rüzgar
bir şeyler anlatıyordum. konuşup durdum, kolay, hafif sözcükler. ama nerden baksan şiirli bir sabaha uyanmıştım. meselesi olan bir rüzgar vardı; tüm ağaçlara sataşıp durdu. bir balkondan izledim. yabancı bir balkon, yabancı bir manzara. beni biliyorsun; bir eve alışmamın ilk koşulu, penceredeki manzarasına alışmam. sabahın kör bir vakti. ağaç, rüzgar vardı. ben de vardım da bir insan bilinciyle yoktum sanki. diyelim, bir taş gibiydim. bir sevinci, kederi taşımayan ya da bir kader döngüsünde yuvarlanıp durmayan, bir laneti sürüklemeyen, karşı duran değil de umursamayan... bir taş kadar aldırışsız. kafamın arkasında çok uzaktan bir sismograf bir keyifle titreşip kaydediyordu ancak sabahı. kaydetti, şimdi yazıyorum.
küskün eve güzelleme
ne anlatmalı? şu an kederliyim biraz. tam olarak kavrayamadığım bir keder. artık değişmiyorum sanırım. değişiyorsun, dedi. nazım’ın bahçesinde gelmiş olması gereken baharı gelmiş varsayarak oturuyor,
doğal olarak üşüyorduk. değişmek bir fikrin başka bir fikirle mübadelesi
demekse, değişmiyorum, dedim. bunu derken aklımda ev ve sokak resim olarak
olarak karşılaştırmalı duruyordu. ev, dünyevi olandan uzaklaşıp, hayat hakkında
düşündüğün bir rafineri merkezi, bir tür ibadethane. sokak ise o karmaşası,
içinde evde kendi kendine tartışmaya açtığın kavramların uygulama alanı. sokak
hep bildiğim şeyleri söylüyor artık. beni şaşırtmıyor. bildiğim ne
varsa türevleriyle var hala. sokağı sevmiyorum. sokak ilkel bir yer; hiyerarşi
yaratıyor. verimlilik ilkelerinden bahsediyor, çıkar gözetiyor, kötü olmanın koşullarını
yaratıyor ve kendini mazur göreceğin anlayışı da beraberinde getiriyor. değişmek
düşüncene eleştirel bakmakla ilgili, evet, bakıyorum ve sokak mübadele etmeye değer gördüğüm bir fikir sunmuyor artık.
peki, insanda ne değişir? insan
belki hiç değişmez. belki insan gerçeğin yanılsamalarını değiştirir. buna da ihtiyaç duyar. çünkü gerçeği bilmez değildir de, gerçek sıkıcıdır, bunu
bilir ve yanılsamalar yaratır ondan, yanılsamaları değiştirir. sonra zaman
geçer. eve gitme vakti gelir.
ne yapsak? şiir filan mı okusak? bildiğimiz bir şiir olsun. tamam, bugün tam da bu şiirin günü, yoruluncaya kadar yazalım.
ne gelir elimizden insan olmaktan başka
ne çıkar siz bizi anlamasanız da
evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
hiçbir şey! kadınlar geçtiği o kadın kokusu anlarında
yıkanmış, mayhoş ve taranmış duygularıyla
dönüşür içimizde az menekşe, bir sarmaşık
menekşe, hadi neyse, mor deriz sarmaşıklara
mor deriz, mor bilinir çünkü, bir yandan güneşler kurur
her yandan güneşler kurur, sanki yaz günüyledir
bir adam kayboluyordur bir taşra sıkıntısıyla
deriz ki, "şuram ağrıyor" bir de, "başım dönüyor", "yanıyor avuçlarım"
belki de bir çığlık mı bu, bu seziş, bu yakınma
bir çığlık, hem de nasıl, katılmış, donmuş, yaşıyorcasına
uzansak ellerimizde uzansak avuçlarımızda, bir çığlık
nedir mi ellerimiz -korkunçtur bir elin bir köşesinde insan olmalarıyla-
korkunçtur insan olmalarıyla kıyısında bir yüreğin
kıyısında gibi yangından, çok karanlıktan geçilmez caddelerin
ve korkunç anlamsız gözlerinde ha dünya ha bir park bekçisinin
korkunçtur insan olmaları, bir ceset, suda bir şapka gibi sallanaraktan
bitmeyen bir selam gibi, hastayken, inceyken, yalnızlıklarda aranan
korkunçtur -bunu anlıyoruz- bir yüzün en çoğul beyazında
korkunctur insan olmaları güz ortalarında, eriyen türbe ışıklarında
ve korkunçtur eriyip kaybolmaların bir köşesinde insan olmalarıyla
korkunçtur korkunç!
diyerek: ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum
ayrıca neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
tüketen kim. hani görmeden daha, sezmeden herşeyin bittiğini
ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz inceliği
ansızın bir ürperişte: bitti mi herşey bitti mi
yoo, hayır! öyleyse kimdir tüketen isteklerimi
bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
bırakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, ya da bir boşluğu bırakır gibi
ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde, çocuksuz avlularda
anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun butlarında
ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla
kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
anılar bulacaksam -anılar mı dediniz?- ne sesli bir vuruşma
odalar bulacaksam, odalarda kadınlar, çiçekler, çok aynalar
rakılar, gene rakılar, kırıklar sonsuz yaralar
bulacaksam orada, bir koltuğu bir koltuğa doğru
bir yüzü bir yüze, bir eli bir ele doğru yaklaştıran çocuklar
sinekler bulacaksam, kaskatı yapan boşluğu, sinekler
zorlanmış bir gülüşten -iğrenip birden- kusmalar, bulantılar
bulacaksam belki de: susanlar, bilmem ki niye susanlar
ölüler bulacaksam -ölü gözleri onlar, cesetler, giderek dışa vurmalar
ne dedik, dışa vurmalar mı, yani ilk aydınlığı mı ölümün
ölümün ilk aydınlığı mı, ne dedik, sahi biz ne deseydik bu konuda
ne deseydik bilmiyorum, ama var bu kadarcık birşey insanın sonsuzunda
bu kadarcık bir şey -İyi ya, peki, şimdi kim var sırada
sakın haaaa! biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
yok deyin çünkü biz... biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
ne güzel ellerimizle... başlayın, hadi başlasanıza
örneğin bir kahve falı? az müzik? diyorum biraz iskambil!..
ama hiç seslenmeyelim -seslenmeyelim- içimizden oynayalım
ayrıca
- dört kişiyiz!
- hayır on!.
- bin kişiyiz!
- bana kalırsa..
ne kadarcık bir fark var bizimle bütün insanlar arasında
öyleyse başlayalım: koz kupa! ah şu sinek onlusu bire bir unutulmaya
çayınız soğuyacak! çayınız mı dediniz? ne tuhaf biraz anlıyorum
- üç karo!
- pas diyorum!
- susalım baylar, dört kupa!
ah şu sinek onlusu! koz kupa! çayınız mı dediniz? susalım!
susalım -niye susalım- anılar mı dediniz? ne sesli bir vuruşma!
ya sonra? bırakın şu sonrayı, bilmem ki nedir o sonra
gene mi, başladınız mı? peki şimdi kim var sırada
sakın haaaa! biz yoğuz, bizi unutun, yok deyin adımıza
yok deyin çünkü biz... biz işte korkuyoruz ne güzel korkumuzla
ne güzel ağzımızla... yok canım, ben var ya, istiyorum sırada
olmayı istiyorum -sahi mi- ama isterseniz siz olun
siz olun, biz olalım kim olacak ? -hep böyle oyalansanıza
yani "şu sinek onlusu, susalım baylar, koz kupa."
gibi oyalansanıza
biraz oyalansanıza.
bir oyun başka olamaz oyundan gibi
bir söz başka olamaz sözden gibi
bir şey başka olamaz bir şeyden gibi
tam öyle gibi, varıyor gibi bir mutluluğa
ne gelir elimizden insan olmaktan başka
ne gelir elimizden insan olmaktan başka
ne çıkar siz bizi anlamasanız da
evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.
e. cansever
başka? şurası iyi bir film sitesi. buralardayım işim yoksa. siz de seversiniz.
* adorno, minima moralia.
26 yorum:
Asuman Susam'ın bir şiirini gönderiyorum size. Umarım beğenirsiniz..
ah!
ah tutmaz, bu rüzgarlı çatılar
odalardan dilsiz uğultular yükselir
örtünme telaşında utangaç kızdır kasabalar
düşünü kurarlar bedenlerinde gezinen nefesin.
sonra akşamüstleri gelir
huzursuz eşiklerde bekleşir
kime ihanet etmemiştir ki zaman…
tedirgin ve tekinsiz… anlar
karanlık kuyulara birikir.
korkudandır bütün koruganlar
çatlağından endişe sızar
bir gül, yakasını yırtar kan revan
içimizi oyar aşktaki tereddüt.
tedirgin ve tekinsiz… hayat
eşiğinden gözü kapalı atlamak isteriz
bilmek istemeyiz; ama aldanmak…
ah! vladimir, beğendim. bu akşam acaba kederden kaçmak için onu yozlaştıracak, onu küçümseyecek şeyler yapmasam mı, adam gibi kederli mi olsam? öyle olalım. şaka kaldıracak halde olmadığımız tekinsiz bir akşam olsun bu.
sevgiler.
Değerli Peri,
Çok uzun zaman oldu bir merhabayı esirgeyeli sizden kendi adıma...
Ama hala iyi bir okurunuz olduğumu ve hala çok kendiniz gibi yazmayı başardığınızı söylemek isterim...
Bugün biraz tatsız olduğunuzu hissettiğim için, Ankara'dan, öğrencilik yıllarınızın geçtiği şehirden bir arkadaş merhabası dersem, sanki anlık bir huzur yalayıp geçer ruhunuzu umuduyla yazmış oldum bu cümleleri...
Süreyya Berfe'nin şu şiiri ne güzel ve ne hüzünlüdür...Tıpkı hayat gibi...
Baki selam...
Umar Törem....
HEPSİ O KADAR
Gidilir, gelinir.
Belki sağsalim dönülür,
hepsi o kadar.
Günler geceler çabuk geçer.
Çabuk geçmez
şaşkın bir çocuğun hüznü
Vapurlar, arabalar,
karlar çabuk geçer.
Ayrılık da özlem de herşey...
Herşey çabuk geçer
Ve birden gün ağarır.
Hepsi o kadar.
Gidilir, herhalde gelinir.
Bütün gün denize bakmak kadar.
Belki ayvalar çürür.
Birşeyler kurur, atılır.
Nedir ki uzakta olmak
Ardahan'da boş duran bir ev
Hiçbir zaman suyu olmayacak bir kuyu
Unutulur, kalır.
Hepsi o kadar.
O kadar anlayabilmek
O kadar acemi
O kadar toy
O kadar ilk
O kadar yeni
Ey uğursuz yolculuklar
Ey yıldızsız samanyolu
Bir daha hiç olmayacaksınız.
Çünkü yarım ve yaralı kalan
Bir akşam, yemin etmiyorum ama
En az günlerce, günlerce kanar.
Gidilir,
gelinse de gidildiği gibi değildir
Hepsi o kadar...
Süreyya Berfe
peri, bugün telefonda dedin ki: "uçuyorsun, kaçıyorsun..."
oysa taksim'den kadıköy'e geçmenin hesabını yapıyordum sadece: en fazla kırk dakikada dolmuşla geçebilirdim karşıya. bunu sana söylemedim.
sen saçlarınla birlikteydin: bir kadın saçlarıyla birlikteyse kalabalıktır. zengindir. ben fakirdim; saçlarım üç numara. saçı sevmiyorum: ruhumun onda devam ettiğini bilsem de, berberime emrediyorum "kes şunları!"
"kadın saçını sever oğlum: ruhu onda devam eder!" bunu bir derviş öğretmişti bana. yazıyı okuyunca, bugün seninle konuşunca derviş aklıma geldi...
ama sesini beğendim, telefonda,: mutluydun: benim taksimde olmama güldün sözgelimi. iyiydi bu. sevindim. saçlarına, ruhuna, sana...
keder kötü değil: sana sen olduğunu öğretir. dünyayı bildirir. dünyayı öğrenince kendini seversin: pek matah bir yer değildir dünya: ama çirkinlikler sana seni sevdirir. sen güzel olmazsan hiçbir şey güzel değildir: said nursi, "güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır..." demiş. insan kendisi ile doyduğunda dünya, madde anlamını kaybeder, yeni bir kapı açılır peri, o kapıdan içeri sen girersin sadece, sadece kalbinle..!
sevgili umur,
bugün ankaralı bir gün oldu. ismail de ankara'ya gitti de, ankara'dan konuşalım dedik, olmadı.
sağol geldiğin için. arkadaşın kederli olduğunda demek sessiz kalamadın:) şiir için de, sağol. evet, güzel bir şiir, mutedil. biraz, yapacağı işi daha yapmadan onu düşüne düşüne yorulun insanlar vardır öyle. hayat hakkında yalın fikirlerimiz olmalı, sanırım. itiraz, hayatı da bizi de yoruyor.
tekrar teşekkür ederim.
sevgiler, selamlar.
sevgili arkadaşım ismail,
sen taksim'desin, ben maltepe'de, kadıköy'de buluşalım mı diyorsun... eh, gülerim tabii:)
keyfim yerindeydi. kuaförün balkonunda, deri, iskandinav koltuğuna oturmuştum. kahve de getirmişlerdi. hafif esiyordu. kitabım kucağımdaydı. conrad vardı elimde, yormuş da yormuş bir hikayeyi, düello hikayesi. basit bir nedenle sürekli düelloya tutuşan, insanlara bunun nedenini açıklamaktan utanıp, yüce bir neden olduğunu düşünmelerine neden olan bir hikaye. fena değil de sarkmış durmuş çok. hah, işte onu okuyordum, kuafördeki genç çocuk oraya ne zaman gitsem ve ne zaman kitabı elime alsam, sıkıldığım için okuduğumu sanıp sohbet açmaya çalışır. komikti yine. saçımla uğraşan ise iri yarı, kolu dövmeli bir delikanlıydı. kekeme ve sanırım r leri de söyleyemiyor. en sevdiği içeceğin süt olduğunu söyledi:) çok da laflamak istiyor:) keyfim yerindeydi, aradığında.
bu senin derviş, süper bir dervişmiş. kadınalrın saçıyla ilgili bir gizi ortaya çok iyi bir edebiyatla ortaya koymuş. korkarım edebiyat kısmı sana ait, di mi?;) sen hiç yoktan herkese keyif bağışlarsın, ismail'ciğim. başkasının suçunu üstlenirsin hiç sesini çıkarmadan. yukarda allah olduğunu bilmek sana yüce gönüllülük, delikanlılık, şövalyelik bahşeder. aldırmaz, çok şükür, dersin.
ben şimdi header'daki resmi kaldırayım o halde. madem bana renk yakışıyormuş. keder fotoğrafım bu ya, bulmaya çalışayım renkli bir kederi.
sevgiler, iyi yolculuklar sana. ankara'yı sevmek istersen, niyetin bu olursa, çok seversin o şehri. yolu ankara'dan geçmeli insanın, buna çok inanıyorum. tamam.
kendini sevmekte ifrada kaçmaktan da korkmak lazım ya, iyi geldi sözlerin. o halde, her şey yolunda, iyi bir yoldayım. dünya, madde anlamını kaybetti, evet ama, önümde de yeni bir kapı açılmadı yahu, ismail. eşikteyim ve kendimden kuşku duyma noktasındayım. onun için burada artık arkadaşları bıktıracak denli, içerisi, dışarısı sohbeti yapıyorum. ama kendimle tartıştığım şey bu. o halde durulalım, kendimizde direnelim, güzelleşelim:P
sevgiler tekrar.
peri;
dünya senden başlar, her zaman böyledir bu!
rüyaları önemseten de budur, renkleri sevdiren de! nerede olursan ol, ankara içinde değilse zaten ona gidemezsin:
ankara'yı ilk gençliğimde nasıl severdim: çorum'da yaşıyordum o zamanlar... taşra'dan kitaplara kaçmak için tek geçerli adres ankara idi.
sabah ilk otobüsle ankara'ya çorum'dan giderken yerimde duramazdım: yeni kitaplar, insanlar göreceğim içim heyecandan gözümü kırpamazdım: sonra zaman geçti: dünyaya alıştım, ama biliyor musun hala ankara, umut demek benim için. düşün hayatımda ilk kez bir kızın peşine ankara'da düştüm. hayatımda ilk kez kendimi secdede ankara'da unuttum.
istanbul'a gelince: umudu besliyor ama karın doyurmuyor, ruhu aç istanbul'dakilerin. herkes görüntüye yatırım yapıyor; sözler önemli değil istanbul'da. insanlar gördüklerine inanıyor.herkes gövdeye yatırım yapıyor. ben de dahil! oysa ankara'da en paspal halimi gören tanıdığım "ne kadar da özenli giyinmişsin." dedi. sadece olanı giymiştim.
peri, renk şart sana. bloguna koyduğun şarkıları dinlerken renkler uyanıyor zihnimde, migrenden belki. ama rengi doğuruyor kelimelerin... tatlar, dokunuşlar dünyayı değiştiriyor; oysa sen sadece yazı yazdığını sanıyorsun değil mi?
sağ sol!
şimdi boşver ankara'yı filan son paragrafa zıplayalım hemen (nasıl iki dakkada sattım ankara'yı:)çok teşekkür ederim. bu aralar çok sıkıcı olduğumu düşünüyorum, ismail. ben burada, sitede konuşmaya alışmışım. sokaktayken neyi, nasıl anlatmalıyım, bariyerleri nerelerde tutmalıyım, epey bocalıyorum aslında. yazarken de sıkıcıyım ya. sen şimdi, renkler, tatlar, dokunuşlar demişsin... çok sağol. bana güç veriyor bu sözlerin.
istanbul hakkında dediklerine katılıyorum. herkes bir görüntü, imaj peşinde. dokunmaya kalksan, ekran gibiler. genellemeyeyim de... ankaralı olma halini seviyorum. içten, yalın, dürüst bir ilgileri var her şeye karşı. genelliyorum tabii yine. ama ben beni ne yapsam acaba, ne istanbul, ne ankara... ben bir ağaç altı istiyorum, abi. sakinlik, duruluk, hiçbir şeysizlik istiyorum. bir hiçlik istiyorum; esinti, taş, ağaç kabuğu, aa kuş uçtu istiyorum.
yorulmuşum da niçin yorulmuş, onu da bilmiyorum. kafam yorulmuş benim.
neyse. sağol, sağol, sağol ismail'ciğim.
peri dünya yorar, bu yüzden uyumak isteriz: hepimiz. görüntüden kurtulmanın en kestirme yolu: "uyusun da büyüsün ninni!" diyen anne en doğrusunu söyler: yok olmak ya da büyümek için uyumak gerek: güzel uykular diliyorum sana; güzel, sana, seni sevdirecek rüyalar diliyorum...
sen kendini sevince dünya hayallerine hizmetçi olurmuş...
gerçek güzellikler...
Endişeli ya da endişesiz girdiniz hayatıma! Ki; anlarda aklıma giren pek azı gibi. En çok ne zaman bir bilseniz; yeni geçirilmiş nevresimlerin arasına banyodan çıkmış yorgun bedenimle sığındığım sessiz gecelerde. Hoşgeldiniz ayrıca çok iyi geldiniz. Bu şekilde olsa bile sizinle tanıştığıma memnunum. Ve merhaba! Sevgiyle...
hmmm! sahiden de, görüntüden kurtulmanın en basit yolu, uyumak. gazeteyi alıp, okuyayım, uykum gelsin sonra da. arçil hiç sormadan almış gazeteyi. sağolsun. onu kontrol edip, tembihlemedikçe o d akendine alan açıyor ve iyi şeyler yapıyor. tina iyi şeyler yapmıyor. yataktaki gazetenin her tarafını parçaladı. bir derdi var ya ne, anlamadım. asabi. az önce beni evin içinde dolaştırdı peşinde, miyavlayıp çağırıyor. uyur umarım o da.
iyi uykular sana da.
hoş geldin, özgür. umarım daha neşeli yazılarda da karşılaşırız. bu aralar dağınık zihnim ya, böyle oluyor. düzelir her şey, iyi oluruz.
sevgiler.
Adorn'bub alıntısına bayıldım..Okuyayım artık şu kitabı bari...
Sevgiler...
ben de çok sevdim, azecim.
umarım daha iyisin.
sevgiler çok.
Sayfanı açarken bugün senden sıkça dinlediğim okuduğum Conrad'a kavuştum demek için gelmiştim. Hatta sözünü de ettim.
Biliyormusun garip bir defter aldım dip not gibi alıntılar olan. Senin için açıyor ve çıkan alıntıyı da yazıp sarılıyorum:)
'Don Kişot kendine olaylar icat ediyordu, biz ise üzerimize gelen olayların elinden nasıl kurtulacağımızı bilemiyoruz'(E.M.Cioran)
Hile yapmamayım çıkanı yazdım:)
İyi ol emi.
conrad'ın hangi kitabı acaba! çok sevindim. umarım seversin.
fal gibi okudum bana çıkan alıntıyı:) teşekkür ederim. neyse halim o çıkmış falım. birazdan çıkacağım olayların içine. daha iyiyim. sen de iyi ol.
sevgiler.
Altı Öykü ve Karanlığın Yüreği.
:)ne çabuk geldi yanıt! orda mıydın!? canım... ne hoş, orda olmana çok sevindim birden.
sarılıyorum sana.
Evet sabah bakabiliyorum öğleden sonra çok kalabalık bir daha bakamam diye gelmiştim.
Ben de sevindim. Güzel olacak gün anladım benn. Gülümsettin.
Ben de sarıldım.
evet, güzel bir gün. yukarıya harika şarkılar koydum. insanlar gelmeden, açıp dinle bence:)
öpücükler, sevgiler.
"ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
ama hep sorulur gibidir benden: ben şimdi ne yapsam acaba.
ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde, çocuksuz avlularda
anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun butlarında
ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan olmalarımla"
Geçen sefer yalnızlıktansa bir ilişkiyi sürdürmeye emek harcanması gerektiğini yazmıştın ya.. kesinlikle senin gibi düşünüyorum ama işte bazen kabullenmek gerekirmiş. direnmemek için, içinden geçmek için.. buna hazırlanıyorum biraz korku,biraz daha korku,biraz endişe, biraz ümitsizlik, biraz kırgınlık biraz yorgunlukla.. biraz daha...
zeytin'ciğim benim,
olmuyorsa, olmuyordur. yapılacak her şeyi yaptıktan, denedikten sonra olmadığını anlar insan. o zaman da bırakmak lazım. biriyle birlikteyken yalnız hissetmekten beteri yoktur. insan tek başına katlanıyor yalnızlığa, bırak korkmayı, işin kötüsü alışıyor da insan buna. sana korkma diyeceğim ama... hayatla bir bağ kurmaya da devam etmek, o boşluğu doldurmak, manasızlığı aşmak da lazım. bir mesai gerektiriyor bu. çiçeklerin latince isimlerini ezberlemekten tut, yeni bir dil öğrenmeye... ne bileyim, İngiliz edebiyatı, yok macar sineması diye tutturup onları izleyip, haklarında okumaya, dikiş öğrenmek, battaniye örmek... ya da neyi yapmayı istiyorsan onu yapmaya bir disiplinle çalışmak lazım. benim en büyük sorunum bu bağlam sorunuydu ve bu sorun insanın kendini kandırmakta zorlanacağı, her zayıf anında kendini boşlukta hissedeceği bir sorun. bunu halledersen korkma. hem canım, evde hır gür, kavga gürültüye alışıyor da onun yokluğunu tuhafsıyor insan, oysa huzur gibisi yok, inan bana. insan karışık ve anlaşılmaz, doğa ise basit ve anlaşılır ve diyor ki bernhard'ın ressamı bugün, insan doğaya terstir. bazen doğaya esas almak lazım, bu her sorunu düzleştirir ve iyi gelir.
canım zeytin'ciğim, ben pek teselli edemiyorum seni sanırım şimdi, ama doğru ve rahatlatıcı şeyler söylemeyi çok istiyorum. lütfen canını çok sıkmamaya çalış. ben öyle ya da böyle buradayım, mektup da yazabilirsin. çok vaktim olmuyor ama sana derhal yanıt vermeye çalışırım. bana her konuda, istediğin zaman, istediğin şekilde yazabilirsin. sevinirim de buna.
canım, sımsıkı kucaklıyorum seni. hiç korkma, inan bana geçiyor ve hepsi anı oluyor. öpüyorum çok. sevgiler.
uzun zamandır yazının ilk bölümündeki kadar yalın ifadeler duymadım.tertemiz.tüm yorucu ,karmaşık benzetmelerden gereksiz kafa karıştırıcı süslerden uzak ifadeler. çok etkilendim.
teşekkürler...
Yorum Gönder