sokağa bir çıkarsam evin yolunu bulamam, öyle severim sokakları. kendimce hangi küçük ayrıntıyı önemseyip peşinden sürükleneceğim belli olmaz. temiz temiz evimde çay demleyip içiyorum o nedenle.

conrad konusund açok dedim, şansına, git bak kitapçıya, hangi conrad kapağını seversen al, o conrad senin olsun.

hmmm tek kitabım olsa hangisini seçerdim? çok kazık soru sormuşsun. ama cevabım seni öyle şaşırtacak ki... dostoyevski iyi olurdu elbette ya, sana diyeyim, ben melville'in moby dick'ini alırdım yanıma. evet!yaaa, hiç beklemiyordun, di mi? o yoksa, calvino'nun atalarımız kitabını alırdım. ya da iyisi mi, dostoyevski'nin sürgüne giderken aldığı gibi ben de kuran alırdım. adada allah'la başbaşa olacağıma göre, ortak bir dilimiz olmalı.

sevgiler sana.

ökçe dedi ki...

cok ama cok guzeller peri;)

annemin, hayati boyunca okuduklarini biriktirdigi kocaman bir kutuphanesinin olmasini, oradan, sayfalari arasindan kurutulmus cicekler cikan, nerede ne zaman aldigi notu dusulmus, alti cizilmis satirlari ve uclari katlanmis, sari saman kagittan sayfalari olan kitaplar secip, koklaya koklaya okumayi nasil da isterdim...

ferzan ne sansli!

(pass, gozlugu dahil, herseyiyle tam hayalimdeki gibiymis. sevgiler, selamlar..)

endiseliperi dedi ki...

annem öyle bir kadın olsaydı muhtemelen ben ben olmazdım, sevgili ökçe. daha mı iyi, daha mı kötü olurdu bilemem, ama düşünüyorum da şimdiki bana epey yabancı biri olurdu o.

ferzan bence de çok şanslı. ben pass'ı tahminimden çok daha güzel buldum; kararlı burnu, somurtuk dudakları, masum ifadesi ile.

bugün pek donuk bir halim var nedense. arçil arkadaşında kalacak da ondan mı, soğuktan mı, bilemedim.

öpüyorum çok seni.

Adsız dedi ki...

çok hoşsunuz :D

Adsız dedi ki...

Ashley yine mi sen ? Ben sana ders çalışılacak ben yokken demedimmi ?? Hay Allah tependen baksın emi çocuk !!!